A. G. A. Trio’dan ikinci albüm: Araxes

Grubu ve çıkardıkları albümü Mikail Yakut’la konuştuk.

Türkiye ve Ermenistan’dan üç müzisyenin oluşturduğu A. G. A. Trio, ikinci albümü Araxes’i yayınladı. Mikail Yakut, Arsen Petrosyan ve Deniz Mahir Kartal tarafından kurulan grup Anadolu, Ermenistan ve Güney Kafkasya müziklerini bir araya getiriyor. İsmini Anadolu, Gürcistan ve Ermenistan’ın İngilizcedeki baş harflerinden alan topluluk, ilk albümü Meeting’i [Buluşma] 2020’de yayınlamıştı. Araxes’te ise ilk albümün aksine müzisyenlerin kendi özgün besteleri yer alıyor. Mikail Yakut’un akordeon, Arsen Petrosyan’ın duduk, Deniz Mahir Kartal’ın ise kaval ve gitar çaldığı A. G. A. Trio, birbirine yakın bu coğrafyanın kültürel ortaklıklarını müziklerine yansıtıyor. 

A.G.A. Trio’da coğrafya önemli bir rol oynuyor. İkinci albümde şarkıları nasıl belirlediniz?Albüm kapağı

İsmimizden dolayı zaten Ermenistan, Gürcistan, Anadolu, Türkiye’yi kapsayan bir şey yapıyoruz. Coğrafi şekilde ifade etmek gerekirse, tercih ettiğimiz haliyle Anadolu ve Transkafkasya ya da Türkçesi Güney Kafkasya müziği yapıyoruz.

Bu bölgeyi kapsayan aslında bütün kültürleri ve onların müziklerini sahipleniyoruz diyebilirim. Amacımız oraya bakmak, oradaki ortaklıkları öne çıkarmak.

Hatta ilk albümde bunu neredeyse bir arşiv çalışması gibi yapmıştık. Bu arşiv çalışması çok derinlikli olmasa da, hepimizin zaten bu konuyla ilgili çalışmaları vardı ve onları bir araya getirdik. O albümde tamamen geleneksel parçaları yorumlamıştık. Orada hakikaten ortak melodiler, ortak ritimler, ortak danslar, vardı. Sadece müzik olsa bile dans üzerinden de bir ortaklık var benzer şeklinde.

İkinci albümde de aynı fikirle hareket ettik. Aynı ortaklık ya da ortaklık düşüncesi üzerinden, fakat farklı olarak bu sefer kendi bestelerimizle kaydettik.

İlk albümde, abartarak söylüyoruz belki ama bin yıllardır orada olan melodileri, ezgileri bugün kendi üslubumuzca yorumluyoruz demiştik. O ezgilere kendi yorumumuzu da, çağdaş bir yorum da katıyoruz.

Bu albümde de birçok ezgi, geleneksel ezgilerden esinlenerek ortaya çıkmış. Hissediliyor zaten. Fakat hepsi orijinal beste. Sadece bir parçayı, ilk albümdeki gibi geleneksel haliyle bıraktık.

Anladığım kadarıyla coğrafi bütünlük motivasyonunuz enstrümanlara da yansımış durumda. Albümde akordeon, duduk ve kaval duyuyoruz. Enstrümanda da buna bizzat dikkat ediyorsunuz diye düşünüyorum.

Evet. Grubun kuruluşuna, ya da neden böyle bir proje yaptık, belki ona da çok kısa değinmek gerekir.

Fikir, grup üyelerinden Deniz Mahir Kartal’ın başından çıktı. Yani hani ilk şeyi ne diyelim ateşi yakan mı deniyordu ya da kibriti çakan. Mahir, Hrant Dink Vakfı’nın bursuyla Ermenistan’a gidiyor ve orada grubun diğer üyesi Arsen Petrosyan’la tanışıyor.

Mahir, Ermenistan’da Türkleştirilmiş Ermeni ezgileri üzerine bir araştırma yapıyor. O süreçte Arsen’le tanışıp, orada çok güzel bir dostluk kuruyorlar. Sonra yine onun girişimiyle Gürcistan’a, biraz da Güney Kafkasya’nın kuzey tarafını da olaya dahil etmek ve o üçgeni oluşturmak gibi bir fikirle bana geldi. Ben hemen, seve seve kabul ettim ve Gürcü müziğini, Gürcü kültürünü temsil ederek A.G.A. Trio’ya dahil oldum.

