Sevan Nişanyan, ‘kaçak inşaat cenneti’ Türkiye’de ‘kaçak yapı’ inşa ettiği gerekçesiyle cezaevine girdi. Hakkında açılan diğer davalardan da ceza alırsa Nişanyan, on yıllarca cezaevinde kalabilir. Şirince’yi dünyaya tanıtan adamı, Nişanyan’ı, 37 yıllık arkadaşı Ali Nesin yazdı.
ALİ NESİN
Robert Kolejli Sevan’ın adını ilk gençliğimde duymuştum. Belli bir öğrenci çevresinde zekâsından ve engin kültüründen efsane gibi bahsedilirdi. Çok daha sonra, bundan nerdeyse 37 yıl önce, Paris’te tanıştık. O zamanlar başımı kitaptan pek kaldırmadığımdan üstümde bir etki bırakmamıştı ama 10 yıl sonra, aynı bölüğe düştüğümüzde, eşi benzeri olmayan biriyle karşı karşıya olduğumu hemen anlamıştım. Birlikte ‘orduyu isyana teşvik’ten yargılandık. Gözünü kan bürümüş bir savcı 20 yıl hapsimizi istedi. İnsafsız bir hâkim istenen cezayı güle oynaya vermeye hazırdı. Gençtik. Göz göre göre ve durduk yerde hayatımız kararacaktı. Zor günlerdi doğrusu. Ama birbirimizi hiç yalnız bırakmadık. O gün bugün dostuz. En çetin sınavlardan geçmiş bir dostluktur bizimkisi.
Cezaevinden kaçma planlarını anlatırdı bana... Makinalı tüfekli askerlerle çepeçevre çevrilmişiz... 20 yıl kodeste çürüyemezdik, belli ki ceza alacaktık, duruşmaların seyri belliydi, kaçmalıydık, anca beraber kanca beraber, nöbetçilerin bir anlık dalgınlığını fırsat bilip pırrr... İçimden “Deli mi ne”, dışımdan da “Olur” derdim; hatta mükemmel kaçma planına katkıda bile bulunurdum kuşkulanmasın diye... Olmaz desem o akşam kaçmaya kalkışabilirdi...
Form kazanmak için 2,5 metre uzunluğundaki hücrede her gün saatlerce döne döne koştu. Ben ranzama uzanmış, hayretle kan ter içindeki bu kararlı adamı izlerdim. Para biriktirmek ve nefesini açmak için günde üç paket içtiği sigarayı cezaevinde bıraktı. Ciddiydi yani. Neyse ki aklandık, kolay olmadı ama aklandık. Yoksa bugün delik deşik olmuş cesedimiz kim bilir hangi servinin altında yatıyor olacaktı, çünkü adım gibi biliyorum, bir gece yarısı beni dürterek uyandırıp “Hadi” diyecek ve kaçmaya ikna edecekti.
Bu, Sevan’ın beni ilk öldürme çabasıdır. Son olmadı, daha sonra sık sık denedi!
Hakkâri’nin mayın döşenmiş yollarına sürükledi peşinden. Uçurumlarla sona eren ıssız yollara girdik. Girilmesi tehlikeli ve yasak bölgelerde kim vurduya gideceğiz, son sözlerim “Ah yandım!” olacak diye kaç kez yüreğim ağzıma geldi. Ama yiğitliğe krem sürdürmedim. Ne o? Sevan taş üstünde taş bırakılmamış bir kilise görecek...
Bir başka gün iki çocuğumu birden alıp Ege dağlarında küçük bir kır gezintisine çıktı. Şafağın sökmesine az kalmıştı çocuklarımı yeniden bağrıma bastığımda... Devasa kayayı aşamayan külüstür Kartal’ı kayanın tepesinde bırakıp dağın öbür tarafına yürüyerek inmişler... Hangi güzergâhı seçmişlerse...
En kötü mevsimde Kaçkar dağlarını ayağımızda makosenlerle aşmaya kalktık. Keçilerin bile “Anneee” diye bağırıp kaçacakları daracık patikalardan geçtik, derinlikten gökyüzü mavisine çalan yarları tırnak gücüyle aştık. Tam bir çılgınlık! İlk kez orada onu yalnız bıraktım. İkna etmesine fırsat tanımadan, görünürde yokken sıvıştım. Hâlâ daha utanırım, ama el insaf, bir günde bir insan kaç kez ölüm tehlikesi atlatmaya tahammül edebilir ki? O ise anlaşılan Azrail’le benden daha samimiydi.
Gürcistan iç savaşının tam göbeğinde bulmuştur kendini. Bu maceradan birkaç yıl önce Sri Lanka hapishanelerinde yatmışlığı vardır. Peru dağlarındaki akıllara durgunluk veren maceraları başlı başına bir hikâyedir. Daha neler neler... Allah’ın sevgili kulu olmalı ki hâlâ hayatta.
