‘Kulüp’, meseleyi ve karakterleri basitleştirmeme, karikatürleştirmeme açısından başarılı. Klişelere batmıyor, gayrimüslimlere yapılanları anlatırken didaktizme, kuru bir ‘siyaseten doğruculuğa’ veya kanırtan bir duygu sömürüsüne düşmüyor.
Özel bir medya platformunda ‘Kulüp’ isimli bir dizi yayına girdi. Henüz izlemeyenleriniz için seyrin tadını kaçıracak ayrıntılar vermeden, basitçe söylemek gerekirse, 1950’lerin sonundaki İstanbul’da Sefarad Yahudi toplumunun üyeleri ekseninde dönen bir hikâye (50’lerin sonu olmalı, çünkü ana karakter 1942-43 gibi hapse girip 17 sene kalıyor). Matilda Aseo isimli ana karakterin hayatının aldığı istikameti belirleyen temel olay da Varlık Vergisi. Ayrıca, ekonominin, iş hayatının Ermeni, Rum ve Yahudilerden temizlenmesi politikalarına net göndermeler var. Hani çok az abartarak söyleyecek olursam, ‘Kulüp’ Türkiye'de popüler kültür düzeyinde tarihle yüzleşme için atılmış bir küçük dev adım. Bu kadarının bile bunca zaman sonra çıkabilmesi iç burkucu olsa da, konuşulan, anlatılan hiçbir şeyin boşa gitmediğini göstermesi açısından da sevindirici.
‘Popüler kültür’ veya ‘popüler kültür ürünü’ tabirlerinin küçümseyici bir tarafı, daha doğrusu öyle bir iması vardır. Popüler kültür için üretilen ve o alanda tüketilen film, roman, çizgi roman, dizi, karikatür, skeç vb. ürünlerin süfli bir tarafı olduğu, meseleleri basitleştirdiği, karakterleri karikatürleştirdiği düşünülür. Bunda bir doğruluk payı vardır, zira sofistike işlerin popüler düzeyde tutunması zordur. İnsanlar o düzeyde kolay anlaşılacak, kolay ‘tüketilecek’ ürünler beklerler. Buradan yola çıkarak, tarihle yüzleşme ile popüler kültür ürünleri arasında ikircikli bir ilişki olduğu söylenebilir. Bir yandan, bu tür ürünler tarihle yüzleşme gibi zor ve katmanlı bir işi haddinden fazla basitleştirme, karikatürleştirme riski taşır; öte yandan, tarihle yüzleşme dediğimiz faaliyetin, zihin ve ruh durumu kitlelere inmediğinde çok anlamlı ve sonuç alıcı olması zor. İşte, popüler kültür ürünleri de bu anlayışı kitlelere ulaştırmak için önemli. Ayrıca, olumsuz Ermeni, Rum ve Yahudi prototipleri bugüne kadar en çok popüler kültür ürünlerinde görülüp kökleşmedi mi? O olumsuz prototiplerin yaygın kabul görmesi de yakın ve uzak geçmişte somut siyasi sonuçlar doğurup zararlar vermedi mi? Dolayısıyla, bu meselede popüler kültür alanı gözden çıkarılacak, burun kıvrılacak bir alan değil.
‘Kulüp’, meseleyi ve karakterleri basitleştirmeme, karikatürleştirmeme açısından başarılı. Klişelere batmıyor, gayrimüslimlere yapılanları anlatırken didaktizme, kuru bir ‘siyaseten doğruculuğa’ veya kanırtan bir duygu sömürüsüne düşmüyor. Sayısı az olmakla birlikte daha evvel ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’, ‘Güz Sancısı’, ‘Sürgün’ gibi, gayrimüslimlere yapılanları konu edinen roman veya filmler ortaya kondu ama bana öyle geliyor ki ‘Kulüp'teki gayri-Türk karakterler bunların içinde en sahici olanlar. