Can Öktemer ve Sertan Şentürk, geçtiğimiz sene müzik grubu ile titiz bir çalışmanın ürünü olan “Cango’ya Türküler”i çıkaran Burak Kaya ile albümünü, müziğini ve Uludere katliamını konuştu.
CAN ÖKTEMER
can.oktemer@gmail.com
SERTAN ŞENTÜRK
sertansenturk@gmail.com
Uzun yıllardır caz ve klasik gitar icracısı olan Burak Kaya, geçtiğimiz sene müzik grubu ve Pınar Ayhan’la birlikte “Cango’ya Türküler” isimli albümü piyasaya sürdü. Popüler şarkı ve türkülerin yorumları ile Uludere için bestelenmiş bir klasik gitar eserinden oluşan albüm uzun ve titiz bir çalışmanın ürünü. Burak Kaya ile albümden yola çıkarak, türkü yorumları, caz ve klasik gitar, Uludere katliamı ve 90’lardaki müzik serüveni hakkında konuştuk.
-
Geçen sene Cango’ya Türküler isimli albümünüz piyasaya çıktı. Albümün ismini taşıyan Cango’nun özel bir anlamı var mı? Bize albümün hazırlanış süreci ve çalıştığınız müzisyenlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Cango benim kedimin adı. Çok sevdiğim bir gitarcı olan Django Reinhardt’tan esinlenerek koymuştum Cango’nun adını. Albümdeki türkülerin hepsini ilk o dinledi, çok iyi bir dinleyiciydi. Son düzenlemeyi yaptığım gün öldü Cango. Onun adını vermek istedim albüme.
Albüm çalışmasına 2010 yılı sonunda başladım. Düzenlemeler bittiğinde aklımda bir kadro vardı. Uzun yıllardır tanıdığım Pınar Ayhan, Yinon Muallem ve Meriç Demirkol’a projeyi sordum. Ozan Musluoğlu’nu tanımıyordum, ancak bir şekilde ulaştım. Hepsi destek verdiler. Kayıtlardan sonra, özellikle kontrbas ve vurmalı konusunda çok doğru bir seçim yaptığımı gördüm. Pınar’ın yorumu, albümü farklı bir noktaya taşıdı. Meriç’in soprano saksafondaki performansı da müthiş. Benim adıma bir başarı varsa, o da böyle müzisyenleri bir araya getirebilmek. 2012 yılının başında albüm hazırdı. Masrafları kendim karşılayacak olmama karşın, yayımlayacak firmayı ancak bir yılda bulabildim.
-
Caz formatıyla düzenlenmiş türkü ve popüler şarkıların yer aldığı albümlerine son dönem de sıklıkla karşılaşmaktayız. Cango’ya Türküler de benzer bir biçimde sınıflandırılabilecek bir albüm. Parça seçimlerini nasıl yaptınız? Düzenlemelerinizde ne gibi detaylara özen gösterdiniz?
Cazın yaygınlaşmasının anahtarı, sanırım bu tür düzenlemeler. Cazın, anavatanında da, popüler şarkılar ve yerel kültürle böyle bir bağı var. Ben albümdeki parçaları, sevdiğim türkülerin içinden seçtim. Melodik yapılarına olabildiğince sadık kalarak, hepsini yeniden armonize ettim. Eğer bir türkünün özünü içinizde hissediyorsanız, onu isterseniz blokflütle çalın, isterseniz ritmik, melodik yapısını tümüyle değiştirin farketmez. O özün sırrını müzik okulunda, bağlamada, tefte, zurnada, şivede bulamazsınız. O insanın kendi içinde bir yerde. Ben düzenlemeleri yaparken, sadece her şeyin o an istediğim, hissettiğim gibi olmasına özen gösterdim. Örneğin Aman Avcı’da önemli olan ritm, melodi, usül değil, yaralı bir dişi geyiğin, bir aşığın sesi. Onu duyabiliyorsanız arkası gelir. Halk müziği, tarihte hiçbir zaman otuz kişilik papyon kravatlı, konusuna hakim, ayrıcalıklı orkestralar tarafından çalınmamıştı. Şimdi de öyle olmasına gerek yok. Ben türküleri inşaat işçilerinden, gündelikçi kadınlardan, hasret çeken askerlerden dinlemeyi seviyorum.
-
Albümün tek özgün parçası ismini Uludere Katliamı’ndan alan “Uludere İçin Ağıt.” Uludere ile ilgili neler hissediyorsunuz? Türkiyeli sanatçıların bu katliam ile ilgili yeterli tepkileri olduğunu düşünüyor musunuz?
