Ananevi coğrafi alışkanlıkların aksine konuşmamak için söylemeye mecburuz ki bu köyün de doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi var. Vicdanımızı da saymak için, itiraf etmemiz gerekir ki batının, doğunun ve kuzeyin varlığı farazidir. Sadece güneydir köye hükmeden. Kuzey birkaç söz söylemek isterse güneyin ağzıyla konuşur. Güneş güneyden doğar. Neticede her şey güneydendir.'
MURAT CANKARA
Ananevi coğrafi alışkanlıkların aksine konuşmamak için söylemeye mecburuz ki bu köyün de doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi var. Vicdanımızı da saymak için, itiraf etmemiz gerekir ki batının, doğunun ve kuzeyin varlığı farazidir. Sadece güneydir köye hükmeden. Kuzey birkaç söz söylemek isterse güneyin ağzıyla konuşur. Güneş güneyden doğar. Neticede her şey güneydendir.'
Lütfen yukarıdaki alıntıyı ‘köy’ sözcüklerini ‘kent’le değiştirip okuyun bir de. Yok, Calvino'nun ‘Görünmez Kentler'inden değil; Hagop Baronyan'ın ‘İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti'sinden. Evet, bir Baronyan metni daha; ilk kez 1880 yılında İstanbul'da basılmış. Hem bu kez bir tiyatro oyunu da değil. Üstelik çoksatar bir konu hakkında: İstanbul.
Ermenilerin yakıcı meseleleri fışkırıyor satır aralarından
Kevork Bardakjian'a göre, Baronyan bu kitabında 'şehrin otuz dört mahallesini, Ermeni cemaatinin hemen hemen her tür sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarına değinerek, ayrıntılı bir şekilde tasvir' ediyor. Gerek kitap hakkındaki tanıtım bülteninde gerekse yayınlanan tanıtım yazılarında da benzer bir anlayış var. Bu anlayışa göre, Baronyan bir yandan Ermenilerin yaşadığı yerleri ‘betimlerken’ bir yandan da cemaatin temel sorunlarını ironik bir şekilde dile getiriyor. Kimileriyse nostaljik bir İstanbul güzellemesine vesile olarak okuyor kitabı; on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına ait, artık yitirdiğimiz, çokkültürlü mahallelerden mürekkep bir kent. Doğru; metin nostaljiyi tetiklemek için gerekenden fazlasına sahip: eski İstanbul, Ermeniler, gündelik ayrıntılar. Doğru; Ermeni cemaatinin yakıcı meseleleri fışkırıyor satırlardan: sınıfsal farklar, Ermeni nizamnamesi sonrası devam eden çekişmeler, mütevelli heyetleri, yolsuzluk, okullar ve bütçe sorunları vb. Ve ilginç, ilginç olduğu kadar da anlaşılır bir durum: Berlin Konferansı'ndan iki yıl sonra yayınlanan bu hicivde Osmanlı devletine, müslümanlara, Türklere dair tek bir satır yok. Yokluk o kadar dikkat çekici ki, sorunun olmadığını değil, büyüklüğünü gösteriyor.
Öte yandan bu metni yitirilmiş bir İstanbul'un ya da Ermenilerin yaşadıkları semtlerin ‘tasviri’ olarak okumak bana, Ahmet Haşim'in benzetmesiyle, ‘bülbülü eti için kesmek’ gibi geliyor. Bugün nasıl artık Evliya Çelebi'yi Manisa kalesinin bir uçtan diğerine kaç adım olduğunu öğrenmek için okumuyorsak; bugün nasıl onda bir tür ‘büyülü gerçekçilik’, ya da gezdiği yerleri ‘betimlemek’ dışında meziyetler buluyorsak, Baronyan'ın kitabını da Eyüp'te kaç Ermeni hanesi ya da kilisesi olduğunu öğrenmek için okumak yerine onun başka yazar ve kitaplarla akrabalığını kurmak daha anlamlı olur sanki. Bu nedenle şöyle bir öneride bulunmak istiyorum: kitabı bir etnografi ve seyahatname parodisi olarak okumak. Nitekim Baronyan da, kitabın daha en başında, kendisinin de yaşadığı Ortaköy'ü anlatmaya şöyle başlıyor: '[Ortaköy'e] girmenin güvenli yolu tayyareyle inmektir derlerse de benim için en güvenlisi hiç girmemektir.' Daha baştan oyunu bozuyor yani. On dokuzuncu yüzyılda patlama yaşayan ve beraberinde doğal olarak parodisini de getiren seyahat edebiyatını ele alalım örneğin; Mark Twain'in ‘Innocents Abroad'u (1869) geliyor akla hemen. Twain gemiyle İstanbul'a girerken bu 'şehrin güzelliğinin, başladığı yerde bittiğini' yazdığında şehirle ilgili bir şey söylemekten ziyade seyahatnamelerin ve oryantalist söylemin şehri temsil etme biçimiyle dalga geçiyordu. Benzer bir şekilde, kitabı Karekin Srvantzdyants'ın (1840-1892) Anadolu'yu gezerek yazdığı ve 1874-1884 arasında yayınlanan etnografik eserleri (örneğin ‘Toros Ahbar’) bağlamında okumak da çok ilginç olacaktır. Bu, etnografinin milliyetçilikle ilişkisi bağlamında önemlidir çünkü Baronyan kitabında bir anlamda İstanbul'un ‘tersten etnografi’sini yapmaktadır. Böyle düşünüldüğünde çok modern(ist) bir girişim Baronyan'ınkisi; Ermeni cemaatine dair gözlemlerini parçalayıp mahallelere dağıtmakla kalmıyor, şiirsel/mizahi bir dil kullanarak dönemin yaygın türleriyle de alay ediyor.
Son bir not kitabın yayına hazırlanışıyla ilgili. ‘Dahi’ anlamındaki ‘de’ ekinin sözcüğe bitişik yazıldığını saygın bir kitabevinin yayınında uzun süredir; her sayfada ‘1’ rakamıyla yeniden başlayan dipnot uygulamasını ise bugüne dek hiç görmemiştim. Çeviriyi eleştirme işini de konunun uzmanlarına bırakayım. Ve fakat bu konuda daha özenli olmak ve rüzgârdan yararlanmaya çalışmamak gerektiğini düşündüğümü belirteyim, zira Baronyan Türkçe yayınlanmak için yüz yıldan fazla bekledi. Üstelik bu tür kitaplar bir kez yayınlandı mı bir daha onlara dokunma cesaretini gösteren de bulunmuyor.