Kısa dedik, şöyle: Devlet Terörü. Erdoğan’ın şu andaki büyük başarısının, muhaliflerini susta durdurmasının kısacık sırrı bu.
Daha uzununu istiyorsanız: 1) Seksen yıl aşağılanmak yüzünden şimdi “Aman AKP gitmesin” diyen nüfusun yarısını maneviyatla ve/veya menfaatle doyurma; 2) Hırsızlığa, hukuksuzluğa, baskıya karşı çıkan diğer yarıya devlet terörü.
Bu “Bana sevdanın yolları, sana kurşunlar” tablosu Erdoğan Rejimi’nin kaçınılmaz akıbetinin de sebebi olacak. Çünkü ne denli amansız olursa olsun hiçbir rejim nüfusun yarısını ezerek devam edemez.
ZAFİYETİ ÖRTMEK İÇİN KABA KUVVET
17-25 Aralık rezaletleri yüzünden fevkalade kırılgan hale gelmiş Erdoğan, kendisinden olmayanı kırıp geçiriyor. Taktiği de, hani meşhur tabirdir, damat gelinin gözünü baştan korkutmak için kediyi tutup bacaklarından ayırırmış, aynen öyle yapıyor: İnanılmaz bir gözükaralıkla ve hukuksuzlukla kendi elinde topladığı devlet gücünü mesela Doğan Holding’i iflasa, Yargı’yı vesayete, Cemaat’i tenkile, Beşiktaş Çarşı’yı ağırlaştırılmış müebbede sürüklemek için kullanınca, en sağlam dediklerimiz arasında pısmayan pek az kurum, ürkmeyen pek az insan kaldı.
Korkunç baskının boyutlarını, birkaç gün önce internetten örgütlediğimiz son imza kampanyasında daha iyi gördüm.
Cemaat’e yapılan son baskınlar üzerine Temel Demirer ile Sibel Özbudun “Otoritaryanizmden totalitaryanizme: Artık her şey mümkün” diye bir yazı yazmışlardı (link). Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi olarak, bu metni “Artık Her Şey Mümkündür” diye biraz basitleştirdik, biraz ekledik, imzaya açtık (link) (link) (link) (link) (link) (link).
İmzaları arkadaşım Sait Çetinoğlu’yla birlikte topladık. Bana gelenlerin sayısı beklediğimin altındaydı. Bunu Sait’le paylaşınca, isimlerini vermeden, olgun yaştaki iki dostunun cevaplarını nakletti.
Yukarıda bahsettiğim o “kısa sır”, o iki cevapta çığlıklar atıyordu.
Sait’in anlattığına göre ikisi de 90’ına merdiven dayamış, bedenen ve zihnen çok sağlıklı iki yüksek bürokrat. Görevde iken ikisi de dürüstlük, özerklik ve cesaretleriyle tanınmış. Mali durumları yeterli. Mazileri tertemiz ve başarı dolu. Hayatta hiçbir açıkları, hiçbir vurulabilir yanları yok. O kadar ki, onlara laf eden kendini alay konusu yapar.
BİRİNCİ MEKTUP
Birincisi şöyle yazmış:
“Eşime okudum, korkuyorum dedi. İzah etti: O şiddetin ve hükmedenin gözü kör, dedi. Seni alıp götürürlerse ben ne yaparım, diye sordu. Buna dayanamayız, manen de maddeten de, dedi.
Esasen, bütün gün faşist, komünist, totaliter sistemlerin nelere kadir oldukları konusunda konuşmuştuk aramızda. Şimdi bu yaşlanmış dönemimizde beklemediğimiz, geleceğini öngöremediğimiz, insafı bulunmayan bir totaliter rejim tehdidiyle karşı karşıya olmak bizi sarstı.
Her Şey Mümkündür, demişsiniz. Evet. Bizi de korkutan bu, zaten. Karşı görüşün tepesinde sallanan Demokles Kılıcı.
Korkunun ecele yararı yok ama, şu önümüzde kalan birkaç gün, birkaç ay, belki birkaç yıllık dönemde işkenceye maruz kalmaktan ciddi şekilde korkuyoruz.
İlk kez geldi başıma bu, şunca yıllık hayatımda ilk kez. Belki eşimden sirayet etti.
Ama ben dün onun gözlerinde bu korkuyu gördüm. Daha önce benzer bir bakışı 6-7 Eylül gecesi çocukluk arkadaşım bir İstanbullu Ermeni’nin Kurtuluş’taki evinde görmüştüm, konutlarına saldıran güruhu kovalamak için gittiğim evlerinde.
Geçen yıl, internet ortamında mesaj değiş tokuşunun izlendiği konusunda bir uyarı almıştık.
