‘Manastırı seve seve veririm’

Fatih Altaylı ailesine ait arazideki Varak Manastırı’nı iade edeceğini duyurdu: Bakanlığa vermem gerekiyorsa Bakanlığa, Patrikhane’ye vermem gerekiyorsa Patrikhane’ye vermeye hazırım. Bundan da hiçbir maddi karşılık beklemiyorum.

ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr

İlk olarak Taraf gazetesinin haberiyle gündeme gelen, Van’ın Yedikilise (Yukarı Bakraçlı) köyündeki tarihi Surp Varak Manastırı’nın Fatih Altaylı’ya ait olduğu haberlerinin ardından, Altaylı, Agos’a bir açıklama yaparak, kilisenin ailesine ait arazi üzerinde olduğunu ve yapıyı hiçbir karşılık beklemeden iade etmeye hazır olduğu açıkladı. Altaylı, haberden önce veya sonra kendisini hiçbir yetkilinin aramadığını söylerken, yapıyla ilgili bir onarım projesi hazırlamış durumda olan Van Valiliği, mülkiyet durumunun tam olarak açıklığa kavuşmasından sonra gerekli işlemlere başlanacağını açıkladı.

Haberin yayımlanmasının ardından “Fatih Altaylı Kiliseyi Geri Ver” sloganıyla yürütülen sosyal medya kampanyasının Altaylı’nın yayın yönetmeni olduğu Habertürk binası önünde bir protesto gösterisine dönüştüğü gün, Altaylı’yı ziyaret ederek, durumu birinci ağızdan öğrenmek istedik.

Yaşananlardan dolayı sıkıntılı olan Altaylı, “Evet, o arazi bizim ailemize ait. Kiliseyi geri vermeye hazırım. Yeter ki yetkililer bana ne yapmam gerektiğini söylesin. Bakanlığa vermem gerekiyorsa Bakanlığa, Patrikhane’ye vermem gerekiyorsa Patrikhane’ye vermeye hazırım. Bundan da hiçbir maddi karşılık beklemiyorum. Girip içinde dua edecek halim yok. Diskoya çevirecek halim yok, yıkacak halim hiç yok. Kaç gündür uykum kaçıyor. Sanki katilmişim gibi muamele gördüm” dedi.

Altaylı, sülalesinin yaklaşık 500 yıldır Van’da yaşadığını söyledi: “500 senelik Vanlıyız biz. Ailemiz Horasan’dan Konya’ya gelmiş, oradan da Van’a göçmüş. Herhalde Kanuni zamanından beri oradayız. Van’da çok geniş arazilerimiz var. Ama şahsen buralarla hiçbir ilgim yok, oradan hiçbir gelirim de yok.”

Altaylı’nın, ailesinin varlığının Ermenilerden gasp edilen mallara dayandığı iddiasına ilişkin açıklaması ise şöyle: “1915’te Van’da bir Ermeni devleti kurulunca bir katliam oluyor, herkes birbirini öldürüyor. Dedemin babası Hurşit Bey, ailenin bir kısmını İstanbul’a gönderiyor. Ama kendisi Van’da öldürülüyor. Sonra Cumhuriyet döneminde tekrar ailenin büyük bir bölümü Van’a dönüyor. Aile büyüklerinden o köyle ilgili duyduğumuz, birtakım kamu binalarının yapılacağı arazileri devlet bizden alınca, karşılığında Ermenilerden kalan boş arazilerden bazılarının tapusunu bize verdikleri. Benim bildiğim bu; doğru mudur, değil midir, yüzde yüz böyle midir açıkçası bilmiyorum. Sonrasında da buralardan ne kira alındı, ne bir şey yapıldı. Ne kullanan biziz, ne de faydalanan biziz.”

