Edirne, Kırklareli ve Çanakkale gibi Trakya şehirlerinde eş zamanlı olarak başlayarak Yahudileri hedef alan talan ve hakaret kampanyasının üzerinden tam 80 yıl geçti. Yahudi toplumunun kapanmayan acısını, Trakya Olayları’nı, 2001 yılında anneannesinin cenazesinde tesadüfen öğrendikten sonra konuyu araştıran Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Işıl Demirel ile konuştuk.
SERDAR KORUCU
serdarkorucu@hotmail.com
Edirne, Kırklareli ve Çanakkale gibi Trakya şehirlerinde eş zamanlı olarak başlayarak Yahudileri hedef alan talan ve hakaret kampanyasının üzerinden tam 80 yıl geçti. 1934 yılında 21 Haziran- 4 Temmuz arasında yaşanan olayların ardından bugün bölgede Yahudi nüfusu yok denecek durumda. Yahudi toplumunun 80 yıllık kapanmayan acısını, Trakya Olayları’nı, 2001 yılında anneannesinin cenazesinde tesadüfen öğrendikten sonra konuyu araştıran Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Işıl Demirel ile konuştuk.
-
6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da önce Rumları hedef alan ardındansa büyüyerek tüm gayrimüslimlerin zarar gördüğü pogromdan daha ağır olan Trakya Olayları’nın 80. yıldönümü olmasına rağmen neden Türkiye’de bilinmiyor?
İlk neden Trakya Olayları’nı yaşayanların bile başlarından geçeni anlatmaması. Benim anneannem de mağdurlarındandı. 6 aylıkken ailesi tarafından Gelibolu’dan götürüldüğü için kendi hakkındaki gerçekleri dahi öğrenemeden hayatını kaybetti. İçimi en çok acıtan da bu. Nasıl bir geçmişi olduğunu keşke bilseydi, bu nostaljiyi yaşama hakkı vardı. Belki birlikte geride bıraktığımız evi ziyaret edebilirdik. Bir insanın yurdum dediği yerden edilmesi çok acı. İnsanı köksüzleştiren bir şey bu. Bunu da en iyi Agos okuyucusu anlar. Bu gerçeğin üzerine araştırmaya başladığımda sadece benim ailemde değil, pek çok kişinin Gelibolu’yu terk etme nedenini anlatmadığını gördüm.
-
Neden bu sessizlik?
Hatırlamamaya çalışıyorlar. Yaşadıkları bir travma aslında. Unutmak istedikleri acıları var. Sorulduğunda “Çocuklar daha iyi yaşasın diye İstanbul’a geldik” gibi bir yalanın arkasına saklanıyorlar. Ne de olsa büyük şehirlerde hedef olmamak daha kolay. Fakat bu gerçeği dile getirmek istemiyorlar.
-
Türkiye’den ayrılanlar sessizliklerini bozuyor mu?
İsrail’e gidenler farklı. Yaşananları bazen öfkeyle bazen acıyla dile getiriyorlar. Burada yaşayanlar içinse devamlı bir travmayı yaşamak kolay değil. Ne de olsa istenmedikleri sürekli kendilerine anlatılıyor, yabancı oldukları vurgulanıyor.
-
Yahudilerin uğradığı ayrımcılık, Ermeniler, Rumlar gibi Hıristiyan toplumlardan farklı mı?
Bu memlekette antisemitizm hiçbir zaman bitmedi. Osmanlı’da Yahudilerin neleri yapıp neleri yapamayacaklarına yönelik kanunlar vardı. Evlerinin yüksekliğinden giysilerinin rengine kadar her şey kanunlarla belliydi. Yani Yahudilik her zaman düşman olarak yeniden inşa edilen bir figür. Her kötülüğün ardından başını çıkartan bir yılan olarak görülüyor.
-
Türkiye’de Müslüman olmayan diğer halklar için de durum aynı mı?