Ancak çizgi roman kahramanlarının böyle bir yaşamı olabilir; o da ancak üçü beşi bir araya gelirse!
Acaba bu satırlar nasıl bir vakayla karşı karşıya olduğumuzu yeterince anlatabildi mi? Sevan değerlendirilirken ya da yargılanırken harcıâlem kriterler bir yana bırakılmalı.
Dostluğumuzun kavgasız gürültüsüz geçtiği sanılmasın. Birbirimizin gözünü oymamıza ramak kaldığı anlar oldu!
Bu arada, kavgada acımasızdır, söyleyeyim. Haklı olduğuna inanmayagörsün, karşılaştığı her türlü direnç onu daha da azdırır. Bu gibi durumlarda hiç ses çıkarmayın, ortalıkta görünmeyin, tepki göstermeyin. Bir zaman sonra yelkenleri suya indirecek ve cüssesine tezat bir zarafetle yanı başınızda beliriverecektir. Yaramaz bakışlarına dayanamayıp kucaklaşırsınız.
Tanıştığımızda siyasi düşüncelerimiz birbirine zıttı. Beni etkilemediğini söylemek yalanların en büyüğü olur. Ama bugüne dek ne o benim düşüncelerimi temelden değiştirebildi ne de ben onun. Tam tersine her ikimiz de daha uç noktalara vardık. Düşünce ayrılığından düşmanlık değil, zenginlikler doğdu. Şu ironiye bakın ki varımızı yoğumuzu Nesin Vakfı’na verdiğimizden şu an itibarıyla ikimiz de züğürdüz! Tüyler ürpertici düşüncelerini duyduğumda hiç karşı çıkmam, en iyi yaptığım işi yaparım: Dinlemek. Bakalım nasıl savunacak, işin içinden nasıl sıyrılacak diye merakla beklerim. Neyi savunduğundan çok, neyi nasıl savunduğu önemlidir.
Şunu da ekleyeyim, gün gelir gerekir: Sevan’a karşı haklı çıkmanın tek bir yolu vardır, baktığı bakış açısını reddetmek. Çünkü Sevan, yakaladığı bakış açısının sonuçlarına acımasızca katlanır ve tek bir mantık hatası yapmadan, eşsiz bir belagatla sizi peşinden sürükler. Çocukluğunuzdan beri inandığınız değerlerin gözünüzün önünde lime lime edildiğine tanık olursunuz. Sessiz sedasız yol alırken kayalarda parçalanan bir dalgaya benzersiniz, daha Türkçesiyle eşek tepmişe dönersiniz.
Olumsuz her türlü durumu lehine çevirme konusunda üstüne yoktur. Örnek: Jandarmalar eşliğinde hapse giderken yolda beni aradı. Durumu anlattı. Çok üzüldüm tabii. “Merak etme, dedi, hapisten çıktığımda iyi ki hapse girmişim diyeceğim.” Aynen dediği gibi oldu. Türkçenin etimolojisi üzerine muhteşem bir eser ortaya çıktı.
Sevan’ın şu anda Nesin Vakfı’na ait olan Şirince’deki eserleri üzerine bir iki satır illa ki gerekiyor. Şirince günün birinde sit alanı ilan edildi ve akabindeki 27 yıl boyunca köyün imar planı yapılamadı. Çivi çakılmıyordu. Mecazi anlamda eğil, gerçek anlamda çivi çakılmıyordu. Kimileri yasaların yaşama değil, tam tersine yaşamın yasalara uyacağını sanıyor! Akılsızlığın dik âlâsı, halkı yok saymanın had safhası. Herkes gizli saklı ve korka çekine tadilat ve kaçak inşaat yaparken, Sevan bunu alenen, göstere göstere yaptı. Vatandaşa zulmeden bir yönetimi tanımıyorum ve bunu da cümle âleme ilan ediyorum dedi. Üstüne üstlük bir de ‘Hodri Meydan Kulesi’ dikti!
Ta ilk gençliklerinden beri bozuk düzeni yıkmaya çalışanların istisnasız hepsinin Sevan’ı kutlayacağını ve hatta kahraman mertebesine yükselteceğini zannedersiniz değil mi? Hayır, öyle olmadı. Meğer bozuk düzeni yıkmak bazıları için soyut bir kavrammış; bir tür meze diyelim! Bozuk düzen bugüne dek yıkılmadığından tahmin etmeliydik!
Sevan’ın yarattığı yerler, “Öldüm de cennete mi geldim?” dedirtecek güzelliktedir. Meleklerle huriler nerede kaldı diye sağınıza solunuza baktırır. Oysa yaptığı şey son derece basittir: Doğanın eksiklerini tamamlar! Aklınız başınıza geldiğinde, ben niye bunu düşünemedim, benim neyim eksik diye kendi kendinizi yersiniz.