Türkiye, Ermenistan, Gürcistan’ı düşündüğümüzde en yaygın, en başat enstrümanları seçtik. Tabii ki tek bir enstrüman yok hiçbir yerde ama hepsinin en karakteristik enstrümanlarından biri ya da birkaçı kaval, duduk ve akordeon.

Fikir Ermeni, Gürcü, Türk, Anadolu, Güney Kafkasya kültürlerini, müziklerini bir araya getirmek, buradaki ortaklıkları sunmakla enstrümanlardaki karakteristik ortaklığı buluşturmaktı.

Siz ve Mahir Bey Almanya’da, Arsen Bey ise Ermenistan’da yaşıyor. Günümüzde her ne kadar bunun örneklerini görsek de, teknolojinin bu alanda yardımcı olduğunu söyleyebilsek de hâlâ merak ediyorum bu koordinasyonu nasıl sağladığınızı.

İşin iletişim kısmında aynı yerde yaşamanın bir etkisi olduğunu düşünmüyorum açıkçası.

Hepimiz aynı yerde olsak da ya Zoom ya da Whatsapp üzerinden iletişim kuracaktık yine. Konuşma, düşünme, organizasyon, paylaşım kısımları için gerçekten fark etmiyor bence. Ama tabii ki müzikten bahsediyoruz. Dolayısıyla bir yere gelip çalmamız lazım ve neticede onu dijital platformlar üzerinden yapamıyorsun.

O konuda çalışmalar var ama ben hiç deneyimlemedim. Çabalarımız da hep sonuçsuz kaldı, hiçbir zaman gerçek anlamda prova yapmak gibi verimli olmuyor.

Her müzik tarzı için yan yana gelip çalmak belki şart değil ama biz çok akustik bir müzik yapıyoruz. Geleneksel, otantik enstrümanlar çaldığımız için oradaki ses uyumları çok önemli.

Ama sonuçta sektör de oraya doğru gittiği için, biraz da bizden bağımsız, genel anlamında söylüyorum bunu. Neticede artık albüm kayıtları daha az canlı yapılıyor, genelde tekli yayınlanıyor. Müzikler de daha çok dijital sürece uğruyor.

Dolayısıyla bizim başka yerlerde yaşamamız da önümüzde çok büyük bir engel değil ama bizim özelimizde dediğim gibi akustik müzik yapmamız, stüdyo kaydını bize gerekli kılıyor.

Bir arada olmanın, çalmanın ihtiyacını en çok ne zaman hissediyorsunuz?

Mesela albüme dair fikirler, öneriler oluyor ama onları tam anlamıyla uygulamak ancak bir yere gelip beraber çaldığında gerçekleşiyor, o zaman bunun handikabını yaşıyoruz.

‘Olur’ ya da ‘olmaz’ın kararını anca yan yana geldiğimizde verebiliyoruz.

Bu albüm özelinde, bu ihtiyacı besteleme sürecinde hissettik. Çünkü bizim için albümü kaydetmek demek, önce planlayıp sonra iki hafta buluşup, stüdyoya kapanarak kaydetmek demek.

Bir araya gelmeden önce herkes bestelerini paylaştı, fikrini söyledi, “şunu şöyle yapalım, bunu böyle yapalım” dedi. Ama bir araya gelip prova yapmadan ya da stüdyoya girip onları tekrar denemeden şu anki haline ulaşmayacaktı.

Bundan sonraki çalışmamızda belki daha az parçalı, üç-dört şarkılık bir EP yapmayı düşünüyoruz. Bunu biraz da yan yana gelme mecburiyetini kırmak için yapacağız. Bir araya gelip bütün bir albümü kısa sürede kaydetmek hem maddi olarak hem de organizasyon açısından kolay değil.

Stüdyoya girip albümü kaydetmek belki çok uzun sürmüyor ama sonraki süreç, masteringi, şusu busu, hayli zaman alıyor. Öte yandan yayınlayacak bir şirket bulmak, onlarla anlaşma yapmak da büyük dert.

Üzerine konuştuğunuz, hatta belki sample’ını kaydettiğiniz ama yan yana gelirken ‘aslında şunu şöyle yapsak’ dediğiniz şeyler oldu mu?

