Filmekimi yarın başlıyor. Sinema yazarı ve yönetmen Melikşah Altuntaş’la konuştuk.
İKSV’nin düzenlediği 15. Filmekimi 51 filmi
sinemaseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 7-15 Ekim arasında yapılacak olan
festivalin filmleri Atlas, Beyoğlu, Cinemaximum City’s ve Rexx sinemalarında gösterilecek.
Bu yıl bazı filmler Ankara, Eskişehir, Bursa ve İzmire de gidecek. Türkiye’den
Mehmet Can Mertoğlu’nun yönettiği ‘Albüm’ün de yer aldığı festival programında,
Cannes’da jürinin ve izleyicinin beğenisini toplayan, Oscar adaylıklarıyla
konuşulan yapımlar bulunuyor. Bu yıl zengin programıyla çeşitlilik içeren bir
seçki sunan Filmekimi’ni, sinema yazarı ve yönetmen Melikşah Altuntaş’la konuştuk.
Filmekimi’nin bu yılki programını
nasıl değerlendirirsiniz?
Program bence çok iyi. Bu yılki
Cannes, Berlin, Toronto film festivallerinin aşağı yukarı en iyileri sayılabilecek
filmleri içeriyor. Çok sevdiğimiz yönetmenlerin merak ettiğimiz son filmleri
seçilmiş. Festivalin iyi bir standardı var.
Çok farklı türlerden filmler de konmuş
programa, ana akımla flört eden filmler de. Popüler filmler artık iyiden iyiye
dünya festivallerinde yer buluyor. Artık işin biraz kırmızı halı kısmı ve
vitrini seviliyor. Özellikle Cannes Film Festivali birkaç yıldır bu konuda çok
eleştiriliyor.
‘Arrival’ (yön. Denis Villeneuve) gibi bir filmin Filmekimi’nde olması sevindirici. Dünyada yönetmenlerin hikâye anlatıcısı olarak görme fikrinden uzaklaşıldığına, teknik becerilerinin de önemsenmeye başladığına işaret ediyor bu.
Geçen yıllarla
karşılaştırılığında neler değişmiş?
Çok büyük bir değişim yok. Hep daha
iyi, film sayısı gittikçe artıyor. Seyirci için daha kafa karıştırıcı bir
program; aynı anda 51 filmi birden izlemek istiyorsunuz. Nitelik de yükseldi. Filmekimi’nin ilk yıllarını
düşünüyorum, daha zor ulaşılıyordu filmlere. Artık öyle bir durum yok ama
festival hâlâ sonsuz caziplikte filmlerle dolu. Bu festivalin yarattığı, kapanıp
bütün filmleri izleme isteği ve “Yıl boyu başka bir şey izlemesem de olur”
hissi harika.
Favori filmleriniz hangileri?
Cannes’ın en iyi birkaç filmi var
programda. En başta ‘Toni Erdmann’ (yön.
Maren Ade). Film, bu yıl Cannes’ın gizli Altın Palmiye sahibiydi
aslında. Seyirci ve eleştirmenlerin de favorisiydi.
Bu yıl genel olarak Romanya sineması
koptu gidiyor. Programda Romanya’dan hem ‘Köpekler’ (Dogs, yön. Bogdan Mirica) var, hem ‘Mezuniyet’ (Graduation, yön. Cristian Mungiu), hem
de ‘Siaranevada’ (yön. Cristi Puiu).
Hatta ‘Toni Erdmann’ filminin de
bir kısmı Romanya’da geçiyor. Bu yıl bence festivalde ne yapıp edip Romanya’dan
bu üç filmi görmek lazım. Özellikle ‘Siaranevada’
çok güçlü bir film. Yaklaşık üç saat sürüyor ve başından sonuna bir evin
içindeyiz, bir aile toplantısı üzerine kurulu.
