Hasan Tahsin meğer kurşunu ‘resmi tarih’e atmış

MHP lideri Bahçeli, ‘bayrak’ mitinglerinin ikincisini geçen Cumartesi İzmir’de düzenledi. Mitingde, “İLK KURŞUNLAR YİNE NAMLUDA HASAN TAHSİNLER HAZIR VURDE VURALIM ÖLDE ÖLELİM” pankartı açıldı, Bahçeli göstericilere “İzmir’in işgaline dayanamayarak ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin nerede?” diye sordu. Peki, Hasan Tahsin kimdi? Araştırmacı Talat Ulusoy, Tahsin’in resmi tarih tarafından görmezden gelinen hikâyesini yazdı.

Gazetesi Hukuk-u Beşer’de (İnsan Hakları) İttihat ve Terakki’yi işlediği cinayetler ve çete zihniyeti nedeniyle kıyasıya eleştiren Hasan Tahsin, bu komiteyi, “Anadolu’da Rumların ve Ermenilerin imhasını emreden ve memleketlerini Almanların ellerine bırakan bu adamlar Abdülhamid siyasetinin hukuki varisidirler” sözleriyle mahkûm ediyordu. Ulusoy, resmi tarih yazıcılarına, “Bir milli kahramanın İttihat Terakki ve cinayetleriyle ilgili söylediklerinin hiç mi değeri yok?” diye soruyor.

TALAT ULUSOY
ulusoytalat@yahoo.com

Tarih 15 Mayıs 1974. Yer İzmir. Bir anıt-heykel açılışı yapılacak. Heykelin önü çok kalabalık; haki üniformalı, lacivert takımlı bir grup insan. İlk Kurşun Anıtı açılacak! İzmir’de ‘Yunan’a ilk kurşunu sıkan’ adamın, Hasan Tahsin’in heykelinin üzerinde bayrak var. Kim bu kişi? Önce harcıâlem anlatıma kulak kabartalım:

“Asıl adı Osman Nevres’tir. Selanik’te doğdu. Teşkilat-ı Mahsusa adına Bükreş’te iki İngiliz’e suikast düzenlediği için 10 yıl hapse mahkûm edildi. 1916’da hapisten çıkarılınca İstanbul’a döndü. 1918’de İzmir’e yerleşerek gazeteciliğe başladı. Hukuk-u Beşer gazetesini çıkardı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ayak basan Yunan askerlerine ilk kurşunu sıktı ve Yunanlılar tarafından şehit edildi.”

Anıtı açan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk konuşuyor: “Birbirimizi doğru anlamak, hıyanetle suçlamamak gerekir. Dış tehlikelere olduğu gibi, iç tehlikelere karşı da birlik içinde olmamız şarttır. Bu millet cumhuriyete ulaşmak için dış düşmanlara karşı olduğu gibi anlaşmazlıktan doğan ve teşvik gören sebeplerle birbirleriyle de savaşarak kan dökmüştür…”

Milli kahramanın anıtını açarken Cumhurbaşkanını böyle bir konuşma yapmaya mecbur bırakan ne olabilir?  “İhanetle suçlamamak” ifadesini kullanmasının arka planında ne var? Bilenler bilir ve konuşmalarında hep “oğlum sana söylüyorum, kızım sen anla” demeye getirir. Ama yine de iki yıldır süren bir tartışma var. Görünür tartışma nedenlerinden birincisi, “Yunan”a ilk kurşunu kimin attığı konusu. Hasan Tahsin’in “Yunan” askerine kurşun attığını gören hiçbir tanık yok.  Ama ilk kurşunu atanın Aziz Efendi olduğuna dair Jandarma Kumandanlığı’nın raporu var!

Onu Türkeş keşfetti!

İkinci tartışma, daha doğrusu itiraz konusu şu: Yurdun başka yerlerinde daha önce atılmış kurşunlar var ve Hasan Tahsin’in attığı söylenen kurşun “ilk kurşun” değil. Dörtyol’un Karakese köyünden Kara Memed’in attığı kurşunun tarihi daha eski: 19 Aralık 1918.

Bu yazının sınırları içinde ayrıntısına giremeyeceğimiz üçüncü ve dördüncü tartışmalı noktalar da var. Biri, Hasan Tahsin’in ölü bulunduğu yer, diğeri ise atılanın kurşun mu yoksa bomba mı olduğu konusunda…

İlginç olan yan şu: “Hasan Tahsin adı Cumhuriyet ilanından kırk sene kadar sonra akla geliyor. Hatırlayan da ‘ihtilalin kudretli Albayı’ Alparslan Türkeş'tir. (M. Armağan, 20 Mayıs 2012, Zaman)

O günden sonra, Samim Kocagöz’ün ‘Kalpaklılar’ romanı, Zeynel Kozanoğlu’nun ‘Anıt Adam’ kitabı ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin heykeli sayesinde Hasan Tahsin “resmi” tarih kitaplarına, ders kitaplarına ve hatta üniversitelerde okutulan “İnkılap Tarihi” kitaplarına “tartışmasız” bir “ilk kurşun kahramanı” olarak girmiştir. Burası resmi tarih, buradan çıkış yok!

