OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Adaletin bu mu Türkiye?

İhlaller artık neredeyse takip edilemez oldu. Birkaç gün arayla haber akışına düşen kimi olayı, fazla yorum yapmadan arka arkaya sıralamak bile durumun vahametini anlatmaya ve anlamaya yeter. Buyrun.

Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri, adalet mekanizması hiçbir zaman insan onuruna yakışacak seviyede olmadı fakat son yıllarda bu değerlere ve normlara aykırı hareketler âdeta gemi azıya aldı. İşkence, yargısız infaz, delilsiz ve keyfi tutukluluk, hatta delilsiz hüküm sıradan, kanıksanan olaylar hâline geldi. Bu tür ihlaller artık neredeyse takip edilemez oldu. Birkaç gün arayla haber akışına düşen kimi olayı, fazla yorum yapmadan arka arkaya sıralamak bile durumun vahametini anlatmaya ve anlamaya yeter. Buyrun.

29 Kasım akşamı saat 22:00 sularında, Çetin Kaya isminde bir vatandaş polis kurşunuyla can verdi. Valiliğin iddiasına göre, Çetin Kaya polise mukavemet etmiş ve tabii ki bir polis klasiği olan “silahın kazara ateş alması sonucu” ölmüştü. Halbuki, Çetin Kaya’nın kelepçelendikten sonra polis tarafından ensesinden vurularak öldürüldüğüne dair iddialar var ve görgü tanıkları olduğu da söyleniyor. Diyebilirsiniz ki şehrin ortasında, her tarafın MOBESE kameralarıyla dolu olduğu bir yerde bunu anlamak kolay, kameraların yaptığı kayıtlardan hemen anlaşılır. Fakat, aynı “polisin silahının kazara ateş alması” gibi, başka bir ‘doğa kanunu’ da, adam vuran polis olunca o kameraların hep devre dışı olması, kayıt yapmamasıdır. Tabii ki ‘doğa kanunu’ gene işlemiş, kameralar devre dışıymış. Hadi diyelim, kameraların o an çalışmıyor oluşu ‘talihsizlik’, fakat delillerle ilgili sorunlar bununla da bitmiyor. Çetin Kaya’nın ailesinin avukatlarının söylediğine ve ETHA’dan Nadiye Gürbüz’ün aktardığına göre, Kaya’nın kullandığı, çalıştığı şirket tarafından kiralanan aracı polis gerekli delil toplama işlemlerini yapmadan araba kiralama şirketine teslim etmiş ve onlar da aracı bir güzel yıkamış! Hâlbuki aracın polis tarafından tutanakla aileye ya da avukatlarına teslim edilmesi gerekiyormuş. Bu da mı ‘talihsizlik’? Valiliğin açıklamasında araçta, olay sırasında kaçan ikinci bir kişi olduğu ve uyuşturucu ve telsiz bulunduğu iddiasına rağmen olay yeri tutanağında bunlardan bahsedilmemesine değinmiyorum bile, çünkü araçta uyuşturucu olsa bile bu, polise sınırsız adam vurma yetkisi vermez. Bu olayda Türkiye normallerine uymayan tek husus, polis memurunun kasten adam öldürme suçundan tutuklanmış olmasıdır. Bakalım dava Türkiye normallerine göre mi yoksa hukuk ve adalet normlarına göre mi ilerleyecek.

Üzerinde duracağımız ikinci dava, Kobane davası. Malum, 6-8 Ekim 2014’te zamanın hükümetinin IŞİD’in Kobane kuşatmasına karşı takındığı tavrın tetiklediği olaylar sırasında 46 kişi yaşamını yitirmişti. Bunlardan Yasin Börü, iktidar çevresi tarafından o günden beri her fırsatta gündeme getirildi. İşte, sözünü edeceğimiz dava Yasin Börü’yü kimin öldürdüğünü açığa çıkarması beklenen dava. 16 yaşında öldürülen Börü’nün katili olarak yargılanan ve olay tarihinde kendisi de 14 yaşında olan, yedi senedir tutuklu bulunan Mazlum İ. 124 yıl hapse mahkûm edildi. Hâlbuki Mazlum İ. olay tarihinde olayın yaşandığı Diyarbakır’dan 140 km uzakta bir düğünde olduğunu söylüyordu ve HTS kayıtları yani cep telefonu sinyalleri de bunu doğruluyordu. Mahkûmiyet, Mazlum’u olay yerinde gördüğünü söyleyen bir tanığa dayanıyordu ki sonradan o da Mazlum’u tanıdığını söylediğini ama onu olay yerinde görmediğini söyledi. Öte yandan, mahkeme heyeti Mazlum’u düğünün olduğu Kulp’a bağlı mezraya götüren taksicinin ve düğün sahibinin Mazlum’un orada olduğuna dair tanıklıklarını ve ilaveten düğünde çekilen, Mazlum’un göründüğü video kayıtlarını görmezden gelmiş. Yargıtay aşaması başka bir tuhaflık. Şöyle ki, Yargıtay, Mazlum’un Börü’nün katili olarak hüküm giydiği kararı bozdu ama üç başka cinayet dâhil, diğer suçlardan giydiği hükmü onadı! Bu bozma sebebiyle dosya tekrar Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitti. Bu sefer savcı, 28 Mayıs 2021’de Mazlum’un beraatını talep etti. Fakat, arada iyi saatte olsunlar işe karışınca aynı savcı bir ay sonra Mazlum’un cezalandırılmasını talep etti! Mahkeme de yeniden yargılama talebini reddetti! Öyle ya, Yasin Börü’yü kullanmaya devam edilecekse bize bir katil lazım. Yoksa, ‘faili meçhul’ deyince akla gelen belli. 

