Manastır taşlarıyla örmüşler Muş’u dört baştan

1950’den itibaren Anadolu’da pek çok kilise ve manastır yerle bir edilirken, meğer 1956-1960 yılları arası Muş Valiliği yapan Mehmet Belek döneminde Muş Suluca Manastırı da yıktırılmış ve taşları Muş Adalet Sarayı inşaatında kullanılmış.

ZAKARYA MİLDANOĞLU

Haycar (Ermeni Mimar Mühendisler Dayanışma Derneği) olarak Muş Kalealtı Ermeni mahallesindeki yıkım çalışmalarını yerinde incelemek ve Belediye Başkanı ile görüşmek üzere İnşaat Mühendisi Nazaret Binatlı, sanat tarihçisi Elmon Hançer ve Mimar Jan Gavrilof ve eşi Gayuş ile Muş’a üç günlük bir ziyarette bulunduk.

Ziyaretimiz sırasında maalesef il dışında olduğu için başkanla görüşme şansımız olmadı. Kalealtı Ermeni mahallesinde de herhangi bir incelemede bulunamadık, zira tarihi mekânda taş üstünde taş kalmamış. Bir temizlik hareketi gerçekleştirilmiş adeta ve tarihten bir Ermeni Mahallesi daha silinmiş.  

Biz de bu ziyareti fırsat bilerek Muş merkezine yakın köyleri gezdik. Tsıronk/Sirotonk [Kırköy],  Norşen [Sungu], Areğ/Arak [Kepenek] ilk ziyaret ettiğimiz köyler oldu. İnanması zor gelecek ama bu köylerde pek çok yerleşik Ermeni ile karşılaştık, sohbet ettik, onlarla birlikte anlatması zor, duygusal anlar yaşadık. Ailelerin yer sofralarına misafir olduk. Kahvedeki sohbetimize köy sakinlerinin Cuma namazına gitmeleri için ara verdik. Bütün bu temaslarımız, muhabbetlerimiz boyunca da “Din değiştiren en az beş yüz bin Ermeni var” diyen Profesör Yusuf Halacoğlu’nun kulaklarını çınlattık. Yeni tanışlarımız bizi yolcu etmek üzere ta havaalanına kadar geldiler.

Mimari harikası Bedros’un değirmeni

Tarihi binaların durumu insanlardan daha buruk. Kırköy’de ahır, samanlık ve depo olarak kullanılan mülkiyeti bir şahsa ait olan Surp Sarkis ya da Surp Hagop kiliselerinden biri dört duvarı ve çatısıyla duruyor. Diğerinden iz bile kalmamış.

Sungu’da Ermenilerden kalma bir teknoloji ve mimari harikası olan ‘Bedros’un değirmeni’ biz mimar ve mühendislerde şok yarattı. Çok değirmen görmüş ve incelemiştik ancak böylesiyle ilk kez karşılaşıyorduk. Arkadaşlar dayanamayıp çalışma sitemi konusunda bilgi alırken ayaküstü de olsa değirmenin bir krokisini hazırladılar.

Sungu’nun iki kilisesi varmış. Meryem Ana ve Surp Sofia [Katolik] kiliselerinden biri yıkılarak yerine cami yapılmış, diğeri ise tarlaya dönüştürülmüş. Definecilerin delik deşik ettiği bir mezarlıkta otlar arasında, kırık dökük boynu bükük üç beş mezar taşı kalmış.

Yaklaşık iki saat tırmanarak ulaştığımız Arakelots Manastırı kalıntıları halen bir dönemin taştan simgesi gibi. Bu manastırın kalıntılarını bile anlatmak bu sayfalara sığmaz, başka bir yazımızda ele alacağız.

Bir manastırın hazin hikâyesi

İkinci gün ise bir kartal yuvası misali Muş ovasına tepeden bakan Komer [Suluca] köyünün Meryem Ana Manastırı’na gittik. Halk arasında Kızıl Kilise ya da Der a Tsor olarak da biliniyor. İki katlı manastır odalarının yaslandığı uzun bir duvar ve çan kulesinin ayaklarından başka bir şey kalmamış. Ortalık moloz taştan geçilmiyor o kadar ki kilise binasının yerini tespit bile edemiyoruz. Son birkaç gün içinde defineciler kepçeyle her yere çukurlar açmış. Donup kalıyoruz. Ancak anlatılanlara biraz kulak kesilince bu kazıların yapılmasını besleyip büyüten zihniyet ete kemiğe bürünüyor ve reva görülen bu yıkıma pek de şaşırmıyoruz.

Ermeni kilise ve manastırlarının ahır, depo, porno film oynatılan sinema, askeri kışla olarak kullanıldığının yüzlerce örneğini görmüştük. Yüzlercesinin yıkılarak taşlarının banka, okul, postane gibi kamu inşaatlarında kullanıldığını da biliyorduk. Allahın evi olduğu için camiye dönüştürülen kiliselere değinmiyoruz bile. Bilmediğimiz bir şeyi de Suluca Meryem Ana Manastırı yıkıntıları arasında bu vesileyle öğrenmiş olduk.

1950’den itibaren Anadolu’da pek çok kilise ve manastır yerle bir edilirken, meğer 1956-1960 yılları arası Muş Valiliği yapan Mehmet Belek döneminde Muş Suluca Manastırı da yıktırılmış ve taşları Muş Adalet Sarayı inşaatında kullanılmış. Mehmet Belek’le ilgili ulaştığımız diğer bilgi ve belgeler ise daha sonraki yıllarda merkez valisi olarak çalıştığı ve İçişleri Bakanı Faruk Sükan döneminde ‘50 Ünlü Vali, Meşhur Valiler’ adlı kitabın yazarlarından biri olduğu yönünde.

Adalet Sarayı’nın tarihi taşları

Muş Adalet Sarayı ilk bakışta yeni bir bina gibi gözüküyor. Ancak yakınına gittiğinizde pek de öyle olmadığı anlaşılıyor. Son yıllarda dış cephesi mantolanmış, halk arasındaki deyimle köpükle ısı izolasyonu yapılmış, sıvanmış, boyanmış ve yeni bir kimlik kazandırılmış. Ancak biraz yakından ve dikkatli baktığınızda giriş kısmındaki taş kaplamaların kısmen açıkta kaldığı fark ediliyor. Muş’ta halen çok fazla sayıda insan bu taşların Suluca Meryem Ana Manastırı’ndan yıktırılarak getirildiğine tanıklık ediyor.

Muş’ta ziyaret ettiğimiz son köy ise ünlü Çengilli ve Surp Garabed Manastırı kalıntıları oldu. Surp Garabed Ermeni tarihinin önemli merkezlerinden biri olmuş. 1915 sonrası yağmalanmış. İçindeki değerli ikonalar, İnciller, elyazmaları dünyanın dört bir yanına dağılmış ve halen ünlü sahafların müzayedelerinde yer alıyor. Bugün bu görkemli manastırdan sadece bir iki duvar kalmış. Eşsiz zenginlikteki taş işçiliği örnekleri ise Çengilli köyü camisi dahil pek çok binanın duvarlarında yer alıyor.