Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanının belli olacağı seçime sayılı günler kala, Serdar Korucu, önceki 11 cumhurbaşkanının Ermeni Soykırımı ve Ermenilerle ilgili söylemlerini bir araya getirdi. Tablo hiç de parlak değil.
SERDAR KORUCU
10 Ağustos’ta ilk turu başlayacak seçimle birlikte Türkiye 12. Cumhurbaşkanını seçecek. İlk kez halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı, Ankaralı bir Ermeni tüccar tarafından yaptırılan “Kasapyan Bağevi” ya da bugünkü adıyla Çankaya Köşkü’nde devletin zirvesine çıkacak. Bu süreçte üç aday için seçim yarışı hızlanırken Ankara’da dengeler değişir mi bilinmez ama bugüne kadar süregelen tek şey, (rakam yanlış telaffuz edilse de) 864 rakımlı tepeye çıkanların Ermeni Soykırımı ve Ermenilerle ilgili görüşlerinin birbirinden çok da farklı olmaması…
'Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur'
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk reis-i cumhuru yani cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, “Ermeni meselesi” üzerine halk önündeki en net çıkışını, cumhuriyetin ilanından 7 ay önce 16 Mart 1923’te Adana’da yaptı.
“Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.”
Mustafa Kemal'e göre katliamı yapan Ermeniler!
“Ermeni katliamı” tartışmasında Ankara’nın tavrını ortaya koyan Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanının ardından tutumunu 1927 yılının Ekim ayındaki “Nutuk” konuşmasında da ortaya koydu.
“Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. (…)
Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı.”
İnönü Ermenileri Varlık Vergisiyle vurdu
10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal’in ölümünün ardından Çankaya’ya çıkan isimse, 1935 yılında Şark seyahati düzenleyen ve kendi ifadesi ile “vakti ile müreffeh Ermeni köylüleri tarafından işgal olunan yerleri” gören sonrasındaysa Ankara’ya “Boşaltılmış olan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleşmesi engellenmelidir” raporunu ileten İsmet İnönü oluyordu.
İnönü’nün tüm Ermenilerle birlikte tüm gayrimüslimleri hedef alan icraatları İkinci Dünya Savaşı döneminde peş peşe geldi. “Yirmi Kura Askerlik” diye de bilinen amele taburlarının ardından 1942’de yürürlüğe giren Varlık Vergisi ile sermaye “Türkleştirildi”.
Yasaya neden olarak “gözü doymaz tüccarlar” gösterilirken gerçek niyeti gösteren açıklama, İnönü’nün hükümetleri döneminde bakanlık yapan, onun Çankaya’ya çıkmasının ardındansa Başbakan olan Şükrü Saraçoğlu’ndan gelecekti:
'Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”
Yasa ile Ermeniler en yüksek vergiyi % 232 ile ödemek zorunda kalıyor, ödeyemeyenler de Aşkale’ye “çalışmaya” gönderiliyordu.
Celal Bayar'dan Talat Paşa'ya: O Benim Şef'im!
İnönü dönemini sona erdirense 14 Mayıs 1950 seçimleri oldu. Sandıkta CHP’yi açık ara geride bırakan Demokrat Parti iktidara geldiğinde Celal Bayar devletin zirvesine oturdu.
Bayar’ın Çankaya Köşkü’ne çıkmadan önce yaptığı en “önemli” işlerden biriyse 1915’te Dahiliye Nazırı yani İçişleri Bakanı olan ve soykırımdaki sorumluluğu nedeniyle 15 Mart 1921’de Berlin’de Soğomon Tehliryan tarafından vurulan Talat Paşa’nın cenazesinin iadesini sağlamasıydı.
1939’da Başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra vekil olarak Meclis’te bulunan Bayar’ın Saraçoğlu’na başvurusu üzerine hükümet harekete geçerek Talat Paşa’nın cenazesini getirtmişti.
Celal Bayar, Talat Paşa’nın eşi Hayriye Talat Bafralı’nın kendisine gönderdiği, Ermeni soykırımını kendi kalemiyle şiddetle reddettiği, isyan eden Ermenilerin yer değiştirilmesi kararı sırasında yaşanan üzücü hadiselerdeyse hiçbir kastının bulunmadığını savunan anılarının da Türkiye’de yayınlanmasına önayak olmuştu.
