Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de
Konstantinos Kavafis
(çev. Cevat Çapan)
Bir şehri şehir yapan nedir? Neden bir şehri özler insan, neden anılarının başrolüne, çok sevdiği biri gibi, bir şehri koyar bazen? Sadece güzel kurulmuş ya da müthiş binalarla bezenmiş bir yer midir özlediğiniz şehir?
Sait Faik’i, Orhan Veli’yi İstanbul’dan ayrı düşünmek mümkün müdür? Neden bir dostlarıymış gibi bahsetmişlerdir onlar İstanbul’dan, Burgazada’dan?
Şehri şehir yapan sadece o koca binalar, çılgın projeler falan değil. Şehri, daha ufağından başlarsak mahalleyi oluşturan şeyler, çok basit görünen derin mevzular aslında. Büyüdüğünüz mahalledeki bakkalından fırınına, kahvesine, o ufak tuğlalar, şehir denen büyük binayı oluşturuyorlar.
Şehrin ruhunu da, ruhu olan dükkânlar oluşturuyor. Eski nefasetlerini çok önceden kaybetmiş olsalar da, bazı dükkânlar şehrin ruhunu yaşatmaya devam ediyorlar. Değişen gastronominin ve onun yarattığı çılgınlığın izinde dünyanın en pahalı en zor yer bulunan restoranlarını barındıran Paris’te, sırf o ruhu koklamak için, artık turistikleşmiş olsa da, 120 yaşındaki Boullion Chartier’in önünde saatlerce bekler insanlar.
Bunları kaybettiğinde, şehir devasa bir beton yığını, insan öğütme makinesine dönüverir. İstanbul, çözülemeyen trafiği, kalabalığıyla insanları öğütürken, yemekten, mutfaktan konuşmak pek mümkün olmuyor. Bu köşede lüfer bayramlarını, marul bayramlarını yazmam bundandır. Bu hafta aslında Anadolu’nun peynir hazinelerinden bahsedecektim, aklımda o vardı. Haftasonu Kapadokya’da yapacağımız bir sıra tadımda Anadolu’nun müthiş peynirleri ile Kapadokya’nın şaraplarını eşleştireceğiz. Araştırdıkça ağız sulandıracak bu uyumu paylaşmak istemiştim ama bu hafta da bu kısmet olmadı. Ne demiş John Lennon, “Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.”
Benim için bu hafta Tuba Şatana’nın (istanbulfood.com’un sahibi, yemek-şehir hikâyecisi) mesajıyla başladı. Benim de çok sevdiğimi bildiği, Sirkeci’nin minicik köftecisi, ‘meşhur’ Filibe Köftecisi’nin tahliye edileceğini anlatıyordu. Diyeceksiniz ki, edilsin canım, bize ne? Kazın ayağı öyle değil... Yazının başında bahsettiğim, şehre ruhunu veren o dükkânlardan biri Filibe Köftecisi. Tıpkı geçen sene kapanan Pando Kaymakçısı, artık tabldotçu olan, meşhur Markiz Pastanesi gibi.
Herhalde köfteyi en çok seven milletlerden biriyizdir. Rumeli’den göç alan yerlerde özellikle, bol bol köfte bulunur, Ege’de neredeyse her kasabanın kendi adıyla anılan bir köfte çeşidi vardır. Salihli, Akhisar’dan başlayıp, Ege sınırlarını aşan köfte, İnegöl’e, Akçaabat’a hatta Tekirdağ’a kadar, yapıldığı yerlerin adıyla anılır.
Filibe Köftecisi’nin özelliği sadece çok iyi köfte yapıyor olması değil. Filibe Köftecisi 122 yıldır aynı yerde. Yaşı 100’ü aşkın kaç restoran, hatta kaç kurumumuz var ki? Beş kuşaktır aynı ailenin elinde, azıcık yeriyle ayakta duran bir aile işletmesi... Hayranlık uyandıracak bir tarih değil mi bu?
İstanbul’un en civcivli yerlerinden birinde 122 yıl boyunca ayakta durmuş ve üstelik, işini çok iyi yapan bir dükkânı yaşatamıyorsak zaten, belki de hakkında o çok ukalalık ettiğimiz ruhu kaybetmişiz de haberimiz yoktur, ne dersiniz?
Not: Son derece hızlı işleyen mahkeme süreci sonucunda tahliye kararı çıkmış ama tavrınızı ortaya koymak isterseniz: https://www.change.org/p/meshurfilibekoftecisi1893