1894’te Sason’da, 1895’te Trabzon’dan başlayarak tüm Orta ve Doğu Anadolu vilayetlerine, Halep ve Kilikya’ya yayılan, 1896’da ise Van, Eğin ve İstanbul’da gerçekleştirilen katliamları, Simon Fraser Üniversitesi’nde konu üzerine de çalışan Edip Gölbaşı’yla konuştuk.
FOTOĞRAF: BERGE ARABIAN
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
1915 Soykırımı’nın ‘gölgesi’nde kalsa da, Ermenilere yönelik 1894-96 Katliamları, Osmanlı’daki Ermeni varlığına vurulan en büyük darbelerden biridir. 1894’te Sason’da, 1895’te Trabzon’dan başlayarak tüm Orta ve Doğu Anadolu vilayetlerine, Halep ve Kilikya’ya yayılan, 1896’da ise Van, Eğin ve İstanbul’da gerçekleştirilen bu katliamları, Simon Fraser Üniversitesi’nde konu üzerine de çalışan Edip Gölbaşı’ya konuştuk.
-
1894’ten 1896’ya uzanan bu şiddet dalgasını yaratan şartlar nelerdir?
Çok açık bir şekilde, II. Abdülhamid yönetiminin Ermeni nüfusunu, imparatorluğun birliğine ve güvenliğine dönük doğrudan ve yaşamsal bir tehdit olarak görmesidir. Bu algı, Ermenileri marjinalleştirmiş ve Müslüman ileri gelenlerin elini güçlendirmiştir. Bu noktadaki bir amaç da doğu vilayetlerinde Müslüman nüfusun sadakatini kazanmak ve özellikle Kürtlerin rejime yabancılaşmasını engellemektir. Bu sebeple de, özellikle Tanzimat sonrası doğu vilayetlerinde ortaya çıkan otorite ve iktidar boşluğunun neticesinde, yerel nüfus gruplarının iktidar ve ekonomik kaynaklar için verdiği mücadelede Kürt aşiretleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu sebeple de Ermeniler saldırıya çok açık konuma gelmişlerdir. İşte bu sürece ‘Ermeni nüfusun seküritizasyonu’ diyorum, yani neredeyse bütün bir Ermeni nüfusu güvenlik siyaseti ve pratiklerinin objesi haline getiren sürece gönderme yapıyorum. Bu süreçte, sadakat ve sadakatsizlik, Ermeni fesadı, Ermenilerin maksadına hizmet etmek gibi deyişler politik söylemi domine etmeye başlar.
-
Peki Ermeniler gerçekten ne kadar ‘tehdit’ o dönemde?
Bu tehdit algısı, Ermeni devrimcilerinin ve milliyetçilerinin Anadolu’nun yarısını elde edip edemeyeceklerinden bağımsız olarak gelişiyor. Bence böyle bir etkinliğe ve güce sahip değiller veya çok belirli yerlerle sınırlı bu etki ve güç. Bir tutuklama furyasıyla bitecek kadar güçsüzler, Van ve Erzurum’daki komitalar dışındakiler. Ancak bu tehdit algısı, her şeyden bağımsız olarak II. Abdülhamid yönetiminin kafasındaki endişelerden dolayı ortaya çıkıyor. Zaten bu tür güvenlik endişelerinin bugün dahi büyük bir şiddet doğuracağı biliniyor. O nedenle Ermeni nüfusun güvenilmez, fesat ve her an imparatorluktan ayrılacak bir topluluk olarak algılanması, Ermenilerin imparatorluğun son yıllarındaki kaderini doğrudan etkiler.
-
Bu şiddet dalgasının 1915’e kadar giden bir süreklilik olduğu düşünülebilir mi?
Elbette ki çok nettir. 1870’lerin sonunda beynelmilel hale gelen ‘Ermeni meselesi’nin yanı sıra, ağır 93 Harbi yenilgisi, Balkanlar’ın büyük ölçüde yitirilmesi ve Kuzeydoğu Anadolu’nun Rusya’ya kaybedilmesi, Abdülhamid yönetimini ‘emperyal kopuş/ayrılma’ konusunda büyük endişelere sevk etmiştir. Ayrıca doğu vilayetlerinde Ermenilerin Kürt aşiretlerinin saldırılarından korunma, daha adil bir vergi rejimi, yerel idarede adil temsiliyet, Hıristiyan jandarma ve polis kuvveti gibi talepleri, yönetimin gözünde bu endişeleri büyüten etmenlerdi. Zaten Ermenilerin reform taleplerinin karşılanacağının açıklanmasından yalnızca üç hafta sonra bu katliamların başlaması, elbette tesadüf değildir. Yani ‘Ermeni meselesi’, Osmanlı için bir ‘Anadolu meselesi’ne dönüşür. Zira Osmanlı bürokrasisi, zaman zaman bu meseleyi aynen bu tabirle anar. Anadolu derken, 19. yüzyılın sonunda artık imparatorluğun merkezi haline gelmiş bir coğrafyadan söz ediyoruz. Dolayısıyla Osmanlı yönetiminin gözünde bu mesele, ‘Bulgar ya da Sırp meselesi’ne benzemez. Bu bağlamda, çok spekülatif olacak ama eğer Ermenilerin Anadolu’da yoğun olarak yaşadığı altı vilayette değil de, yalnızca 1-2 vilayette yaşasalardı, çok büyük bir kriz anında, Osmanlı, bu vilayetleri gözden çıkarabilirdi; ancak altı vilayeti asla. Örneğin çok ilginçtir, bu katliamlar sonrasında Fransa Konsolosluğu’nda düzenlenen bir toplantı tutanağına göre, Ermeni Patriği, bütün Ermenilerin Halep’te toplanmasını önermiştir. Karşılık bulmamış olsa da, bu nüfus politikası önerisi, birlikte yaşamın gerçekten güçleştiği ve güçleşeceği anlamına gelir.