Celal Bayar’a yıllar sonra bu süreç sorulduğunda, Talat Paşa’yı övgü ile anacaktı:
“Meşrutiyet’in ilanından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonuna kadar beraberdik ve şefimdi. Çok vatanperver, kudretli ve mümtaz bir şahsiyetti. Kendilerinin memleket dışında hain bir Ermeni kurşunu ile şehit edildiği malumdur”
1915'ten sonra çıkan ilk sesi susturan Cemal Gürsel
Bayar’ı Çankaya’dan indirense 1960 yılındaki 27 Mayıs darbesiydi. Askeri müdahalenin ardından Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu.
1961 yılının Temmuz ayında dönemin Temsilciler Meclisi Üyesi Hermine Kalustyan’ın da aralarında bulunduğu bir heyetle Çankaya’ya giderek yeni cumhurbaşkanı ile görüşen Ermeni Başpatriği Vasgen Balcıyan “Gürsel çok zeki bir şahıs, iyi ve büyük bir kalbe sahip” dese de bu ziyaretten sadece iki ay sonra Gürsel’in adı başını çektiği darbe sonucu eski başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamı ile anılacaktı.
Türkiye’de askeri darbenin yarattığı kaos ve korku ortamı sürerken soykırım nedeniyle dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeniler’se Beyrut başta olmak üzere dünya genelinde 24 Nisan 1965’te atalarını anmaya ilk kez başlıyordu. Gürsel yönetimindeki Türkiye’de Ankara yönetimi sessizliğini korudu ancak medya yolu ile baskı altına alınan Türkiyeli Ermeniler arasında bir grup aynı gün, 24 Nisan’da Atatürk anıtına çelenk bırakıyordu. Gazetelerdeyse dini liderler ve toplumun “önde gelen”lerinden sadakat mesajları ve mektuplar yayınlanıyordu. Yurtdışındaki Ermeniler arasında da anavatanlarındakileri düşünerek mektup yollayanlar vardı. Ve bu mektupların adresi Cemal Gürsel oluyordu.
“Efendim, birçok masum Ermeni’nin yokolması vakıalarını bilmiyor değilim. Annemin şahit oldukları fantezi şeyler değildir. Bunlar gerçekti… Ermeni’nin ıstırap çektiği gibi Türk de ıstırap çekmedi mi? Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra yaranın kabuk bağlamasını önlemekten maksat nedir?
…
New York’ta Ermenilerin Türkiye aleyhinde gösteri yapmış oldukları dikkatinize sunulmuştur. Amerikalı bir Ermeni olarak bu insanların alçakça davranışlarına kesinlikle karşı olduğumu ve savundukları her şeyi tam bir tiksinti hissi ile reddettiğimi belirtmek isterim.”
Ldvart Taşçı / 17 Kasım 1965 - New York
Ermenilerin sesine kulak tıkayan Cevdet Sunay
Cemal Gürsel’in rahatsızlığı nedeniyle Çankaya’dan ayrılması üzerine yerine yine bir asker, darbe döneminin Genelkurmay Başkanı olan Cevdet Sunay TBMM tarafından “seçilerek” devletin zirvesine çıkıyordu.
Sunay’ın döneminde soykırımı dünya kamuoyunun gündemine taşımaya çalışan Ermenilerin çabaları artıyordu. 1967 Nisan’ında ABD’ye yaptığı ziyaret öncesinde Cevdet Sunay’a hitaben bir mektup ABD Milli Ermeni Komitesi tarafından New York Times gazetesinde yayınlanıyor ve Ermeni meselesinin Birleşmiş Milletler gündemine alınmasını istiyordu. Bu talepler Sunay’ın Paris ziyaretinde de devam etse de Ankara tüm seslere sessizlikle yanıt veriyordu.
12 Mart 1971’deki muhtıranın ardından Cevdet Sunay değişen ülke dengelerini tutturmaya çalışırken, Türkiye kamuoyunun gündeminden düşen soykırım tartışmasının fitilini, 27 Ocak 1973’te Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve konsolos Bahadır Demir’in ABD’li Ermeni Mıgırdiç Yanıkyan tarafından öldürülmesi ateşliyordu. Artık medyada yeniden soykırım gündeme gelse de Sunay yayınladığı mesajlarında sadece iki Türk diplomatın elim kaybının yasını tuttuğunu belirtiyor ve “ABD’deki tahkikatın çabuk neticelendirileceği ve gereken bütün tedbirlerin alınacağına yönelik” kanaatini ortaya koyuyordu. Yani yine Ermeni soykırımı tartışmasına değinmemeyi tercih ediyordu.
