LORA BAYTAR ÇAPAR

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK

Şimdi tam da Seropyan’la gezi organizasyonu mevsimindeyiz. Düşünsenize, soğuk bir Mart havası var İstanbul’da. Osmanbey’de, Sebat Apartmanı’nın birinci katında, içeri girince sol tarafta duran kitap yığınlarının arasında, Seropyan’ın masasında buluşmuşuz. Bir Cuma sabahı. Gazete çıkmış, iş bitmiş. Açmışız haritayı, rotayı çiziyoruz.

6 Şubat depremini herkes aynı yaşamadı. Kimi evsiz kaldı kimi kimsesiz. Evini yurdunu kaybeden de oldu, uzuvlarını, ailesini akrabasını arkadaşlarını da. Hep kendimi ve yaşananları kendi gözümden anlatmaya çalıştım ama biraz da kalanların hikayesini aktarmayı kendime görev sayıyorum artık. Öğretmen arkadaşım Gülçin Aktuğ, annesi, babası, kız kardeşi, eniştesi ve iki yeğeninin cenazesini aynı binanın enkazından günler sonra alabildi. Yaşadıkları sonrasında “Artık kendimi kimsenin hiçbir şeyi değilmiş gibi hissediyorum. Önceden teyzeydim, ablaydım, evlattım ama artık hiçbiri değilim…” diyor.

Zor bir gündü, ağır bir geceydi. Upuzundu, bitmek bilmedi. Kimse uyumadı o gece, 5 Şubat akşamından 6 Şubat akşamına kadar neredeyse her ilçede düzenlenen etkinliklerle deprem kayıpları anıldı. 04.17’de herkes nöbetteydi, genç, yaşlı çoluk çocuk üşenmemiş, soğuk havaya rağmen katılmıştı anmaya. Bahurlar yakıldı, meşalelerle yürüyüşler yapıldı.

Önce uzaklaştık şehirden, sonra geri döndük. Farklı şehirlerde hayat kurabilenler, dönme umuduyla, yaşamlarını ‘gurbet’te sürdürüyor. Her doğan günün sabahına “Bir gün Antakya’ya döneceğim” umuduyla uyanıyor. Ama kuramayıp geri dönenler ya da farklı hayat imkânları olmayanlar için eğreti hayatlar bitmek bilmedi. O kara gecenin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ çadırlarda yaşayanlar var.

Temmuz 2003’te İsrail’e ilk kez, Avrupa Konseyi’nin İsrail’de düzenlediği ‘Beyond the Barriers’ başlıklı toplantısına Türkiye Ermenileri adına gitmiştim. Baron Hrant’a (Dink) katılımcı sorulduğunda, o da beni önermişti .Atölye çalışmalarında dünyanın pek çok ülkesinden genç katılımcı olduğu gibi İsrail’den ve Filistin’den de gençler vardı. Biraraya gelebiliyor, tartışabiliyor, fikirlerini çekinmeden söyleyebiliyorlardı. Hatta ilginç bir detay da şuydu: İsrail’de uyuyor, Filistin’de yemek yiyorduk.

Diyor ki takvim, “Bugün 6 Ekim. Depremin üzerinden sekiz ay geçti. Kış geliyor.” Peki biz buna hazır mıyız? Cevap çok net: “Hiç değiliz.” Doğruluğundan emin olduğumuz bir bilgiydi bu ve biz bu bilgiyi, bu hafta yaşayarak teyit etmiş olduk.

Böylece 2021 yılında, ‘her evden bir kadın’ sloganıyla Vakıfköy Kadın Kooperatifi kuruldu. 33 kadın, bir şirket gibi işleyen kooperatifin bir yandan kâr ortağı, bir yandan da işçisi. Yani kadınlar hem üretimde çalışarak yevmiye kazanabiliyor, hem de kar ortağı olup iki kez kazanç sağlamış oluyorlar. Köy kilisesinin vakıf yönetimi bu konuda sonsuz destek verdi kadınlara.

Bize bir iş verirken “Acaba yapabilir mi?” diye düşünmezdi Baron Hrant; işi verir, sonucunu çarşamba gecesi prova sayfalarda okurdu. Onlarca hata yaptık muhtemelen, ama hiçbiri için başımızı eğdirmedi, bize her şeyi yapabilecek güçte olduğumuzu fark ettirdi.

Antakya’ya göç etmek büyük bir karar gibi görünüyor olabilir ama aslında, İstanbul’a doymuş biri için gayet kolay bir karardı. 2009 yılında tanımıştım eşimi. 2012 yılında arkadaşlığımız evrilip evlilik yoluna girdiğinde, Cem’in İstanbul’a gelmesi gibi bir beklentim olmadı. Çünkü yaşam alanını değiştirmemek için kuvvetli gerekçeleri olan, köklerine, toprağına bağlı biri Cem. Bense İstanbulluydum ama köklerim Kayseri’de. Sarkis Seropyan’ın yanında Türkiye’nin her yerini dolaşmıştım, bu toprakların herhangi bir yerinde yaşamaya hazırdı ruhum.

Suriye-Beyrut-Kanada üçgeninde yaşayan ama Musadağlı olarak ölen Abrahamian, son nefesini vermeden önce, küllerinin eşi ve çocukları tarafından Musa Dağı’na serpilmesini istemişti. Şimdi bu son görevin zamanıydı. 15 Ağustos’ta, sıcaklığın 45 ile 50 derece arasında gidip geldiği gün gerçekleştirildi bu dilek.