Kesinlikle. ‘Beraber tınlama’ diye tabir edebileceğimiz şey var. Bir de enstrümanlar çok spesifik olduğu için, özellikle kaval ve duduk, şarkılarda onların üst üste binmemesi lazım. İkisi de harika çalıyor ama yine de her zaman her şey çok uyumlu olmayabiliyor. O yüzden Mahir ve Arsen sürekli bir deneme-yanılma süreci yaşadılar. Bende de benzer durum söz konusuydu ama onlarınkinin aksine akordeon daha ritim odaklı bir enstrüman.

Bu üç enstrüman yan yana, aslında çok da alışık olduğumuz bir kombinasyonu oluşturmuyor.

Albümdeki uyumu yakalamak için aklımızdaki ilk fikirlerin üzerine koyduğumuz ya da doğrudan değiştirdiğimiz yerler oldu.

Ayrı ayrı yerlerde kayıt yapıp, onları üst üste koyarak bir üretimde bulunmak son derece makul ve çok da güzel olabilir. Fakat orada şunu gözetmek lazım: Yan yana geldiğinde ve deneme yanılma yoluna girdiğinde ortaya çıkabilecek denemelerin önü kesilmiş oluyor aslında. Potansiyelini göremiyorsun, öyle bir dezavantajı oluyor bunun. Bir fikir ortaya atıyorsun, kabul de görüyor, hatta yapıyorsun ve sonucunu da alıyorsun ama yan yana gelip yaptığında belki ortaya bambaşka bir şey çıkacak ve bunu göremiyorsun.

Fotoğraf: Radek ZawadzkiBu albümü Türkiye’de yayınlasaydınız, hem müzikal anlamda hem de işin teknik ve emek karşılığı anlamında bir değişikliğe uğrayacağını düşünür müydünüz? Albüm Türkiye’de yayınlansaydı, çıktığı haliyle yayınlanır mıydı?

İkinci albüm biraz daha rahat bence o anlamda. Türkiye şartlarını düşündüğümüzde, politik ortamı ya da baskıları düşündüğümüzde, ilk albümde ben daha çok çekince yaşardım; ya da orada daha farklı olurdu diye düşünüyorum.

Enstrümantal müzik yapmanın bir avantajı var. İşin içine söz girdiğinde RTÜK ya da benzeri kurumların denetimine tâbi oluyorsun. Direkt sözleri kontrol ediyorlar mesela. Ama kimse müzikleri nota nota kontrol etmiyor. Etse bile buna çok takılmıyor. Neden? Somut bir adresi olmadığı için.

Mesela, ilk albümde, dediğim gibi çok daha farklı bir kitapçıkla daha detaylı bir arşiv çalışması gibi bir perspektifle yaklaştığımız için, durum farklı olabilirdi. Örneğin o albümde Adana Ağıt’ı [Adanayi Voğperk] vardı. O şarkı, Türkiye’de bir pop şarkıcısı tarafından uyarlandı ve orada herkes onu o haliyle biliyor. Biz tam da bunu eleştirerek o şarkıyı gerçek haliyle ilk albüme koyduk. Hatta enstrümantal olmasına rağmen hem orijinal Ermenicesini hem de İngilizce çevirisini yazdık.

Türkiye’de bu sözleri Türkçe yazsan, büyük ihtimalle RTÜK ya da benzeri sansür kurumu için bu bir sorun olurdu. Dolayısıyla bizim için de. Bunun gibi başka sözler ya da başka metinler de var. Çünkü Adana Ağıdı’nda yaptığımız şeyin benzeri ‘Nazbar’ [Nazpar] diye geçen parça da var. Türkiye’de bu, bir Azeri ezgisi olarak geçiyor. Biz bunu araştırdık, bildiğimiz, tanıdığımız herkese sorduk ve ne bir bilgi ne de bir bağlantı bulabildik. Öte yandan, Ermenistan’da ise bir beste olarak, yanlış hatırlamıyorsam Aleksandr Aleksanyan’ın bestesi olarak kayda geçmiş. Her resmî kurumda bir sorgulama mümkündür.

Ama tıpkı Adana Ağıdı’nda olduğu gibi burada da eserin Türkçeleştirilme ihtimali çok yüksek. Bu sadece Ermenice için geçerli değil, Rumca, Kürtçe şarkılarda da benzer durumlarla karşılaşıyoruz.

Konserlerde bunları olduğu gibi anlatıyoruz tabii. Ne yazık ki şimdiye dek Türkiye’de bir konser veremedik. Aslında en büyük hayalimiz Türkiye’de, Gürcistan’da, Ermenistan’da bir turne yapabilmek.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

Albüm A. G. A. Trio


Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.