Bir Ermeni ya da Rum’a “Çocuğunuz bir Yahudi’yle mi evlensin Müslüman ile mi?” diye sorun cevabı “Müslüman” olur. Ben kendi araştırmam sırasında Yahudiler’e de bunu sorduğumda yanıtları Müslümanlardan yana oldu. Neden olaraksa sünneti gösterdiler. Fakat gerçekte karşılıklı bir uzak durma hali var. Belki “çifte gavur” olmamak için de olabilir. Ermeniler ve Rumlar yan yana durabilse de konu Yahudilere gelince üretilmiş önyargılar var. Yahudiler kendilerini korurlar, her zaman zengin olurlar gibi. Halbuki benim dedem bir Yahudi’ydi ancak zengin değildi. Ne yazık ki bu önyargılar önü alınamaz bir ejderha gibi.
-
Trakya Olayları’nın fitilini ateşleyen bu yüzlerce yıllık önyargılar mıydı?
Sıra Yahudilere gelmişti. 1915’te Ermeniler, mübadele ile Rumlar gitmişti. Kitlesel olarak zarar verilmesi gereken kesim Yahudiler kalmıştı. Çok sıralı, sistematik bir düzen vardı. Trakya’dan sonra da sıra Dersim’e gelecekti.
-
Tüm bu zincirin halkaları mağdur kesimler tarafından dile getirilirken belki en az konuşulan facia Trakya Olayları. Bunun nedeni sadece ailelerin anlatmaması mı?
Yaşananları Rifat Bali’nin yazdıkları sayesinde öğrendik. Başka bir kişi de yazmadı. Bali’nin ardından benim araştırmamla küçük bir katkım oldu. Konuyla ilgili araştırmada ailelerin konuşmamasının yanı sıra evrak da bulunamıyor. Araştırabileceğiniz belge yok. Sadece gazete haberleri, sözlü kaynaklar bulunuyor. Bir de kendine yazar ve düşünür diyen kafatasçı insanların ürettiği korkunç makaleler var. Bunlar sadece 1934’ün değil antisemitizm var mı yok mu tartışmasının adeta delili…
-
Araştırmacılar için zorluk yok mu?
Eğer bir Yahudi olarak büyütülseydim ve adım anneannem gibi Eliza olsaydı bugün söylediklerimi aynı özgüvenle dile getirebilir miydim bilmiyorum. Çok bağımsız bir yerden geldiğim için bu kadar rahat konuşuyorum. Yahudi olsam susabilirdim.
-
Araştırmanızda karşınızdakileri nasıl konuşmaya ikna ettiniz?
Ben bu araştırmayı yaparken düşük gelir gruplarını tercih ettim. İnsanların koruyacak menfaatleri varsa elleri kolları bağlanıyor. Bu yüzden çıkar gözetmeyecek durumda olanlarla görüştüm. Onların anlatacak çok hikayeleri vardı. Konuşmak istemeyenleri de anlıyorum. Mesela Türkiye’de Yahudi cemaati devletle ilişkisini sürdürmek istiyor. Bunun bir nedeni var: Ne kadar Ermeni düşmanı varsa bunu Yahudilik için onla çarpın. Karşınıza antisemitizm çıkar. Çünkü antisemitizm Ermeni ve Rum düşmanlığından öte, çok daha güçlü. Bugün Sabetayizm üzerine çalışırken karşıma sürekli “Dünyayı masonlar, Yahudiler yönetiyor zihniyeti” çıkıyor. Bu devamlı beslenen bir nefret.
-
Peki Türkiye bu nefret ile yüzleşiyor mu?
Türkiye daha Struma ile bile yüzleşmedi. 2. Dünya Savaşı’nda Yahudiler soykırıma uğrarken Türkiye’nin karasularına gelen bir gemi batırıldı. Aslında failleri de belli ama patlama resmen seyredildi. Ve bu yaşananla ilgili olay da çıkmadı. Bunun aksine bizim karasularımızda olmayan bir olay, Mavi Marmara için kıyametler koptu.
-
Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın anılarına göre iki ülke savaşın eşiğine gelmiş. En azından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çıkışı bu yönde olmuş.
Ama Türkiye kendi karasularında yaşanan bir olayda sessiz kaldı. Çünkü başkasının acısını önemsenmiyor. “Ölen alttarafı Yahudi’ydi” diye düşünülüyor.