Patrikliğin mülkiyet
hakkı yok

Patriklik yetkilileriyle yaptığımız görüşmede, Fatih Altaylı’nın kiliseyi iade etme kararına çok memnun olmakla birlikte, mevcut hukuk kuralları altında Patrikliğin herhangi bir kilisenin mülkiyetine sahip olma hakkı olmadığını, ancak devletin bir idari kararla kilisenin kullanım hakkını veya mülkiyetini Patrikliğe devredebileceği ifade edildi. Öğrenildiğine göre, Van Valiliği kiliseyle ilgili bir restorasyon projesi hazırladı ve Kültür Bakanlığı’ndan da gerekli bütçe için izin çıktı. Valilik yetkilileri, kilisenin mülkiyetiyle ilgili kesin araştırmanın sonuçlanmasının ardından Fatih Altaylı ve Altaylı ailesiyle gerekli temasları başlatacaklarını ifade ettiler.

Altaylı köyü daha önce hiç ziyaret etmese de, Yedikilise adının aile içerisinde konuşulduğunu hatırlıyor: “Yedikilise’den ailede hep bahsedilirdi, ‘Kiliselere yazık oluyor, kiliseler yıkılacak. Bunlara neden kimse sahip çıkmıyor? Bir şey yapılsın’ denirdi. Dedem bu işlere meraklıydı. 1960’lı yıllarda kiliseyi onarttırdı. Ama 1981’de ölümünden sonra biz ilgilenmedik. 2010’da babamı kaybedince verasetler yapılırken orada tapular arasında gözüme çarptı, Yedikilise köyü de tapular arasında geçiyordu. Dedemden kalan malların kime intikal ettiğini açıkçası bilmiyordum. Bana geçtiğini o sırada öğrendim. Tamamı mı bana geçti, onu da bilmiyorum. Parsel parsel ayrılmış olabilir. Orası ifrazlı mıdır, ifrazsız mıdır onu da bilmiyorum. Kilisenin olduğu yer kuzenlerimin üzerine de olabilir.”

Altaylı, eğer arazinin tapuda kendi üzerinde olduğu kesinse, mülkü iade etmek için hiç beklemeyeceğini, eğer tapu iki kuzeninin üzerineyse, onlarla da konuşarak kilisenin iadesini sağlayacağını ifade etti.

Çıkan haberin ardından beklemediği bir tepkiyle karşılaştığını söyleyen Altaylı,”Anadolu’da o kadar yok edilmiş, talan edilmiş kilise var. Bunları son onaran benim dedem. Kiliselerin yıkılmasını o engelledi, bunu kimse dikkate almıyor” dedi.

Taraf gazetesinden kendisini haber için aramasıyla kiliseyle ilgili bir restorasyon projesinden haberdar olduğunu, kilisenin kendi üzerine olması nedeniyle restorasyonun başlayamadığını öğrendiğinde benzer şeyleri o zaman da söylediğini ifade eden Altaylı, Van’daki yetkililerin kendisine ulaşamamış olmalarına da şaşırdığını söyledi: “Bir bürokratın bana ulaşamaması mümkün mü? Bana ulaşamazlarsa Van’daki kuzenime ulaşırlar. Van’da bizi tanımayan kimse yok. Beni arayan muhabir arkadaş, ‘Kültür Bakanlığı bu kiliseleri onarmak istiyor ancak size ulaşamıyorlar, o yüzden de onaramıyorlar’ dedi. Bana ulaşamayan devlet herhalde kimseye ulaşamaz. Bütün gün televizyondayım, gazetedeyim. Nerede olduğum belli, yanımda koruma polisi var. Demek ki ciddi aramamışlar, ciddi arasalar beni bulurlardı.”

Elbirliğiyle restore edilebilir

Anadolu’nun mimari mirası konusunda çalışmalar yapan Birzamanlar Yayıncılık’ın yayın yönetmeni Osman Köker, Yedikilise adıyla da anılan Surp Varak Manastırı’nın, elbirliğiyle restore edilerek geleceğe taşınabileceğini, Fethiye Çetin’in köyü olan Habap Hrant Dink Vakfı öncülüğünde gerçekleştirilen çeşme restorasyonlarının bunun için önemli bir model olduğunu söyledi.

