Sakız ve pişmiş hamurun kokusu bana hep huzur vermiştir. Benim için ev kokularından birdir, tıpkı reçel yapılırken tüm evi kaplayan şeker ve meyve kokusu gibi. Paskalya çöreği kokusu aldığımda kendimi iyi hissederim. Oruç tutup bu lezzeti hak edenlerden değilsem de, Paskalya zamanı yılın en iyi zamanlarının başında gelir benim için.
Sadece çöreği için Paskalya’dan önceki gece balık yeme âdeti olması nedeniyle de çok severim bu tarihi. Tam kalkan mevsimine denk geldiğinden, sadece inananlar için değil, oburlar için de bir bayrama dönüşür Paskalya.
Kurtuluş’taki pastanelerin vitrinlerinde çikolatadan tavşanları görmeye başladığınızda anlarsınız Paskalya’nın yaklaştığını. İsa Mesih’in dirilip göğe çıkışının kutlanması yani Diriliş Bayramı, tüm Hıristiyanlar için senenin en kutsal dönemidir. Her sene bu zamanlara, Mart-Nisan aylarına denk geliyor.
Paskalya’nın kutlandığı tarihler, Pagan tanrılarından Babilli İştar’ın, doğaya bereketi ve uyanışı getirdiği tarihlerle aynı zamana rastlıyor. Onun sembolü olan tavşan da bu dönemde yapılan kutlamaların önemli bir sembolü olarak kutsanıyor. Zira tavşan doğurganlığı ve bereketi simgeliyordu.
Üstelik bu bayram Antik Anadolu’da Fenikeliler tarafından da kutlanırdı. Fenikelilerde bereket tanrıçası Astarte'nin simgesi de tavşan ve yumurtaydı. Babil’e kadar uzanan geleneklerde yeni yaşamın ve bereketin simgesi olarak yumurta hediye edilmesi âdetinin olduğunu görüyoruz.
Ermeni mitolojisinde de bu diriliş bayramının izleri var. Anlatıya göre, Ararat Kralı Aram’ın oğlu Ara Keğetsig (Güzel Ara) babasının yerine tahta çıktığında yakışıklılığıyla ün salmış. Ünü, Babil’in asma bahçelerini inşa ettiren Babil Kraliçesi Şamiram’a kadar ulaşmış ve Şamiram ondan kendisiyle evlenmesini istemiş. Nıvart’la evli olan Ara bu isteği geri çevirince, Şamiram ordusuyla Ara’nın üzerine yürümüş. Komutanlarına Ara’yı sağ olarak ele geçirme emri vermiş olsa da, Şamiram’ın ordusunun galip geldiği bu savaşta Ara ölmüş. Şamiram, Ara’nın bedenini sarayın çatısına çıkarıp burada tanrılara yalvarmaya başlamış; halka da “Tanrılar Ara’yı diriltecek” diye haberler salmış. Tabii, Ara dirilmeyince adamlarından birini Ara gibi giydirip onu dirilttiğini anlatmaya başlamış. Ara’nın öcünü almak için hazırlanan halk bu durumda isyandan vazgeçmiş. Ara’nın dirilmesi, işte bu olaydan sonra kutlanır olmuş.
Diriliş Bayramı’yla ilişkilendirilen bu hikâyeyi ilk defa Keğam Kerovpyan’ın ‘Mitolojik Ermeni Tarihi’ adlı kitabında (Aras Yay.) okumuştum. Hep kulaktan bildiğim bir hikâyeyi okumak benim için çok değerliydi. Kitabı Sarkis Seropyan çevirmişti. Sonra onun yazdığı ‘Cangülüm Anahit ve Kazben: Ermeni Tanrıları Konuşuyor’ adlı kitabını (Belge Yay.) okudum. Şimdi mitolojiyle alakalı bulduğum her şeyi okuyorsam, bunu Baron Seropyan’a borçluyum. Sadece ben değil bu topraklarda yaşayan herkes, farkında olmasa da Baron’a borçlu. Artık neredeyse sonuna kadar kökü kazınmış, yerinden yurdundan koparılmış kadim bir halkın dünyanın başlangıcından beri var olmuş hikâyelerini yaşattığı için kendimizi ona borçlu hissetmeliyiz.
Baron Seropyan bu sene Paskalya’yı göremedi. Geçen hafta, adlarını anmaktan çok hoşlandığı ve benim gibilere kim olduklarını öğrettiği, Anadolu’nun kadim tanrıları Anahid’in ve Aramazt’ın yanına gitti. Toprağı bol olsun.