8 Şubat 1938 tarihli Akşam gazetesinde ‘Bayram geliyor...’ başlığıyla yer alan İnhisar Likörleri ilanı, ‘Likör aldınız mı?’ altbaşlığıyla ve “Misafirinizi ağırlamak için en nefis ikramın İnhisar likörleri olduğunu unutmayınız” cümlesiyle devam ediyor.
İnhisar İdaresi, yüksek alkollü içki üretimini tekelinde bulunduran devlet kurumu. Bugün alkollü içki üreticisini nefes almaya çalıştığı her yerde boğmaya çalışan yeni ceberut devletle pek alakası olmayan bir durum... Gerçi 2000 yılında üretimine son verilen ve yıkılan Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın sadece gastronomik değil, mimari bir değeri de vardı. 1931 yılında inşa edilmeye başlamış, ‘ilk büyük modern inşaat’ reklamlarıyla tanıtılmıştı. Ünlü mimar Rob Mallet-Stevens tarafından yapılmış olan bu fabrika, çok değerli bir yerde bulunan araziye birkaç büyük blok dikmek amacıyla, kaşla göz arasında yıkılıverdi. Orada yapılan inşaat, asansöründe 10 işçinin öldüğü bir utanç abidesi olarak kalacak, İstanbul’un göbeğinde.
Bizim eve nane ve muz likörü dışında hazır likör hemen hiç girmemiş olsa da, devlet artık kendi ürettiği likörün reklamını yapmasa da, likör denince benim aklıma hâlâ iyi şeyler geliyor. Örneğin, adada mamamın yaptığı likörler... Özellikle de vişneden yaptıkları. Nadin, mamamın tarifiyle, onun baharatları sardığı bezi ve kavanozu kullanarak, onunkiler kadar güzel likörler yapıyor. Yıllarca, ondan kalan son likörleri neredeyse bir ayin havasında, damlalıkla içtikten sonra, Nadin’in yaptıkları da beni çok tatmin ediyor.
Bence likör yapmak, misafire likör ikram etmek sadece güzel bir şeyler tüketilmesine değil, eskinin incelikli âdetlerinden birinin yaşatılmasına da vesile oluyor.
Likör, düşündüğümüzden daha eskilere dayanan bir gelenek. Meyve, baharat ve bitkileri şeker ve alkolle karıştırıp lezzetlendirmek üzerine kurulu bir mantıkla üretiliyor likör. Adı da, Latince ‘liqureface’ (akışkan hale getirmek) kelimesinden türetilmiş. Ortaçağ’da keşişler tarafından üretilmeye başlamış, hâlâ çok popüler olan pek çok marka var.
Benedikten papazlarından Dom Bernardo Vincelli tarafından 1510 yılında üretilmeye başlayan D.O.M. Benedictine, bu likörlerden biri. Markanın başında ki D.O.M, ‘Deo Optimo Maximo’, yani ‘Tanrı, en iyi ve en üstün’ ifadesinin kısaltması. Bu çok özel likörün başına gelenler, kısa Avrupa tarihi gibi. Önceleri sadece manastırda tüketilirken, sonraları ünü manastırın sınırlarını aşıyor. Fransa İmparatoru I. François bile bu likörü keyifle içiliyor. 27 çeşit bitkiden üretilen, alkol oranı %40 olan bu likörün saltanatı çok sürmüyor. Fransız Devrimi sırasında, üretildiği manastır yıkıldığından, orijinal tarif de yok oluyor; ta ki 1863 yılında Alexandre le Grand adındaki bir şarap tüccarı, reçeteyi bir sahafta bulana kadar. O günden beri, küçük değişiklilerle de olsa üretilmeye devam ediyor. Mecidiyeköy’deki likör fabrikasında, bu efsanevi likörün bir replikası üretiliyor; adı da ‘Beğendik Likörü’ – epey yaratıcı bir isim!
Bu ve benzeri likörler pek çok bitkinin özlerinden üretildiği için, geçmişte, içene faydalı olduğuna inanılıyormuş. 1430-1512 yılları arasında yaşamış Alman kimyacı ve botanikçi Hieronymus Brunschwig, kitabında likörlerin her derde deva olduğunu, biti, pireyi kovduğunu, içenin düşünme gücünü artırdığını ve cesaret verdiğini söylüyor. Hepsinin de doğru olduğuna şahitlik edebilirim.