İşte bütün bu nedenlerle de, sevgili dostum, sana olumlu cevap veremiyorum.
Bugün hava pek güzel. 21 derecede güneş altında öğle yemeğini yedik ve saat üçe kadar el ele oturduk.
Odama çıktım ve sana bu satırları yazdım. Kucaklarız”
İKİNCİ MEKTUP
İkinci dostundan hiç cevap gelmemiş. Diyor ki, aslında ona hiç yollamasam iyiydi ama listeye gönderdiğim için ona da gitti.
Hiç yollamasam iyiydi’nin sebebi: Geçenlerde, hatırlarsanız, Manisa ve Denizli’de kızlı-erkekli oturuyorlar diye öğrencilerin evleri basılmış ve kendilerine 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “çevreyi rahatsız etmek” maddesinden 88 lira para cezası kesilmişti (link).
Bu türden baskıları teşhir için, “Yeter Artık. Karışmayın!” diye bir basın açıklaması yazıp imzaya açtığımızda (link) (link), bu ikinci dostu şu cevabı vermiş imiş:
“Bildiri içeriğiyle tamamen hemfikirim. Ülkemiz polis devleti olma yolunda. Böyle yerlerde lideri ismen anarsan başına dert gelir. Ben bu yaşa geldim bana vız gelir ama iki damadım devlet memuru. Kızımın bir şirketi var ona da vergi memurları musallat olur. Vaktiyle Sovyetler Birliği’nde, Doğu Almanya’da revaçta olan usuller. Onlara bir kötülük gelmesin benim yüzümden, derim. Onun için bu sefer desteğim manevi düzeyde kalsın istersen. Sevgiler.”
Sait o gün dayanamamış, mealen demiş ki, bu yazmış olduklarınız Erdoğan’ın ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Bunun üzerine, şu gelmiş:
“Gerçekten, adamın esasen kör topal olan demokrasimizi iğdiş etmekte tam bir başarı elde ettiği acı bir gerçek. Onun için faydasına tam olarak inandığım bu bildiriyi bütün kalbimle destekliyorum.
Ama benim bir siyasi ağırlığım bulunmadığına, maruf bir kişiliğim olmadığına göre, bunu imzalamakla davaya faydam pek cüzi olacaktır. Buna mukabil, yakınlarıma büyük zararlar verebileceğimi de düşünüyorum. You Tube ve Twitter’i yasaklayan bir gözü karadan her türlü ihlal ve melanet beklenebilir. Bu da cennet vatanımızın bir gerçeği. Naapalım, seçimde bir hamle daha yapacağız.”
KAÇINILMAZ AKIBET
Görünürde çekineceği hiçbir şey olmayan dimdik insanları bile ürkütmeyi başardığı için Erdoğan son derece başarılı. Tebrik edilmeye gerçekten layık.
Ama unutmasın, muhalifleri (yani, toplumun yarısı) karşısındaki bütün başarısı bir KORKU İMPARATORLUĞU kurmuş olmasından geliyor.
Ve korku temelli bütün imparatorluklar gibi, onun da kaçınılmaz akıbeti, bir arıza halinde güüüüm diye devrilmek. Fazla sıkıştırılan her şey gibi. Saddam’ın heykeli gibi.
Ayağa dokunmayan taş, başa gelmedik iş olmazmış. Yeni değiştirdiğim ön cam sileceğinin altına yukarıdaki çamdan ufacık iğne düşüyor, o noktada cam silinemiyor.
Erdoğan açısından bu durum fazla güzel. “Fazla” güzel işler daima tehlikelidir.
Kendisini şu anda alkışlayanlar için de. Batacak gemiyi önce fareler terk edermiş; gemiciler oradan anlarmış.
Kitap Notu:
Ben pek polisiye roman okumam, ama çok tavsiye ettiler. “Tek” adlı bir tane çıkmış. Yazarı: Hakan Nordik. Besbelli müstear isim. Okumaya başladım, bayağı usta işi; yağ gibi gidiyor ve gerçekten örümcek gibi örüyor. Türkiye’de Azınlıklar kitabını yeniden yazmak yüzünden olağanüstü geç yattığım halde sabaha kadar okuyorum; nihayet bitti de uykularım kurtuldu.
Konusu acayip: Vaktiyle bir sürü faili meçhul cinayet işlemiş, işletmiş “muktedir” ve “dokunulmaz” adamları emekliliklerinde bir punduna düşürüp kaçıran birisi çıkıyor, adamları yaptıklarına öyle pişman ediyor ki, bir an önce ölebilmek için kafalarını ilk fırsatta duvara duvara vurmaya çalışıyorlar.
Düşmez kalkmaz bir Allah.
Araştırdım, öğrendim (link). Durur durur da ne yazarmışsın be Rüstem Batum!