ngiliz edebiyat eleştirmeni ve tarihçi Ian Watt, ‘Modern Bireyciliğin Mitleri’ başlıklı kitabında üzerine onlarca söz söylenmiş ve daha da söylenebilecek bu konuyu, bir araştırmacının titizliği ve bir eğitimcinin açıklığıyla ele alırken, kurgudışı metinlerde sıkça rastlanmayan bir şekilde, okuru metnin içine çekiyor.
MERVE ŞEN
Michel Tournier’nin yukarıdaki sözü mit kavramının doğasını ortaya koyarken, halihazırda önümüzde duran bir soruya da dikkatimizi çeker. Neden bilindik bir hikâyeyi tekrar tekrar tartışmaya ya da üzerine farklı bir okuma yapmaya gerek duyarız? Sartre’ın ifadesiyle, her birimiz hayatımızı bir hikâye anlatıyormuşçasına yaşamaya çalışırız. Dolayısıyla da parçalı bir işleyişe sahip zihnin oluşturacağı hikâyelerin hiçbir zaman tam anlamıyla bilindik olamayacağını kabul ederiz. Bir yandan da hikâye anlatmak konusundaki bu önüne geçilmez isteğimizle miti yüceltiriz. Çünkü onun da bizi bize anlatan bir hikâyeden farklı olmadığını biliriz.
Anlaşılacağı üzere mit, üzerine düşünmesi hayli eğlenceli ama bir o kadar da derinlikli bir konu. İngiliz edebiyat eleştirmeni ve tarihçi Ian Watt, ‘Modern Bireyciliğin Mitleri’ başlıklı kitabında üzerine onlarca söz söylenmiş ve daha da söylenebilecek bu konuyu, bir araştırmacının titizliği ve bir eğitimcinin açıklığıyla ele alırken, kurgudışı metinlerde sıkça rastlanmayan bir şekilde, okuru metnin içine çekiyor.
Avrupa eksenli panorama
Faust, Don Quijote ve Don Juan’ın hikâyelerini Karşı Reform dönemiyle olan bağları, Romantiklerin egemen söylemi olan bireycilikle birlikte uğradıkları değişimler, giderek daha seküler ve simgesel metinlere dönüşmeleri üzerinden tartışıyor. Her karakteri kökeninden ve ilham kaynaklarından başlayarak inceleyen Watt, metni var eden tarihsel, sosyal, politik koşulları tartışırken, okuyucuya, Avrupa eksenli iki yüzyıllık (16.-17. yüzyıl) panorama sunuyor.
Kitabın ikinci kısmında Romantik dönemin dönüştürücülüğünü detaylandıran Watt, söz konusu metinlerin Goethe, Molière ve Byron gibi sanatçıların elinden çıkan çeşitlemelerini, Rousseau, Dostoyevski, Coleridge gibi isimlerinse ideolojilerinin bir yansıması olarak bu mitleri nasıl okuduğunu ele alıyor.
Faustus, Don Quijote, Don Juan…
Watt’ın kitabının en dikkat çekici yanı, bu mitlerin birkaç yüzyıla yayılan süreçte ne kadar evrildiklerini görmek. Aynı hikâyenin farklı uyarlamalarını karşılaştırmalı bir analiz yoluyla vermeyi seçmesi mit kavramının karmaşıklığını gözler önüne seriyor. Yazarın katman katman oluşturduğu bu incelemedeki bir diğer tercihiyse, her mit üzerinde aynı şablonu izlememesi. Örneğin Faustus, karşımıza hikâyesinden çok dönemin biçimlendiriciliği (Lutherci karşı hareket gibi) üzerinden çıkıyor. Don Quijote’yse özellikle pasajları yoluyla zihnimizde yer ediyor. Hikâyesi konusunda en ayrıntılı bilgiye sahip olduğumuz mit ise Don Juan. Bu izlekten, yazarın eserleri ve hikâyeleri bilinirliğine göre sınıflandırdığı sonucuna varabiliriz.
‘Akıllı delilik’ ve ‘aptalca akıllılık’
‘Modern Bireyciliğin Mitleri, metni akademik açıdan değerlendirecek olanlara zihin açıcı bir okuma imkânı sunarken, hikâyelere, özellikle de anlatının tarihsel arkaplanına düşkün okurları da ihmal etmiyor. Faustus’un her şeyi isteyen bir adam olduğu için cezalandırıldığına ilişkin varsayımımız sorgulanırken, Cervantes’in ‘akıllı delilik’ ve ‘aptalca akıllılık’ üzerine açtığı bahsi daha yakından değerlendirme imkânı buluyoruz örneğin. Çoğumuzun yalnızca Byron’ın kaleme aldığı bir şiirin kahramanı olarak tanıdığı Don Juan ise çapkın sıfatından sıyrılıp, “tam bir ahlaki ve toplumsal hiçliğin var olduğu bir dünyanın… sadece yerleşik toplumsal yasalar bakımından değil, tüm insanlık bakımından… bir yüz karası yaratılabileceğini” gözler önüne seriyor.
Robinson Crusoe’nun gizemi
Robinson Crusoe ise bahsedilen dört mitin içinde hem ayrıksı hem de bütünleştirici bir yer tutuyor. Yazarın da belirttiği gibi, bu roman ele alınan mitler içinde “belki de en bilindik olanı”. Yine de çoğumuz için, hikâye ıssız adada mahsur kalmış bir adam üzerine söz söylemekten ileri gitmiyor. Crusoe’yu ceza kavramı, yeni ekonomik düzen ve Protestan ahlakı üzerinden ele alan Watt, onu Faustus, Don Quijote ve Don Juan gibi bir mite dönüştüren birey olma durumunu da sorguluyor.