ASALA'nın eylemlerini kınayan Fahri Korutürk
Sunay’ın ardından Çankaya’ya çıkan isimse 1960 darbesi öncesinde Deniz Kuvvetleri Komutanı olan, darbe sonrasında emekliye sevk edilerek büyükelçilik görevi verilen Fahri Korutürk’tü. Üç partinin desteği ile zirveye yerleşen Korutürk için öncelik Kıbrıs’ı ikiye bölecek olan askeri harekat olsa da Ermeni Soykırımı bu kez silahlı eylemlerle gündeme gelecekti.
1975 yılında Viyana’daki ilk suikastlerinde Türkiye’nin Büyükelçisi Danış Tunalıgil’i hedef alan ASALA eylemlerini Korutürk’ün Cumhurbaşkanlığı boyunca sürdürse de Çankaya’dan gelen açıklama hep tondaydı: “Saldırıları kınıyoruz”
Evren'in Çankaya'ya taşıdığı bir klasik: Sabrımız taşmak üzere
Köşk’ün en farklı portrelerinden biri ise, 12 Eylül 1980’deki darbesi ile önce “devlet başkanı” unvanını alan, 1982’de ise Cumhurbaşkanı koltuğuna oturan eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’di. Evren geçmişteki ülke liderlerinin aksine meydanlarda soykırım tartışmasını konuşuyor, ASALA’nın eylemlerine tepki gösteriyordu. Üstelik Ankara’nın o güne kadar kurduğu pek çok tezi (“Ermenilerin Osmanlı’dan beri toprak talep ettiği” gibi) yıkıyordu.
“Atatürk devrinden beri hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun en zayıf döneminden beri niye bizden toprak istemediler de şimdi toprak istemeye başladılar? Çünkü memlekette kargaşalık, iç savaş tehlikeleri başlayınca akbabaların leşlere üşüştükleri gibi bunlar da acaba bizden bir şey koparabilir miyiz diye seslerini yükseltmeye başladılar. Türk milletinin çok sabırlı olduğunu, ama sabrı taştığı zaman önünde hiçbir engel tanımayacağını bunlar çok iyi bilmelidirler. Avrupa’nın birkaç şehrinde kendi kiliselerinde kendi binalarında bombalar patlattılar, bizim kurduğumuzu beyan ettikleri bazı kuruluşların bunu yaptığını ileri sürdüler. Eğer böyle bir teşkilat kuracak olursak böyle acemice işler yapmayız, bizi buna mecbur etmesinler, sabrımız taşmak üzeredir.”
Evren, ASALA’nın her eylemi sonrasında benzer açıklamalar yaparken, Ermeni toplumunaysa 1980’de yayınladığı “Türk Ermenilerinden Gerçekler” kitabında 1965’ten itibaren Ankara yönetimine destek veren Türkiyeli Ermenilerin görüşlerini bir araya toplayan Jamanak gazetesi üzerinden seslendi.
“Dün olduğu gibi bugün de milletimizin birliğine, yurdumuzun bütünlüğüne yönelik saldırılara tek bir vücut olarak karşı koymamız gerektiğini savunan, memleketimiz aleyhinde sürdürülen iftira kampanyasına karşı koyan Jamanak gazetesinin tüm insanlık için dostluk ve kardeşlik dolu yayınını daha uzun seneler sürdürmesi içten temennimizdir.
Bu vesileyle Jamanak aracılığıyla Ermeni vatandaşlarıma seslenip, şu hususu sarahaten belirtmek isterim ki; milletimizin birliğine yönelik saldırılar dün nasıl kırılmış ise, bugün de gelecekte de aynen kırılacak, bu caniyane saldırıların müsebbipleri hak ettikleri cezayı er veya geç bulacaklardır”
Turgut Özal'dan Ermenistan'a Bomba'lı çözüm
Darbe döneminin ardından sivil siyasi hayata geçilirken Cumhurbaşkanlığı makamına da askeri geçmişi olmayan bir isim, Turgut Özal geliyordu. Özal, pek çok konuda “yenilikçi” görülse de ülkenin zirvesinin Ermeni Soykırımı ile ilgili politikasının devamını getireceğinin işaretini daha 1983 yılında ANAP lideriyken veriyordu.
“Borç yiğidin kamçısı derler. Ama mühim olan borcu ödeyebilmektir. İyi idareler getirirseniz ve bunlar işi sağlam tutarsa ve Allah’ın yardımı olursa 10 seneye kalmaz Türkiye Avrupa’nın belli başlı ülkeleri arasına girer. O zaman karşımızda Ermeni katillerini koruyacak ülke kalmaz.”