“1915 öncesi Anadolu’da var olan 2500 Ermeni kilisesi ve manastırından sadece birkaçı bugün hâlâ Ermeni cemaatinin elinde. Diğerleri tamamen el değiştirdi, büyük çoğunluğundan hiç iz kalmadı. Varaka Vank dahil bazı binalar ise restore edilerek ziyarete açılabilecek durumda. Hükümetin ve yerel yöneticilerin her ne kadar bu konuda tam bir kararlılık sergilemeseler ve zaman zaman tam yıkıcı bir role soyunsalar da bu kilise ve manastırların hiç olmazsa belli bir turizm potansiyeli olanlarını restore etme gibi bir eğilimi var.

Bütün bu mimari varlığın Ermeni toplumuna iade edilmesi ahlâken en olumlu iş olur. Varaka Vank’ta böyle bir ihtimalin ortaya çıkmış olması sevindirici. Ama bu binaların Ermeni toplumuna iadesiyle de iş bitmiyor, çünkü Ermeni toplumunun ne bunları restore edecek ne koruyup varlığını sürdürecek maddi bir gücü var. Cemaati kalmamış, bu nedenle de fiilen kullanılamayacak olan bu dini yapıların el birliğiyle restore edilip korunması lazım.

Fethiye Çetin’in anneannesinin köyü olan Habap’ta, Ermenilerin yaşadığı dönemden kalan çeşmeler, Hrant Dink Vakfı’nın girişimiyle restore edilerek tekrar köylülerin kullanımına sunuldu. Vakıf burada bütün tarafları çok dikkatli bir şekilde projenin içine çekmeyi ve köylüleri çeşmeye sahip çıkmasını sağlamayı başardı. İl Özel İdaresi’nin imkânları sivil toplum kuruluşlarının imkânlarıyla birleştirildi; köylülerin yanı sıra Türkiye ve yurtdışından Ermeni, Türk, Kürt gençlerin emekleri devreye sokuldu ve restorasyonu bittiğinde de köyün kadınlarına emanet edildi.

Varaka Vank’ın restorasyonu bu çeşmelerinkinden çok daha büyük bir iş, Ahtamar’ınkinden ya da Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’ndekinden de çok daha büyük. Eğer mülkiyeti bir Ermeni kuruluşuna devredilirse, Ermeni cemaatini burayı restore edip ayakta tutma göreviyle baş başa bırakmamak gerekir. Binayı ayağa kaldırmak da, yaşatmak da, definecileri ve kasten zarar vermek isteyenleri bir kenara bırakalım, her gün bir taşını söküp bir yerlerde kullanmayı alışkanlık edinmiş köylülerle uğraşmak da 1.500 km uzakta yaşayan bir cemaatin tek başına baş edebileceği bir iş değil.

Ortak bir çözüm planı üretmeliyiz. Hatta şimdiden öyle bir çözüm planı üretmeliyiz ki, Ermeni cemaati gönül rahatlığıyla bu mülkü talep edebilsin. Kimin ve hangi parayla kiliseyi restore edeceği, köylülerin işgalindeki yerleri –onları kiliseye düşman etmeden– nasıl kurtaracağı, kilisenin önüne inşa edilmiş olan camiyi nasıl taşıyacağı, restorasyondan sonra kiliseyi nasıl koruyacağı, ona hangi fonksiyonlar kazandırarak canlı tutacağı dahil bir çözüm planından söz ediyorum. İlgili bakanlıkların, il özel idaresinin, yerel yöneticilerin, köylülerin, şimdiki mülk sahibinin, yurtiçindeki ve yurtdışındaki Ermenilerin, konuya duyarlı Türklerin, Kürtlerin, sivil toplum kuruluşlarının da bir parçası olacağı bir çözüm planı üretmek ve bu planı bütün taraflara kabul ettirip, herkesin kendisinin de kazandığını hissedeceği bir süreçle gerçekleştirmek gerek.”

 

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem