Her
gün sayısız cinayete sahne olan İstanbul’da yaşlı bir Ermeni
çiftin, Hagop Yakup Demirci ve Seta Ayda Demirci’nin uğradığı
saldırı ‘domuz bağı cinayeti’ olarak basına yansıdığı
ilk günden bu yana gündem oluşturdu. Çift, 6 Şubat Cumartesi
günü Harbiye’deki evlerinde saldırıya uğramış, saldırı
sonucu Hagop Demirci hayatını kaybetmişti. Domuz bağı üzerinden
akla gelen nefret cinayeti ise yerini, zanlılarının üçünün de
Ermenistanlı çıkması üzerinden yerini bambaşka bir tartışmaya
bıraktı.
Savaş ve deprem sonrası ekonomik sebeplerle ülkelerinden ayrılıp ağırlıklı olarak İstanbul’a gelen Ermenistanlılar, Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde rehin olarak görülüp sınırdışı edilme tehditlerine konu olmuştu. Ermeni olmanın ağırlığı göz önünde bulundurulursa Türkiye’de kaçak olarak Ermenistanlı kimliğiyle varlık mücadelesi vermenin ne gibi bedeller gerektireceğini tahmin etmek güç değil. Bu bedeller ise sadece siyasi gündemle sınırlı değil.
Ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan Ermenistanlı göçmenler ev içi hizmet ve hasta bakıcılığı başta olmak sınırlı sayıda alanda ve çok zor koşullarda çalışıyor. Ülkelerinde öğretmen, psikolog, mühendis olarak çalışanların ucuz iş gücüne dönüşme ızdırabıyla kavrulmaları bir yana, mücadele etmeleri gereken sayısız önyargı var. Bu önyargılar ağırlıklı olarak da Türkiye Ermenilerinden gelenler. Bir zamanlar Anadolu Ermenilerine yönelik aşağılayıcı bakışı bu kez Ermenistanlılara yöneltenler bir hayli fazla. İşte bu cinayet de önyargıları ve genellemeleri tetikleyen boyutuyla hayatı onlar için biraz daha zorlaştırdı.
Soykırım sonrası zorunlu göçlerle dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler, yaşadıkları ve yurt edindikleri her yerde günlük hayat mücadelesi dışında kimlik ve varlıklarını korumak, yeni koşullara uyum sağlarken özünü kaybetmemek üzerinden sınandı. Bu bitmek bilmez sınava ben kısaca çabalı hayat diyorum.
Üstelik bu çabalı hayatın coğrafi koordinatları halen de değişiyor. Zira tarih boyu yerleşik bir toplum olarak nam salan Ermeniler, kuşları kıskandıracak denli göçlere maruz kaldı, kalmaya da devam ediyor. Ermenistanlılar farklı ülkelere göç ederken, bir zamanların Batı Ermenice ve kültür merkezi Halep başta olmak üzere Suriye’den de pek çok Ermeni savaş nedeniyle Ermenistan’a sığınıyor. Ve her seferinde de Ermeni dünyasının dengeleri açısından yeni denklemler ortaya çıkıyor. Değişmeyen gerçekse, nüfusu büyük bir kıyıma uğramış bir halkın her halk ve devlet içerisinde vukû bulan cürümleri çok farklı ağırlıkta yaşaması oldu.
27 Ekim 1999’da Ermenistan Parlamentosu’na yapılan baskında Nairi Unanyan'ın yönettiği silahlı bir grup Başbakan Vazgen Sarkisyan ile Meclis Başkanı Karen Demirciyan'ın da dahil olduğu 8 kişiyi öldürdüğünde, siyasi sarsıntının yanında “Bu halkın evladı birbirine nasıl kıyar?” diye isyan eden ve göz yaşı döken yaşlıların tepkisi işte o ağırlığın ifadesiydi. Keza, domuz bağı yanılsamasıyla nefret cinayeti şüphesi yaratan bu cürümden üç Ermenistanlı’nın iki Ermeni’yi Türkiye’de öldürmüş olması gerçeği çıkınca yaşanan travma da başka bir boyut kazandı.
Hayat acımasız ve keskin. Tarihte mağdur olmuş olmak, bugüne ve geleceğe dönük topyekûn bir masumiyet yaratmıyor. Haliyle de hırsız ve katil Ermeniler var. Tıpkı her diğer millette ve toplulukta olduğu gibi.
Ama tarihte yaşanan o koca yıkımın, bugün birbirini anlamak ve kapsamak üzerinden dünyadaki bütün Ermenilere yüklediği bir sınav var. Agos’un bu haftaki sayısında Varduhi Balyan’a kalbini açan Ermenistanlı Ani H.’nın sözü bu açıdan çok kıymetli. ''İnsanın bir organı hastalanınca tedavi görmesi gerekiyor. Yanlış tedavi görürse diğer organlar da zarar görür. Şimdi biz de bu duruma yanlış yaklaşım gösterirsek hepimiz hem Ermenistanlı, hem İstanbullu, hem Fransalı ve Afrikalı Ermeniler bunun acısını çekeceğiz.''
Birbirini yaftalamak ve itelemek en kolayı. Ama dünya dediğin küçük artık, zaman da bir hayli alaycı. Ev sahibi ve sığınmacı rollerinin bir günden ötekine bir anda değişebildiği bir düzende Ermeni halkının dünyanın her yerinde birbiriyle imtihanı var. Sen “Ermeniler” olarak yaftalanmanın bedelini canınla, yok olan vatanınla ödemişsen, senden olanın yapabileceği kötülüklerin adını adlı adınca koymaktan da geri kalanları kollamaktan da kaçınmayacaksın. O ki sağ kalmışsın, bir darbe de sen vurmayacaksın. Bu kadar basit, bu kadar zor…