Zeytinburnu Davutpaşa’da 5 yıl önce ruhsatsız bir maytap atölyesinde meydana gelen patlamada 21 kişi ölmüş, 116 kişi de yaralanmıştı. 26 yaşındayken patlamada hayatını kaybeden Orhan Saday’ın ailesi, geçen 5 yıl içinde yaşadıklarını anlattı.
FUNDA TOSUN
Zeytinburnu Davutpaşa’da yaklaşık 4.5 yıl önce ruhsatsız bir maytap atölyesinde meydana gelen patlamada 21 kişi ölmüş 116 kişi de yaralanmıştı. 2008 yılının Ocak ayında meydana gelen olayla ilgili soruşturmanın ardından açılan ve Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada, Zeytinburnu Belediyesi’nden 5 görevli, bina sahibi 2 kişi ve patlamanın olduğu atölyenin bir çalışanı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı eski İstanbul Bölge Müdürü yargılanıyor. Sanıkların, “görevi kötüye kullanma” ve “taksirle öldürme” suçlarından cezalandırılması istenen davada aileler, bilirkişi raporunda suçlu bulunan Zeytinburnu Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi, BEDAŞ ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlilerinin de yargılanmasını talep ediyor.
Davutpaşa’daki patlamada hayatını kaybeden 21 kişiden biri de 26 yaşındaki Orhan Saday’dı. Patlamanın olduğu atölyenin karşısında torna tesviye ustası olarak çalışan, iki çocuk babası “fanatik bir Galatasaraylı” olan Orhan’ın ailesiyle, geçen 4,5 yılda neler yaşadıklarını konuşmak üzere buluştuk.
‘Kadın olarak hayatım bitti’
Neşe Saday (Eşi)
33 yaşında olan Orhan’ın eşi Neşe Saday, sigortasız çalışan bir tekstil işçisi. Bir konfeksiyon atölyesinde penye dikiyor. Gün-de yaklaşık 13 saat çalışan Neşe Saday, kocasının ölümünün ardından “eksildiğini” ama hayatının pek değişmediğini söylüyor. Neşe “Eşimin vefatının ardından eksildim, yalnız kaldım. Her zaman hissettiğim şey bu. Onun dışında bir şey değişmedi. 20 yıldır çalışıyorum. Kocam sağken de çalışıyordum, şimdi de çalışıyorum” diyor.
Neşe, eşi ile son gününü şöyle anlatıyor: “Patlamayı akşam 6’da öğrendim. Ben onu Terazidere’de çalışıyor sanıyordum, me-ğer orası Davutpaşa’ya bağlıy- mış. Pişman olduğum şey, eşimin vefatından bir gece evvel tek bir kelime konuşmamış olmamız. Ben işten çok yorgun gelmiştim. Kayınvalidem çocuklara bakıyordu. O yüzden onun evinde buluşmuştuk iş çıkışı. Ben eve gelir gelmez çok yorgun olduğum için uyuyakaldım. Eşim beni almış yatağa götürmüş, pijamalarımı giydirmiş, tüm bunları hiç duymadım bile. Sabah da ben çıkarken eşim uyuyordu. Uyandırmaya çalıştım geç kalmasın diye ama uyanmadı, sonra ben çıktım. Sonra da olay olmuş… Şimdi çalışıyorum, iki çocuğum benim hayatım. Onlarla avunuyorum. Kocam gitti, benim kadın olarak hayatım bitti. Evlenmem bir daha. İsteğim, tüm sorumluların yargılanması, cezasını çekmesi. Yani adalet, istediğim tek şey bu.”
‘Ben siyasi konuşmuyorum’
Adnan Saday (babası)
Orhan’ın babası Adnan Saday emekli olamamış bir devlet memuru. PTT’de çalışan baba Saday, aldığı bir ceza yüzünden emeklilik işlemlerini tamamlayamamış. Oğlunun ölü- münün ardından dahil olduğu Bir Umut Derneği ‘Davutpaşa Çalışma Grubu’nda “insan” olmanın farkına vardığını söylüyor.
‘İş katliamları’nda mağdur olanlara ve yakınlarına dönük bir dayanışma platformu olarak çalışan Dernek içinde yaşadıklarını ve geçirdiği dönüşümü şöyle anlatıyor: “Bazen düşünüyorum, iyi ki Davutpaşa olmuş. Şükretmek değil bu… 56 yaşındayım. Bu saate kadar, yani Davutpaşa’da oğlum vefat edene kadar ‘ot gelmiş saman gitmişim’. İnsan olmuşum ama fark etmemiş. Şimdi Türkiye’nin gerçeklerin biliyorum. Ben ve gelinim tüm işçilerle dayanışıyoruz. Ya ben ya da gelinim gidiyor. Ankara’da işçiler öldü ben gittim. Tuzla’ya gelinim gitti. Bugüne kadar, Zonguldak’ta patlama olmuş diye bir haber gördüğümde öyle bakıp geçiyordum. Yani şu duvardan bir farkım yoktu. Ta ki oğlumu kaybedene kadar. Rahmetliden sonra insan olmayı öğrendim. Benim kardeşim, sadece yeğeninin öldüğünü biliyor, öyle düşünüyor. Bense öyle düşünmüyorum. Ben ve gelinim Zonguldak’ı, Tuzla’yı, inşaat işçilerini biliyoruz.