Bana göre Uludere, insanlığın turnusol kağıdı. Eğer bir gün Anadolu’da barışı kurabilirsek, bu Uludere’deki annelerin, babaların, kardeşlerin sesini duyabildiğimiz gün olacak. Uludere konusunda ne sanatçıların, ne sporcuların ne de başkalarının tepkisini yeterli buluyorum. Vicdanların bu kadar zincire bağlanabileceğini, insanların bu kadar zalim olabileceğini, Anadolu topraklarında ellerinde çocuklarının bedenlerinden parçalarla gezen annelerin bu kadar yalnız kalabileceğini inanın bilmiyordum. Belki de Uludere bize bunu öğretti, yaşadığımız toprakların, artık başka topraklar olduğunu.
-
Albümde cazın haricinde klasik gitar etkileri de göze çarpmakta. Aynı zamanda Uludere İçin Ağıt da popüler müzik albümlerinde görmeye alışkın olmadığımız bir çağdaş klasik gitar bestesi. Klasik gitar müziklerinizde ve duygularınızı aktarmanızda nasıl bir yere sahip?
Klasik gitar, benim ilk çalmaya başladığım saz. 30 yıllık zaman içinde farklı gitarlar çalsam da, elime aldığım zaman heyecanlandığım saz hala naylon telli, tahta gitar. Birkaç ay önce perdesiz gitar da çalmaya başladım. Onu çalarken de aynı heyecanı hissediyorum. Klasik gitarla, cazın ve klasik müziğin kesiştiği yerdeki müzikleri dinlemeyi de çalmayı da seviyorum.
-
Uzun yıllardan beri müzikle uğraşıyorsunuz. 90’lı yıllarda Ankara’nın müzik ortamını gördünüz ve tanınmış müzisyen Hakan Küçükçınar ile Çekirdek grubunda çaldınız. Bize biraz o dönemden bahsedebilir misiniz?
Hakan Küçükçınar, üniversiteden sınıf arkadaşım. Uzun yıllar birlikte müzik yaptık. Başkalarını taklit eden müzisyenlerin çok olduğu bir dönemde, kendi müziğini yapmak üzere yola çıkan gruplardan biriydi Çekirdek. Hakan, bugün aynı üretken çizgide kendi müziğini yapmayı sürdürüyor. 90’lar bizim için üniversite yıllarıydı. Ben bir yandan rock, pop, caz, latin müzikler, bir yandan da özgün müzik dediğimiz türden müzikleri dinliyordum. Modern Jazz Quartet’ten sonra Beatles daha sonra Grup Yorum gibi. Bu kötü bir şey değil elbette. Şimdiki aklım olsa, bunlardan sonra da Muharrem Ertaş’la Djivan Gasparyan dinlerdim. Bir müzisyen için oldukça zor yıllardı. Ben bazı şeylerin gerçekle bağını Gezi Parkı direnişinden sonra kurabildim. 90’lı yılların gençliği için direnmek, savaşmak, sokağa değil, şiir kitaplarına, şarkılara özgü, hayali kavramlardı. En azından benim zihnimde öyleydi. 12 Eylül darbe sonrasının, özellikle de Ankara’nın bir çıkışı olmayan labirentine bugün uzaktan bakabiliyorum. 2013 Haziranında gençler, sadece kendi dönemlerinin değil, geçmiş dönemlerin duvarlarını da yerle bir ettiler. Onlarla birlikte, şimdi yeniden özgürleştiğimizi, ayaklarımızı yeniden toprağa bastığımızı düşünüyorum.
-
Son dönemlerde Türkiye’de ve dünyada beğendiğiniz müzisyenler kimler? Dinlemekten hiç bıkmadığınız müzisyenler var mı?
Geçen aylarda çıkan Tamer Temel’in Bir Kedi Kara albümünü çok beğenerek dinliyorum. Keşke yenilikçi, kendi sesi olan bu tür albümler daha çok olsa. Serkan Özyılmaz, Burak Bedikyan, İmer Demirer, Önder Focan, Ozan Musluoğlu, Tuluğ Tırpan, Yavuz Akyazıcı ve adı şu an aklıma gelmeyen çok sayıda beğenerek dinlediğim müzisyen var.
Dinlemekten sıkılmadığım müzisyenlerin başında Ralph Towner geliyor. Charlie Haden, Roland Dyens, Erkan Oğur, Gary Peacock, Lenny Breau, Richard Bona’yı da dinlemeyi seviyorum. Son zamanlarda severek dinlediğim Arjantin’li trompetçi Diego Urcola’nın Mates albümünü de dinlememiş olanlara tavsiye edebilirim.