-
1894-96 yılları özellikle Anadolu’nun doğusunda Ermeniler için bir şiddet dönemi ve bu şiddeti yaratanın da genelde Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları olduğu bilinir. Hamidiye Alayları’nın bu şiddet dalgasındaki rolü nedir?
'Bu katliamları genelde Hamidiye Alayları’na atfediyoruz, fakat alayların bu olaylarda aktif olarak yer alması yalnızca üç, dört yerle sınırlıdır.' |
Baştan şunu söyleyeyim, bu konu üzerine yapılan çalışma sayısı çok az. Çok az araştırma olmasının etkisiyle, bu katliamları genelde Hamidiye Alayları’na atfediyoruz, fakat alayların bu olaylarda aktif olarak yer alması yalnızca üç, dört yerle sınırlıdır. Örneğin Urfa bu merkezlerden biri. Ayrıca Mardin’in Ermeni Katolik köyü Telarnel’de hem cinayete, hem de yağmaya girişmişlerdir. Köyün kilisesini tahrip edip 14 bin hayvanına el koymuşlardır. Sivas ve Muş’ta bir dizi yağma eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Bazı yerlerde Ermeni köylerinin korunmasında yer almışlardır. Ya para alarak ya da katliamlar biraz daha ilerleyip Osmanlı bürokratlarının yabancı müdahalesi endişesine kapıldıkları yerde gerçekten emirleri uygulayarak yapmışlar bu savunmayı. Dolayısıyla 1895-96’daki katliamlarda Hamidiye Alayları’nın rolü bildiğimizden çok sınırlı. Ancak 1894’te Sason’da vuku bulan katliamdaki düzenli ordularla birlikte rolleri, çok belirgindir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Hamidiyelerin bölge için rolünü sadece katliamlarla test etmemek gerekir, zira bölgedeki arazi gaspı, yağma ve benzer suistimaller, onların diğer adıdır neredeyse. Aynı zamanda bunca hukuksuzluğa rağmen cezasız kalmışlardır.
-
Peki o zaman bu katliamların diğer failleri kimlerdir?
Hamidiyelerle birlikte bölgenin Türkçe ve Kürtçe konuşan sivil halkı, eşraf, şeyhler, aşiret liderleri ve çok sınırlı örneklerde jandarma ve polis. Urfa’da örneğin asker, yağmaya bizzat katılır. 5. Ordu Komutanı bunu itiraf etmiştir. Ermeni mahallelerini korumakla görevlendirilen askerler, bölgenin yerlisi olduğu için geceleri evlere girip yağmalıyorlar, bunların yerlerini değiştirmek gerekir diye yazar merkeze. Askerin rolü, Erzurum ve Diyarbakır’da da ön plandadır. Buralarda Ermenilerin üzerine ateş açmışlardır ve sonra da kendilerini ‘devrimcilerle sıradan Ermenileri ayıramıyoruz’ diye savunmuşlardır. Fail olarak eline silah alıp Ermenileri öldürenler kadar onları mobilize edenleri de saymak gerekir. Yönetici sınıfın rolü de çok açıktır. Bitlis’te örneğin vilayetin idare meclisi üyeleri, yağma ve katliamlara bizzat katılmışlardır. Kaymakamlar, ihmal, görmezden gelme ve cesaretlendirmeden dolayı belirli yerlerde suçlanmışlardır.
-
Peki bu katliamların sonuçları sayısal anlamda da ne oldu?