İttihatçılara beddua

Oysa Hasan Tahsin en azından yirmi yıllık bir Osmanlı “sivil”ine, bir “Osmanlı münevver” tipine, bir eski milleti hâkime mensubunun haleti ruhiyesine örnektir… Hasan Tahsin, İttihat Terakki içinde yaşadığı günler için kesin görüş sahibidir. Kasım 1918 ile Mayıs 1919 arasıİzmir’de yayımlanan Hukuk-u Beşer gazetesinde 2 Ocak 1919’da yer alan “Fırkalar ve Müstakbelde Hayatımız” başlıklı yazıdan bir alıntı aktaralım:

“Bir memlekette herhangi bir fikrin, siyaset tarzının yararlı (yahut) zararlı (mı) olduğu anlaşılmak için her şeyden önce onun karşısında olan, kıyaslaması olan düşüncelerin esası ve sonuçları görülmüş olmalıdır. Buna dayalı olaraktır ki her memlekette en az iki-üç parti bulunmak ve bir parti, karşısında bulunan diğer bir partinin denetleyen ve onaylayanı olmak gerekir… Eğer İttihat ve Terakki Fırkası karşısında onun her hareketini takip eden bir parti, bir siyaset kitlesi bulunsaydı iş böyle olmaz ve şüphesiz vaziyetin kötülüğü daha önce görülür, önleme çarelerine girişilebilirdi…”

Nerede o “suikastçi” genç, nerede bu satırları yazan kişi! Beş yıl süreyle Paris kaldırımları çiğneyen, siyaset bilimi tahsili gören Hasan Tahsin aslında yeni düşüncelere açıktır ve hatta kendi ifadesiyle “sosyalist”tir.

14 Şubat tarihindeki başyazı “Felaket Başında Her Şeyden Evvel Zavallı Bizler” başlığını taşır ve İttihat Terakki’ye çok açık beddua eder: “Allahın laneti kudurmuş köpekler gibi milli kaderimizi ve hayatımızı yerin dibine batıranlara, benliğimize egemen olma iddiası güdüp şu bulunduğumuz sefil siyasi seviyeye düşmemize sebep olanlar üzerine olsun!..”

Ve devam ediyor: “Ben bugün hiçbir kişiyi düşünemiyorum ki sekiz on seneden beri karşılaştıkları kötülükler ve kanunsuzlukların acıklı bir tanığı olmasın. Evet, o lanetliler ki en pespaye ve ahlaki rezalet sahiplerine bu memleketin kaderini teslim ettiler. O hainler ki bu altı asırlık imparatorluğun şeref ve namusunu küçük düşürerek, ellerinde lastik top gibi, sefil, adi oyuncaklar gibi oynadılar. Unutmayalım ki o İttihat ve Terakki korkak olduğu kadar cüretkâr, ikiyüzlü, lanet yağdıran gizli oyunlarla bu memleketin yüzyıllar süren şanlı geçmişini kara lekelerle kirlettiler.”

Basın için ortak cemiyet

Yahu bu adam İttihat Terakki militanı, Teşkilatı Mahsusa suikastçısı değil miydi?

“Cemiyet’in (İT) siyasi hayatında bütün eylemlerinde kan ve cinayet, zulüm ve suistimal, uygarlığı küçümsemek, kainata meydan okumak gibi haksızlıklar, kötü ve memleketin temeli için, içinde bulunduğumuz yüzyıl için birer ayıp olan pek çok fasıllar dururken, şimdi beyaz kağıt üzerinde yüz kızartacak kara cümlelerle kimin hesabı görülmek ve kimin onur ve değeri  kurtarılmak isteniyor?”