Üçüncü örnek dava, 11 Eylül 2020’de askerler tarafından Servet Turgut’la birlikte işkenceye maruz bırakıldığı ve helikopterden atıldığı iddia edilen Osman Şiban’a geçen hafta açılan ‘örgüt üyeliği’ davası. Servet Turgut’a niye dava açılmamış diye soracak olursanız, cevap, olaydan sonra 20 gün yoğun bakımda kalan Servet Turgut’un dayanamayarak öldüğüdür. Hadi, Şiban’a örgüt üyeliğinden dava açıldı. Peki, ona ve Servet Turgut’a güvenlik güçlerince yapıldığı iddia edilen muamele hakkında, davadan geçtim, etkin bir soruşturma yürütüldü mü? Hayır. Bugün bu olaydan dolayı yargılanan kişiler sadece olayı haberleştiren gazeteciler. Bir de tabii, Şiban’a açılan bu son dava var.

Dördüncü örnek, 2016’dan beri tutuklu olan ve hakkında kesinleşmiş 10 yıl hapis cezası bulunan HDP’li Aysel Tuğluk’a yapılan muamele. Hatırlayacağınız üzere, tutuklandıktan sonra annesini Hatun Tuğluk vefat etmiş ve Aysel Tuğluk 13 Eylül 2017’deki cenaze törenine izinli olarak katılmıştı fakat ne acıdır ki cenazeye bir grubun yaptığı ırkçı saldırı sonucu, Hatun Tuğluk Ankara’da gömüldüğü mezardan saatler, belki dakikalar sonra çıkarılmak zorunda kalmış ve Aysel Tuğluk da bütün bunlara şahit olmuştu. Anlaşılan o ki bu travmanın tetiklediği nörolojik rahatsızlığı artık ileri boyutlara varmış ve cezaevinde kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle gelmiş. Bunun üzerine de avukatları infaz durdurma talebinde bulunmuşlar. Dokuz ay boyunca Tuğluk’un takibini yapmış olan Kocaeli Tıp Fakültesi Adli Tıp Kurumu’ndan dokuz kişilik heyetin “hastalığının kronik seyirli olduğu, ilerleyici vasıf arz ettiği, cezaevi koşullarında sağlanabilecek tıbbi destek, bakımının yeterliliğinde sorun yaşanabileceği, ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği” yönündeki raporuna rağmen, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nın süresi dakikalarla ölçülen muayene sonucunda bir günde hazırladığı, ters görüş ifade eden raporu sebebiyle avukatların talebi reddedilmiş. Tuğluk’un sağlık durumu, cezaevinde günden güne kötüleşiyor. 

Beşinci vakayı HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu aktarıyor. 4,5 yıldır Manisa T Tipi Cezaevi’nde tutuklu olan KHK’lı Türkçe öğretmeni Murat Turan’ın oğlu Ömer Faruk vefat etti. Defaatle müracaat edilmesine rağmen babanın oğlunu son bir kere görmesine müsaade edilmemiş. Bu nasıl, hangi gerekçeyle açıklanabilir? Neden bu izin verilmez? Böyle bir izni vermemenin tek gerekçesi kötülük olabilir. 

Bunlar, son bir hafta - 10 gün içinde gündeme gelenler sadece. Yoksa, liste daha da uzayabilir. Roboski’den Şenyaşar ailesine, Çorlu tren katliamında katledilenlerin ailelerine yaşatılanlardan daha hiç bahsetmedik bile. Tüm bunların yaşandığı bir ülkede mahkemelerin adalet dağıtan yerler olduğu söylenebilir mi?