Osmanlı bürokratları sayıları olduğundan küçük, vilayetlerdeki Batılı konsoloslar ise insani müdahale imkânı sağlamak için sayıları büyük göstermiştir. Dolayısıyla sayıları net olarak bilmiyoruz, zira ölülerin çok erken gömüldüğü veya yakıldığı iddiları da var. Ancak benim tahminim öldürülen Ermenilerin sayısı 1895 ve 96 için 50 binden az değil. 1894’te ise 1500 civarında. Ayrıca bu katliamlarla başlamasa da bu dönemde yayılan bir din değiştirme dalgası da var. Bunun sayımını yapmak mümkün değil, çünkü din değiştirdiğini duyuran Ermenilerin baskı altında bu kararı verdiğini bilen Osmanlı makamları, diplomatik bir krize sebep olmamak için ihtidayı kabul etmiyor. Yine de benim tahminim bu sayının en az 30 bin olduğu. Aynı zamanda, azımsanmayacak oranda kız kaçırma ve zorla evlendirme vakaları yaşanıyor. Büyük bir göç dalgasını da katliamların sonuçlarından sayabiliriz. Osmanlı makamlarına göre Rusya’ya giden 25-30 bin Ermeni var. Bence toplamda 50-60 bin civarında Ermeni, başta Rusya ve ABD olmak üzere başka ülkelere göç etmiştir. Bu istatistikler, sonra geri dönen Ermeniler için büyük bir arazi sorunu doğurmuştur. Ermeniler el konulan arazi ve mülklerini geri almaya çalışmış, ancak Abdülhamid yönetimi bu konuda adım atmamıştır. Ayrıca bu katliamlar, ‘sıradan’ Ermenileri de ‘radikalize’ etmiştir, Osmanlı’daki kaderlerinin belirsiz olduğu inancına sahip olmuşlardır.
-
Katliamlardan bölgedeki diğer gayrimüslimlerde etkilendiler mi?
Evet, fakat şiddetin asıl hedefi Gregoryen Ermeniler. Mesela 500 Ermeni ve 8 Müslümanın öldüğü Arabgir’de 200 nüfusluk Katolik Ermenilere dokunulmamış. Hatta Arabgir’deki Katolik Ermeniler, katliama uğramadıkları için Babıâli’ye bir teşekkür mektubu göndermişlerdir. Ancak Harput, Diyarbakır ve Urfa gibi yerlerde diğer gayrimüslim topluluklar da katliamların hedefi olmuş. Diyarbakır’da yaklaşık 100 Süryani öldürülmüştür. Hatta Süryani Patrik Vekili, cemaat üyelerinin Ermeni sanılarak öldürüldüğünü ifade ederek, kendilerinin Sultan’ın sadık kulları olduğunu bildiren bir irade yayımlanmasını istirham etmiştir Babıâli’den. Süryaniler, bir ‘yanlışlığa kurban gitmemek’ için dükkânlarına ‘Biz Süryaniyiz’ yazısı asmışlardır.
‘Ermenilerin kanı heder, ırz ve malları mübahtır’
-
Katliamlarda din adamlarının rolü nedir?
Kitlenin mobilizasyonu konusunda birçok yerde etkili olmuşlardır. 1895 katliamları birçok şehirde cuma günü, özellikle de cuma namazı sonrası meydana gelmiştir. Hatta yabancı kaynaklar, cuma namazı sırasında verilen hutbelerde, Ermenilerinin kanının dökülmesinin helal olduğu telkin edildiğini iddia ediyor. Hutbelerde Ermenilerin katledilmesinin salık verildiğini gösteren kesin bir kanıt yok ise de, Bitlis’te çok büyük etkiye sahip Emin adında bir şeyhin, “Ermenilerin kanı heder (boşa akıtılabilir), ırz ve malları mübahtır” diye fetva verdiğini Osmanlı kaynakları açıkça ifade ediyor. Buna rağmen Osmanlı makamları, bu şeyhi tutuklamalarının veya sürgüne göndermelerinin Müslümanları üzeceğini düşündüğü için tereddüt etmiştir. Kendisine özel bir görev verilmiş gibi yapılarak bu şeyhin İstanbul’a getirilmesi istenmiştir, ancak bu bile becerilememiştir.
‘Ermenileri kurtaran Fihham Paşa görevinden alındı'
-
Katliamlarda Ermenileri kurtaranlar yok mu?
Elbette ki var. 15 Kasım 1895’te 500 kadar Müslüman akşam saatlerinde ellerinde silah, balta ve sopalarla çarşı civarında toplanır ve güya Ermeni çetelerinin kasabaya saldıracaklarını haber aldıklarını belirterek Ermeniler üzerine harekete geçmeye çalışır. Ancak Muş Mutasarrıfı Fihham Paşa, hemen kumandan ve bir grup askeri yanına alarak gerekli tedbirlerle kalabalığı dağıtır. Ancak birkaç ay sonra görevinde alınmış ve bir daha devlet memuriyeti yapamayacağı siciline işlenmiştir. Malatya’da katliamlardan kaçan Ermeni kadınları Müslüman ailelerce koruma altına almıştır. Antep’te, Amerikan Hastanesi’ndeki doktora vefa borcu sebebiyle, Hacı Hüseyin Ağa, hastanenin önüne dikilir ve kalabalığın oraya saldırmasını engeller.
Bu katliamları genelde Hamidiye Alayları’na
atfediyoruz, fakat alayların bu olaylarda aktif olarak yer alması yalnızca üç, dört yerle sınırlıdır.