ASALA ile mücadelede “ekonomik gelişme”nin yeterli olduğunu savunan Özal, Başbakanlık koltuğuna oturduğundaysa yaptığı açıklamalarda Evren’in “Ermeniler Osmanlı’da toprak istemediler” tezine ise karşı çıkıyordu. Ona göre Ermeniler geçmişte de “terör” eylemleri yapmıştı.
“19’uncu asrın sonlarına doğru giderek zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında gözü olan dış güçlerin de teşvik ve desteği ile Ermeniler ülke içinde ve dışında kurdukları komiteler vasıtasıyla hükümete ve Müslüman nüfusa karşı terör eylemlerine girişmişlerdir.
Bugün de tarihi tahrif etmek gayreti içindeki propagandalarla ve caniyane eylemlerin ardına sığınarak Türkiye’den bir şeyler koparma gayretlerinin sürdürüldüğü görülmektedir”
Özal, soykırım tartışması gündemdeyken patlak veren Ermeni-Azeri gerilimi üzerine en tartışmalı çıkışını ise 1993 yılında Kırgızistan’a yaptığı gezide yapıyordu:
“Artık Karabağ meselesi yok ortada. Ermenistan’ın büyük Ermenistan hayali var. Bu meydana geldi, peki sonra ne yapacaksınız? Burada duracak mı acaba? ... Türkiye nereye kadar gidebileceğini çok iyi hesap eder… Ermeni hududunda siz ciddi bir manevra yapsanız, iki üç tane de merminiz oraya düşse ne olur? Gelip Türkiye’ye müdahale mi edecekler?”
Soykırımı reddetme duayeni: Süleyman Demirel
17 Nisan 1993’te Turgut Özal’ın yaşamını yitirmesi ardından, Türkiye siyasi tarihinde 5 dönem başbakanlık yapmış siyasetin deneyimli ismi Süleyman Demirel TBMM’de seçilerek devletin zirvesine çıktı. Demirel, geçmişteki cumhurbaşkanlarından farklı olarak Ermeni soykırım tartışmasında deneyimli bir isimdi. Ne de olsa 1975 yılında başlayan ASALA’nın eylemleri onun Başbakanlığı dönemine denk gelmişti.
“Olay vahşettir. İki gün önce bir Türk Sefirini de şehit ettiler. Barbarlığın ötesinde, insan aklının almayacağı bir vahşet bu. Türkiye’nin bu konuda gerekli girişimlerde bulunacağından kimsenin şüphesi olmasın.”
“Avrupa’da vahşet kol geziyor. Bu cinayeti işleyenlerin yanına bırakmayız”
Demirel’in Ermeni Soykırımı üzerine görüşlerini kamuoyuyla paylaşması ise konunun ABD’nin gündemine gelmesi ile oldu. 1990’da DYP lideri olan Demirel hem soykırım tartışmasına hem de Cumhurbaşkanı Özal’ı “orta yol” arayışında bulunduğu iddiasına tepkiliydi.
“Ermeni iddiaları konusunda ABD ile pazarlık yapılamaz. Türkiye’nin haysiyeti, onuru pazarlık konusu edilemez, haysiyetiyle oynanamaz. Hangi tarihi söylerlerse söylesinler tarihin tahrif edilmesi durumu değiştirmez. Bu konuda bir pazarlık yapılması kabul edilemez.”
Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde de net tavrını sürdürdü. Ona göre hem Kürt hem de Ermeni sorununun altında Türkiye’yi parçalama amacı vardı:
“Bunların (Batı’nın) ne istediğini biliyorum. Sevr’i istiyorlar. Fırat’tan ötesini istiyorlar. Ne yapsak Batı’yı tatmin edemeyiz. Biz Osmanlı bakiyesiyiz. Osmanlı’dan 25 devlet çıkmış. İki devlet çıkmamış. Kürt devleti ve Ermeni devleti… Kolumuzu kestirmeyiz.”
Sezer'in stratejik Ermeni çıkışları
Demirel’in 7 yıllık cumhurbaşkanlığı dönemini doldurmasının ardından bu kez Çankaya’ya bir hukukçu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer geldi. 16 Mayıs 2000’de cumhurbaşkanı olan Sezer’in TBMM’nin 21. Dönem Üçüncü Yasama yılı açılışı konuşmasında yaptığı en önemli çıkışlardan biri Ermeni lobisinin ABD’deki faaliyetleri üzerine oluyordu.