Şahsi bir davamız yok. Bizim davamız devletle. Ben siyasi olarak konuşmuyorum. Türkiye’nin temel sorunu bu. Sağlıklı iş koşulları sağlanamayıp ucuz işgücü için taşeron firmalarla çalışılınca her gün beş işçi ölüyor. Daha geçen gün Esenyurt’ta kaç işçi öldü. Çadırda ölüyor, köprü inşaatında ölüyor, fırtınada ölüyor. Her gün Tuzla’da üç beş kişi ölüyor. Bir insanın nasıl dünyaya geldiğini ana bilir, bir çocuğun nasıl asker olduğunu baba bilir. Şu anda Maraş’ta bizim 27 mühendisimiz hâlâ toprağın altında. Devlet ulaşıp çıkartamıyor. Bir mühendis ol-mak kolay mı? Kalem tutmak kolay mı? Biz bunun hesabını soruyoruz, yoksa benim devletle bir alıp veremediğim yok. Ben siyasi konuşmuyorum.
Sağ olsun Başbakanımız, öyle bir güllük gülistanlık Türkiye bahşetmişler ki, sorma! Ben siyasi olarak konuşmuyorum. O günlerde meşhur, ‘Böyle de konuşayım gazetede de çıksın’ diyen Muammer Güler valiydi. Hani şimdi gitti de Başbakan’ın müsteşarı oldu. Zaten Türkiye’de namuslu insanlar ceza çeker, öbürleri ödüllendirilir. Emniyet Müdürü Cellalettin Cerrah, ‘Sorumlular yakalanacak’ dedi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dı, hepsi söz verdiler. Oysa ki bir belediye başkanını bile sanık sandalyesine oturtamadık. ‘Yargılansınlar’ dedik, suçsuzsa beraat etsin. Kimse bu işin suçlusu, yargılansın belki işverendir, belki belediye başkanıdır, belki benim çocuğumdur. Gidip ekmek parası için çalıştığı için suçlu benim çocuğumdur belki. O zaman ben gidip cezasını çekeyim ama suçlu kimse yargılansın. Bu kadar mı adaletsiz bir ülkedeyiz. İnsanın zoruna giden bu. Yoksa insan ölür, bunu biliyoruz.
‘Dizimde başının ağırlığı’
Turna Saday (annesi)
Turna Hanım, oğlunun ilk göz ağrısı olduğunu söylüyor. Tüm bu olan bitende kafasını en çok meşgul eden şey, bir gece önce oğlunun dizine yattığı sırada hissettiği ağırlık gibi görünüyor. “Oğlumun kanı yerde kalmasın istiyorum. O maytapçıların cezasını çekmesini istiyorum. Orhan benim ilk göz ağrımdı. Çok iyi huylu bir çocuktu. Evine bağlıydı. Akşamdan Kurtlar Vadisi vardı. Onu izledik. Başını dizime koydu. Ağırlığı üstüme geldiği için ben bunaldım ama kıyamadım, diyemedim başını çek diye. Neden bilmiyorum ama kafasını koyduğunda üstüme çok bir ağırlık geldi. Öyle sıkıldım. Belki ölüm ağırlığı… Sonra sabah uyandırmak için kapıya odasına gittim. Bir iki kere gittim, uyandırdım zorla. Keşke uyandırmasaydım. Allah evlat acısını düşmanın başına vermesin. Evlat acısı çok acı.”
‘Abim Galatasaraylıydı, benim gibi”
Salih Saday. (kardeşi)
Orhan’ın kardeşi Salih Saday, otogarda otobüs tamirciliği işinde çalışıyor: “Patlama olduğu gün bir güm sesi duydum. Her taraf sallandı. Düşün, ben otogardan sallanmayı hissettim. Şimdi abimin iki çocuğuna sahip çıkmaya çalışıyoruz. Abim genelde gezen dolaşan bir insandı. Devamlı maça giderdi. Galatasaray’ı tutuyordu, fanatikti. Benim gibi. Zaten biz ailecek komple Galatasaraylıyız... Kahveye gider- di, sohbet, muhabbet yapardı. Burada, Cevatpaşaspor’da da futbol oynuyordu. Beni de çağırırdı maça. Düğünleri severdi, davul zurna falan. Bu işyerini kendisi buldu. Çok da memnundu da. Sigortasını da yapmışlardı.”
HER GÜN EN AZ DÖRT İŞÇİ ÖLÜYOR
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Türkiye’de sağlıklı ve güvenli çalışmanın bir “maliyet” olarak görüldüğünün ve her gün en az dört işçinin hayatını kaybettiğinin altını çiziyor. SGK verilerine göre, 2011’de bin 563 işçi hayatını kaybetti. Basından derlenen bilgilere göre, Nisan ayı içinde 54 işçi öldü.
Uluslarası Çalışma Örgütü (İLO) verilerine göre her yıl 2 milyon 300 binden fazla kadın ve erkek çalışırken ölüyor. Çalışanlar yılda yaklaşık 337 milyon kazaya maruz kalıyor ve yaklaşık 160 milyon kere çalışma nedenli hastalıklara yakalanıyor. İşyerinde kullanılan toksik maddeler her yıl 440 bin işçiyi öldürüyor. Sadece asbest kullanımına bağlı senede hayatını kaybeden işçi sayısı 100 bin. Her 15 saniyede bir, bir işçi çalışırken ölüyor. Her 15 saniyede bir 160 işçi iş kazası geçiriyor. Her gün 6 bin 300 işçi çalışırken ölüyor.