OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkleri ikna etmek

 

Türkiye’de, başta Kürtler olmak üzere farklı dini ve etnik grupların karşı karşıya kaldığı sorunları çözmek için Türkleri ikna etmenin şart olduğu, gerek resmi gerek sivil çeşitli ağızlardan sıkça dile getirilen bir düşünce haline geldi. Siyasi düzlemde doğruluk payı olmakla birlikte, bu iddia devlet/hükümet tarafından hakları teslim etmemenin bir bahanesi olarak da kullanılıyor. Kaldı ki, ‘Türkler’ denen kesim ikna edilemezse ne olacak? Diğerleri haklarından vazgeçip kaderlerine mi küsecekler? Ayrıca, bu ikna meselesiyle ilgili başka sorular da sorulabilir. İkna etmeye çalıştığımız kitle nasıl bir kitle? Bu kitleyi neye ikna edeceğiz? Kim ikna edecek ve halihazırda ikna etmek için ne yapılıyor?

Bu kitle öyle bir kitle ki, devlet onları tarihin hem en güçlüsü, hem en mağduru olduklarına çok uzun süredir inandırmış. Hem ‘dünyaya bedel’, hem ‘kandırılmış’, hiçbir zaman yenilmemiş ama sonunda kaybeden olduklarına ikna edilmişler, adeta buna iman ettirilmişler. Kaybetmiştir, çünkü etrafı iç ve dış düşmanlarla çevrilidir. Bu kitlenin her bir mensubu istisnasız dürüsttür, ‘mert’tir, gerekirse ‘gözükara’dır, ‘sabırlı’dır ama ‘sabrı bir taşarsa kimse önünde duramaz’. Aksi bir örnek varsa soyundan şüphe etmek gerekir. Bütün mertliklerine, dürüstlüklerine rağmen iç düşmanlar tarafından her defasında ‘arkadan hançerlenmişlerdir’. Bugün de değişen bir şey yoktur, bugün de bütün dünya onlara karşıdır, dört tarafını çevrelemiş, gerek iç gerek dış düşmanlar hâlâ açıklarını kollamaktadır.

 Anahatlarıyla böyle bir ruh ve düşünce dünyası olan bir kitleyi, bu toprakların tarihinde Ermenilere, Rumlara, Kürtlere –ve diğerlerine– en hafif tabiriyle haksızlıklar yapıldığına, dolayısıyla bunların tamiri için birtakım uygulamalara gidilmesi gerektiğine ikna etmek gerekiyor. Bunu yapacak olan tek değil ama en önemli aktör de devleti idare edenler olacak. Yani, devletin bir bakıma bu kitleye 90 senedir söylediklerinin tersini söylemesi, bugüne kadar öğrettiği tarihin aslında o kadar da doğru bir tarih olmadığını itiraf etmesi gerekecek. Türkleri ikna etmenin başka yolu yok. Hem şimdiye kadar anlattığınız tarihi anlatmaya devam edeceksiniz, hem de Kürtlerin ve diğer etnik-dini grupların sorunlarının çözümü için Türkleri ikna etmeye çalışacaksınız; olmaz, ikisini aynı anda yapamazsınız. Türkleri ikna etmek için onlardan sakladığınız gerçekleri açıklamanız lazım, çünkü asıl mağdurun kendisi olduğunu düşünen birinin ötekinin hakkını tanıması çok zordur.

Peki, bu yönde ikna çabaları var mı? Başka bir deyişle, Türkleri ikna etmek için neler yapılıyor? Devletin tarih anlatısında bir değişiklik var mı? Dersim meselesinde, özür müydü değil miydi anlaşılamayan bir hamle dışında pek bir değişiklik yok gibi gözüküyor. Son Newroz kutlamaları bunun bir göstergesi olarak okunabilir. 1990’ların sonuna kadar Newroz’u ne kutlayan, ne kutlatan devlet bir anda Newroz’un aslında Türk bayramı olduğunu keşfetti, ki olabilir. Nihayetinde, kutlanan şey baharın gelişi olduğuna ve insanlık pagan dönemlerden beri bunu kutladığına göre, diğer insanlar gibi Türkler de baharın gelişini kutlamışlardır illaki. Ama Newroz kutlamalarının dünyaya Türklerden yayıldığını söylemek biraz abartı olmuyor mu? Yıldıray Oğur’un 22 Mart tarihli Taraf yazısında aktardığına göre, bazı devlet erkanı, tam olarak söylemek gerekirse Nevşehir Valisi, Kütahya ve Samsun vali yardımcıları aynen böyle söylemiş. Bu, medeniyetin dünyaya Türklerden yayıldığını iddia eden, 1930’ların Türk Tarih Tezi’nden başka bir şey değil. Samsun Vali Yardımcısı bununla da yetinmemiş, “Bugün milyonlarca metrekarelik bir coğrafyada yaşayan bizden uzakta soydaşlarımız var. Çin sınırından Balkan coğrafyasına kadar yaşayan Türk halkları var. Bizler aynı dili konuşuyor, aynı yüreği paylaşıyor ve aynı kanı taşıyoruz” (Türkiye’nin gen haritası çalışmalarında Orta Asya halklarıyla aynı kökene işaret eden yeterli bulguya rastlanmadığını da not düşmek gerek). Türklüğü böyle tarif ettiğiniz, böyle konumlandırdığınız, kan bağı vurgusu yaptığınız sürece, Türkiye’de birlikte yaşam sorunlarını çözemezsiniz. Türklere bir yandan eski masalları anlatıp, bir yandan da Kürt sorununun çözümüne ikna olmalarını bekleyemezsiniz.