“ABD ile ilişkilerimiz stratejik ortaklık olmuştur. Militan Ermeni çevrelerin ABD’nin iç politika dinamiklerini istismar çabalarının boşa çıkmasını ve salt oy kaygısıyla ulusal çıkarlarını gözardı eden kimi üyelerin sağduyulu tutum takınmalarını diliyorum”
Sezer, 2002 yılının Nisan ayında Ankara’daki Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün kongresine gönderdiği mesajındaysa 1915’e bakışını net ifadelerle ortaya koydu. Ahmet Necdet Sezer’e göre, Birinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen kimi üzücü olaylar çarpıtılıyordu, Türkiye ve Türk tarihini sözde soykırım suçuyla karalanmak isteniyordu.
Annesinin Ermeni olduğu iddiasını mahkemeye taşıyan Gül
Sezer’in cumhurbaşkanlığı süresinin sona ermesinin ardından 2007’deki sancılı seçimle Çankaya’ya çıkan isim 2002 yılından bu yana iktidarda olan AK Parti’nin kurucu kadrosunda yer alan Abdullah Gül oldu.
Ermeni soykırımı tartışmaları ile Dışişleri Bakanlığı döneminde de “mücadele” eden Abdullah Gül, 2003 yılında soykırım yıldönümünde Fransa’da dikilen soykırım anıtına tepki göstermiş, Türkiye’nin tarihinin açık ve berrak olduğunu belirterek, “arşivlerimiz herkese açıktır” demişti.
Gül, cumhurbaşkanlığının daha ilk yılındaysa 2008’de “Ermenilerden özür diliyorum” kampanyasına destek verdiği iddiası ile CHP milletvekili Canan Arıtman’ın eleştirilerinin hedefi oldu. Arıtman’ın “Gül, cumhurun yani Türk milletinin Cumhurbaşkanlığı’nı yapsın, etnik kökenin değil. Sayın Gül’ün annesinin etnik kökeninin Ermeni olduğunu İzmir’deki meslektaşım, Sayın Gül’ün dayısı İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi’nde Nöroloji uzmanı Dr. Ahmet Satoğlu, asistanlarına söylemiş.” sözleri tartışma yarattı. Gül, Cumhurbaşkanlığı’nın sitesinde ailesinin öz be öz Müslüman ve Türk olduğunu duyururken konu yargıya da taşındı. Abdullah Gül, “'Annesinin etnik kökeniyle ilgili gerçek dışı beyanlarda bulunarak, kamusal konumundan kaynaklanan, büyük sorumluluk ve titizlikle yerine getirdiği devlet adamlığı kimliğini kamuoyunda karaladığı'” gerekçesiyle açtığı manevi tazminat davasında, Arıtman'dan 1 TL manevi tazminat kazandı. Canan Arıtman’ın iddiasına temel olarak gösterdiği Gül’ün dayısı Satoğlu da açtığı davada yasal faiziyle 2 bin TL kazandı.
Aile köklerinde “Ermeni” bulunduğu iddiasına karşı yargı yoluna başvuran Gül, Cumhurbaşkanlığı sürecinde Erivan yönetimi ile tarihi en sıcak döneminiyse 2010 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye ile Ermenistan’ın aynı gruba düşmesi nedeniyle yaşadı.
2008’de Erivan’dan gelen daveti kabul eden Gül, Ermenistan’a giden Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. 2009 yılının Ekim ayında soykırım tartışmasında bir komisyonun kurulmasını da öngören “normalleşme” protokollerinin imzalanması ve Serj Sarkisyan’ın Bursa’ya yaptığı iade-i ziyaretle farklı bir evreye girildi. Gül, Sarkisyan ile görüşmesinde “tarih yazmıyoruz yapmıyoruz” dese de bu bahar havası kısa sürdü. Türkiye, normalleşme için Dağlık Karabağ sorununun çözülmesini şart gösterdi, Ermenistan ise protokolleri dondurduğunu açıkladı.
Kopan bağlar için umut veren gelişme Başbakan Erdoğan’ın 2014 yılının 23 Nisan’ında yani soykırımın 99. yıldönümünden bir gün önce yayınladığı taziye mesajıyla geldi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1915 yılının Anadolu'da çok acı olayların yaşandığı bir yıl olduğunu vurguladı, sorunun çözümü için güçlü bir irade ve diyaloğa ihtiyaç olduğunu belirtti. Gül, 'Biz samimi şekilde Ermenistan'a yaklaşıyoruz. Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için hala umut var' dedi. Fakat o umut yıllardır verilen benzer sözler arasında kaldı…