Kuzey Ege’nin en büyük adalarından İmroz, bugünlerde Rum okulunun açılmasına izin verilmesiyle gündemde. Peki, İmroz nasıl bir yer, Rum nüfus nasıl oldu da 200 kişi kaldı? Bu soruların yanıtını, Selim Evci’nin yönettiği ‘Rüzgârlar’ filminde bulmak mümkün.
EMRE ERTANİ
emreertani@agos.com.tr
“Rumların giderek izlerinin silindiği İmroz’un bugününü ve küllenmiş olsa da var olanı belgelemek amacıyla yapılmış bir film” olan ‘Rüzgârlar’, İstanbul Film Festivali kapsamında, 11 Nisan Perşembe günü Beyoğlu Sineması’nda seyirciyle buluştu.
İmroz’a ilk defa 2005 yılında İFSAK’ın (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) düzenlediği bir geziyle gittiğini söyleyen Selim Evci, adaya olan ilgisini şöyle anlatıyor: “İnsan merak ediyor; orada terk edilmiş evleri görünce ‘Nerede bu insanlar?’ diye soruyor. Bu geziden sonra birtakım araştırmalar yaptık. İFSAK’tan arkadaşımız Murat Yaykın adayı fotoğraflayıp ‘Burada yalnız ölüm var’ başlıklı bir sergi açmıştı. İnsan adanın o halini görünce ‘Ben ne yapabilirim burası için?’ sorusunu soruyor kendine. Bunu bir filmle ifade etme fikri olgunlaştı ve bir projeye dönüştü. Senaryoyu da Murat Yaykın’la birlikte oluşturduk. Bu süreçte adayla ilgili araştırmalar, adalılarla söyleşiler yaptık. Konu derinleştikçe bizi daha da içine çekti. Filmin amacı, küllenmiş olan o trajediyi belgelemekti.”
Hazırlık sürecinde Rum toplumunun mensuplarıyla fikir alışverişinde bulunduğunu dile getiren Evci, İmroz’da doğup büyüyen Ekümenik Patrik Bartholomeos’tan ve Gökçeada’yı Koruma, Yardımlaşma, Geliştirme ve Yaşatma Derneği’nin başkanı Stelyo Berber’den yardım aldıklarını belirtiyor: “Stelyo Bey’in yardımları sayesinde birçok adalı Rum’la görüştük. Konuyla ilgili olarak Patrik Hazretleri’yle de görüştük; duyunca çok heyecanlandı, duygulandı.”
Evci, adada, 15 Ağustos’ta büyük şenliklerle kutlanan ‘Kimisis tis Theotoku’ (Meryem Ana’nın göğe yükselişi) bayramında da çekimler yaptıklarını, şenlikler için dünyanın her yerinden İmrozluların adaya geldiğini belirterek “O insanlar oraya ait, çok derin bir bağlılıkları var, çünkü kökleri orada” diyor.
Evci, filmde yer verdikleri Rum mezarlığının, çekimlerden 15 gün sonra saldırıya uğradığını anlatıyor: “Mezarlıktaki 80 mezar taşı kırıldı ve bu sadece birkaç gazetede haber oldu. Görünmeyen bir baskıdan da söz etmek mümkün. İnsanlar hâlâ tedirgin yaşıyorlar.”
Filmde, Madam Styliani karakteri, adanın yakın tarihinde
olan biteni çok yalın bir şekilde anlatıyor:
“Kocam Yanni, yaşlandıktan sonra süngerciliği bırakıp çiftçiliğe başladı. Fakat sonra devlet toprakları almaya başladı. Bir yumurta 12 kuruş; arazilerin metrekaresine verdiler 14 kuruş! Ne yapalım diye düşündük, hayvancılığa başladık; keçi aldık. O da yasaklandı vre! Adadan bir kilo etin bile dışarı çıkarılması, yani satılması yasaklandı. Et var mı diye valizleri arıyorlardı. Bakamaz olduk hayvanlara, saldık adaya; herkes saldı. Kocam Yeniden süngerciliğe başladı, denize açıldı, bir daha da geri dönmedi.
Biz 9 bin kişiydik bu adada, neden 200 kişi kaldık? Herkes böyle gitti. Çocuklarımızı gönderdik. Okul yok, iş yok, ne yapalım? 64’e kadar vardı, Rum okuluna gidiyordu çocuklar; sonra yasaklandı. Burada yalnız ölüm var vre, doğum yok artık. Adada çok güzel yaşardık. Ne zaman ki Kıbrıs meselesi oldu, her şey değişti. Adaya cezaevi kurdular saldılar mahkûmları. Sonra hırsızlık, yangın, tecavüz... Hep işittik. Boşaldı köyler, herkes bir gecede kaçtı. Ama ben bırakıp gidemedim.”