Tatlı Amerikan bağımsızları da var
programda. Bunlar ‘kendini iyi hisset’ filmleri ama içten içe biraz da buruklar
aslında. ‘Çakı Gibi’ (Swiss Army Men,
yön. Dan Kwan ve Daniel Scheinert) ve ‘Kaptan Fantastik’ (Captain Fantastic, yön. Matt Ross) çok iyi
filmler. Festivalde ‘Kabakçığın Hayatı’ (My Life as a Courgette, yön. Claude Barras) adlı, İsviçre yapımı
çok güzel bir animasyon var, tam bir şeker. 63 dakikanın son 20 dakikası felç
eden bir gözyaşı bombardımanına dönüşüyor, ben filmin bir kısmını buğudan
göremedim.
Henüz izlemeyip merak ettiğim
filmler ise, ‘Arrival’ ve ‘Frantz’ (yön. François Ozon).
Görmememiz gerekenler hangileri?
Pedro Almodavar’ın ‘Julieta’sı, Dardenne’lerin son filmi ‘Meçhul
Kız’ (The Unknown Girl) beklenmedik
bir biçimde zayıf bence. Bir diğeri de Xavier Dolan’ın ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’
(It’s Only the End of the World). Videoklip
çekme isteğinin sinemayla bu kadar flört ettiği noktada ben yokum; ortada çok
ciddi bir şımartılmış evlat vakası olduğunu düşünüyorum ve fazla abartılı buluyorum.
Bir de ‘Aşk Mektupları’na (From the Land of the Moon, yön. Nicole Garcia) daha
sonra vizyondayken bakılabilir belki ama festivalde izlenmesi şart değil gibi geliyor bana.
Tek bir film görme hakkınız
olsaydı, hangisi olurdu?
Seyir zevki açısından ‘Toni Erdmann’ı tercih ederdim. Çok
rahat, hiç kimseyi kasmayacak bir film.
Peki, bu sezon sinemalarda neler
izleyeceğiz?
Tom Ford’un ‘Nocturnal Animals’ını çok merak ediyorum, çünkü ‘Tek Başına Bir Adam’ (A Single Man) çok iyi bir ilk filmdi. Filmde çok tatlı bir kadro kurulmuş, hikâye de ilginç. Bunun yanı sıra, herkes gibi ben de Damien Chazelle imzalı ‘La La Land’ı büyük bir merakla bekliyorum. Jackie Kennedy hakkında bir film olan ‘Jackie’ de var; Pablo Larrain’in kariyeri açısından ilginç bir film. ‘Bir Ulusun Doğuşu’nu (The Birth of a Nation, yön. Nate Parker), ‘Yolcular’ı (Passengers, yön. Morten Tyldum) ve Yeşim Ustaoğlu’nun ‘Tereddüt’ünü merak ediyorum.
Beklendik
ama yeni
Türkiye’nin Oscar adayı olan ‘Kalandar
Soğuğu’nu nasıl buldunuz?
Çok sevdim ama ilginç bir adaylık seçimi. Oscar tamamen kampanya işi olduğu için, şansını çok yüksek görmüyorum. Seyir zevki çok yüksek bir film. Hem aşırı beklendik bir film, hem de anlatım açısından yeni bir şekle şemale sahip.
‘Sinemanın bana ihtiyacı var mı?’
Melikşah Altuntaş, sinema kariyerinin ne yönde ilerlediğini anlattı:
“Ben sinemaya tecrübe olarak bakıyorum. İlk filmim ‘Görünmeyenler’ benim için bir işti, yönetmenlik tecrübesini öğrenmek açısından. Bence harika bir süreçti. Şimdi bir şeyler yazıyorum. En kaba hatlarıyla, ailenin düşündüğümüz kadar da kutsal bir yer olmadığına, aileyi geride bırakmamız gerektiğine dair bir film. Türkiye ve dünya sinemasının benim gibi birine ihtiyacı var mı, yaptıklarım kimin umurunda olur falan, bunları düşünüyorum.”