OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Takıntılı Ermeniler, sağlıklı Rumelililer

Bu yılın başlarında Alper Görmüş Taraf’ta ve Etyen Mahçupyan Zaman’da, Ermenilerin neden 1915’e “takılıp kaldıklarını” ve onlardan farklı olarak, Rumeli’den –ve Kafkasya’dan– Anadolu’ya sürülen Müslüman-Türklerin neden bu anıları unutmayı tercih ettiklerini konu edinen bir dizi yazı yazdılar (Mahçupyan daha sonra bu konuyla ilgili birkaç yazı daha yazdı, merak edenler Zaman gazetesinin internet arşivinden bulabilirler). O zaman da bu konuda bir şeyler yazmaya niyetlenmiş ama hem haftalık yazmam hem de araya giren konular sebebiyle fırsat bulamamıştım. İzninizle, Saroyan’dan da yardım alarak birkaç yazıyı bu konuya ayırmak istiyorum. Çok ayrıntılı ve ‘derin’ olan bu konuyu bir-iki köşe yazısında bütünüyle ele almak tabii ki mümkün değil. Bu yüzden, yukarıdaki yazarların da kısmen belirttiği genel/ilkesel bir-iki noktaya kısaca değindikten sonra, daha ziyade Ermenilerin 1915’ten sonra kitlesel olarak yerleşmek zorunda kaldıkları ülkelerde nasıl bir durumla karşı karşıya kaldıkları üzerinde duracağım (Saroyan yardımı burada devreye girecek). Başka bir deyişle, ilk kuşak diasporanın durumuna bakacağım. Bu nokta, Görmüş ve Mahçupyan’ın da dikkat çektiği gibi, Ermenilerin neden 1915’e takılıp kaldıklarını açıklayan faktörlerden biri olduğu için önemlidir; gerek Ermenilerin durumunda, gerek Rumeli-Kafkas göçmenlerinin durumunda, daha sonra yaşanan hayat, geçirilen felakete karşı takınılacak tavır üzerinde belirleyicidir.

Ermeniler - Rumeli göçmenleri kıyaslamasına ilişkin olarak değineceğim ilk genel-ilkesel nokta “Biz unuttuk, siz de unutun” demenin ahlaki boyutuyla ilgili. 1915 söz konusu olduğunda Ermenilere, sıkça, “o zamanlarda herkesin çok acı çektiği, nitekim Rumeli ve Kafkas Müslümanlarının da büyük acılar yaşadığı, artık bunların unutulması gerektiği” söylenir. Bunu söyleyen, kimi zaman, bizzat o Müslümanların torunlarından biri de olabilir. Burada, “Biz unuttuk, siz niye unutmuyorsunuz?” cümlesi anlamaya yönelik bir soru değil, unutmaya davet eden bir çağrıdır. Bir kişinin veya toplumun acılarını, kendine yapılan kötülükleri, haksızlıkları –telafi edilmeden– unutması, nihayetinde kendi bileceği iş; fakat başkalarından da aynı şeyi beklemesi, hatta bunu dayatması, beklediği yanıtı ve tavrı göremeyince de ötekini ‘siyasi kötü niyet’ sahibi olmakla suçlaması hiç de ahlaki değil. Başka bir deyişle, birinin başka birine “Ben nasıl adaletten vazgeçtimse sen de geç” demesi, bir nevi ‘ahlaksız teklif’. Bu nasıl bir acı ve adalet aritmetiğidir, nasıl bir ızdırap denklemi kurulmaktadır ki, sonunda kalan ‘sıfır’ olsun? Tabii, bir ihtimal daha var ki, o da, Rumeli-Kafkas göçmenlerinin, Anadolu’ya geldikten sonra yaşadıkları hayatı kendilerine yapılan zulmün ve adaletsizliğin maddi-manevi telafisi olarak görmeleri ve dolayısıyla ortada onlar için bir adaletsizlik kalmadığından, acılarını daha kolay unutabilmiş olmaları ihtimalidir. Ne Türkiye Ermenileri, ne de diaspora Ermenileri böyle bir maddi-manevi ‘iyileştirici’ telafi sürecinden geçti.

İkinci nokta, Ermenilerin ve Rumeli-Kafkas göçmenlerinin başına gelenlerin failler tarafından nasıl anlatıldığı ve buna ‘kurbanlar’ın verdiği tepkilerle ilgili. 1915’te Ermenilerin başına gelenlerin Türkiye’de devlet ve geniş halk kesimleri tarafından genel olarak nasıl anlatıldığı malum, burada bir kere daha tekrar etmeye gerek yok. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Balkan Müslümanlarının başına gelenlerin Bulgaristan, Sırbistan ve diğer Balkan ülkelerinde bugün nasıl anlatıldığına dair yeterli bilgim yok; ama oralarda bu hikâye, buralarda Ermenilerin başına gelenler gibi, yani sanki Müslümanlar bir sabah kalkmışlar, artık Balkanlar’ın havasının kendilerine iyi gelmediğini fark ederek ve “Eh, bu kadar misafirlik yeter, bize müsaade” deyip birinci mevkiden Anadolu’ya bir bilet almışlar gibi anlatılıyorsa, ve bugün Balkan göçmenlerinin torunları bu anlatımı umursamıyor, düzeltilmesi için mücadele vermiyorsa, kimse kusura bakmasın, asıl ‘tuhaf’ olan bu tepkisizliktir, Ermenilerin adalet arayışı değil. Yok, bugün Balkan ülkeleri geçmişte Müslümanlara yapılan kötülükleri tanıyor, hakkını teslim ediyor, gerektiği gibi anlatıyorsa, demek ki Türkiye’nin Ermenileri ‘takıntılar’ından kurtarmak için izlemesi gereken yol da budur.

Haftaya Saroyan üzerinden birinci kuşak diaspora deneyimine ve bunun Ermenilerin 1915’i unutmamasına olan etkisine bakacağız.