“İttihadın kılıç artıklarının haber sayfaları ilgili oldukları eski örgütün memleketi kan ve yoksulluk içinde batırdığını, pek çok aydını tam ve yarım şehit yaparak ailelerin başlarına siyah bir tül gerdiğini, en sonra adi hırsızlar gibi önemli bir serveti alarak bilinmeyen bir yere def olup gittiğini hatırlasalar ve sussalar.” (Hukuk-u Beşer, 30 Aralık 1918)

Hukuk-u Beşer bazı günler çeşitli İzmir gazetelerinden yaptığı alıntılara sayfalarında yer verir ve bu konuda pek ayrımcılık yapmaz. Yine 30 Aralık tarihli gazetede bütün gazetelere birlikte bir “matbuat cemiyeti” kurulmasını önerir. İzmir’de Rum, Ermeni, Müslüman basın kuruluşlarının bir basın cemiyeti oluşturma çalışmalarına katılanlar İzmir geri alındıktan sonra “ihanet” ile suçlanmışlar, kimileri idam edilmiş, kimilerinin faili meçhul kalmıştır. Hasan Tahsin erken ölümüyle bu hale düşürülmekten kurtulmuştur, denilemez mi?

Hukuk-u Beşer’in İzmir basın hayatında ilişkide olduğu başlıca gazeteler şunlardır: Müsavat, Köylü, Islahat, Sada-yı Hak, Kozmos, Le Levant, Echo de France. İlk üç gazete  9 Eylül 1922’den sonra “hain” sınıfına sokulmuştur. Kozmos ve diğer ikisi ise “zaten hain”dir.

Birlikte dernek kurmayı düşündüğü yazar arkadaşları bu gazetelerde ve benzerlerinde çalışan H.Tahsin’in yaşasaydı akıbeti ne olurdu acaba?

Hasan Tahsin, 1915’te Bükreş hapishanesinde “suikast” suçundan yatıyor olmasaydı, belki de Teşkilatı Mahsusa tarafından “Ermeni Tehciri” için görevlendirilecekti! Ve belki, o günlerin canlı tanığının kaleminden İttihat Terakki yönetiminin cinayetlerini okuyacaktık.  İttihat Terakki hakkında 2 Aralık 1918 günü Hukuk-u Beşer’deki şu satırlara bakar mısınız!

“Anadolu’da Rumların ve Ermenilerin imhasını emreden ve memleketlerini Almanların ellerine bırakan bu adamlar Abdülhamid siyasetinin hukuki varisidirler…”

Tarihin büyük acılarının nedenleri ve sorumlularının ortaya çıkarılması için sıkça yinelenen bir öneri var: “Bu işi tarihçilere bırakalım.” Hasan Tahsin “milli kahraman” olarak bunları yazdı ve söyledi. Bu milli kahramanın İttihat Terakki ve cinayetleriyle ilgili söylediklerinin hiç mi değeri yok?

‘İTTİHATÇI RUHU’ VE ‘ÇETECİ AĞZI’YLA MÜCADELE ETTİ

Hukuk-u Beşer’in iki de rakibi vardı: Anadolu ve Duygu gazeteleri. Anadolu, el altından, İttihat Terakki’in resmi sözcüsüydü. Hasan Tahsin bunlarla kapışıyordu kıyasıya. Aşağıdaki satırlar, “Arama Bulmayasın/ Haydar Rüştü yalnız İttihatçı değil, mugalatacıdır da” başlıklı yazısından.     

“…Esası bozmak, hakikati değiştirmek konusunda İttihat ve Terakki’nin, hükümetinden, genel merkezine kadar hepsini büyük bir ustalık ve maharet sahibi olduklarını biliyorduk. Fakat İzmir kıyılarında böyle değerli çıraklar, bu sanattan nasiplenmiş, (bu sanata) hakkıyla vakıf öğrenciler yetiştirildiğini bilmiyorduk

Doğası gereği Anadolu’nun evladı olan Duygu, bunun böyle olduğunu ilan ve ispat etti. Başyazarların da cidden efendilerinin kabiliyet ve zihniyetini gördük… Fırkasına, cemiyetine olan saldırı ve sataşmayı boğmak, bastırmak için “amanın kişilerle uğraşıyorlar, namuslu çehrelere saldırıyorlar… Vatanın kurtuluşunu tehlikeye düşürecekler!” diyerek herkese saldırmanın, daha doğrusu … kamuoyunu çirkin bir kişisel sorun söz konusuymuş gibi hakikati arayan basından nefret ettirerek yine Rum ve Ermenilere küfür ile, Araplara hakaretle... vurguncuları korur… Özetle İttihatçı ruhu, çeteci ağzı, tehlikeli bir gidişle milleti oyalamak, bocalamak, şaşırtmak ve sonunda seçimler yaklaşır yaklaşmaz yeni bir maske ile, yeni bir dolapla, oyun alanına atılmak ve iş görmek, işte hedefleri…İşte amaçları…”(Hukuk-u Beşer, 29 Mart 1919)

Bu yazı 24 Mayıs 2012 tarihli Agos’ta yayımlanmıştır.

Kategoriler

Güncel Gündem

Etiketler

Miting Hasan Tahsin