-
Tüm yaşananlara, Trakya Olayları’na, Struma’ya rağmen Türkiye’de Yahudilerin Türk kimliğine olan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu memlekette Sünni Türk’lerden de daha güçlü “Türk vatandaşı” yetiştiren grup Yahudilerdir. Sürekli Türklüklerini ispat ederler. Ermeniler arasında Türk olma ispatını duymadım ama Yahudiler sürekli “Türk’üm, buraya aitim ve terk etmiyorum” der. Türk olmak için bu kadar ısrar eden bir başka grup yok.
-
Bu söylemin altında Türkiye’de yaşama tutunmaya çalışmak mı var?
Bu da bir gizlenme yöntemi. Yahudiler kendi içlerinde kültürlerini yaşayıp dışarıda asimile olurlar. Bunu fark ettiğinizde Trakya Olayları’nın neden dillendirilmediğini anlarsınız. Bariz bir korunma psikolojisi. Yarın daha kötüsü gelir korkusu.
-
Trakya Olayları ile ilgili dile getirildiğinde Yahudi toplumundan pek çok isim Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemesi ve İsmet İnönü’nün ülke içindeki Yahudileri Nazilere teslim etmemesini öne çıkartıyor. Bu nasıl bir ruh hali?
Ben gerçekten iç hissiyatlarının bu olduğunu düşünmem. Türkiye’de hiçbir gayrimüslim görmedim ki İsmet İnönü’yü sevsin. Bu bence mümkün değil. CHP seçimlerde ihtiyaç duyduğu atılımı yapamamasının nedenini geçmişinin günahlarında aramalı. Doğrudur, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere doğrudan zarar verilmedi ama Yahudiler arasında bir fısıltı gazetesi yayıldı, ülke genelinde fırınlar yapıldığı söylendi. Hakikaten de bir takım inşaatlar vardı. Hiçbir şekilde gerçeğe dönüşmedi ama o korku Türkiye’deki Yahudilere yetti. Belki de gözdağı verildi. Bu bile yeterince korkunç. Yani devlet vatandaşına psikolojik taciz uyguladı. Öncesinde de “ihtiyatlı askerlik” yaşandı. Bir sürü insan gittiği yerden dönemedi. Ailelerine sadece “ölüm haberleri” ulaştı. Anneannemin abisi de onlardan biriydi. Pek çok insan ağabeyleri ve kardeşlerinin öldürüldüğünü düşünüyor. Bu hissiyatı yaşamasının bir arka planı var.
-
Bu arka plan Türkiye’de hala güçlü değil mi? Ne de olsa son aylarda Türkiye’den Polonya’ya giden pek çok genç Auschwitz önünde Nazi selamı verdiği için gözaltına alındı.
Tez için incelediğim forumlarda, internet sitelerinde Hitler’in yaptığını öven, bugün olsa aynısını yapabileceğini söyleyen pek çok kişi var. Ayrıca bir hayli sattığına inandığım Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ın da kitapları bu tepkiyi büyütüyor. Aslında olan bir Hitler değil kafatasçılık övgüsü. Hitler yerine armutu da koysanız onu da överlerdi. Öylesi bir bilinçsizlik var.
-
Trakya OIayları’nda da gördüğümüz gibi bu sorun bugüne de ait değil.
Daha sonraki dönemlerde Nihat Atsız, Hitler’in kurduğu kampları anlatan bir yazı yazıyor. Yazıda kamplardaki ağır koşulları beden egzersizi, kaldıkları yerleri rezidans, yemekleri uygun bir diyet gibi anlatacak kadar alçalıyor. Bugün bizim aklımız almasa da böyle bir gerçek var.
-
Bu durum bir sorun olarak algılanıyor mu? Siyasetçilerin dili de bu durumu körüklemiyor mu?
Bir bakan çıkıp “bunları bize bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım. Ama bunları yapan Müslümanım diye geçiniyorsa yazıklar olsun” diyebiliyor. Başbakan’ın sözünü telaffuz bile etmek istemiyorum. Çok Freudyen kelimeler kullandı. İmam böyle yaparsa cemaat ne yapmaz. Halbuki biz toplumsal barış için yaşananları konuşmak, barışmak ve özür dilemek zorundayız.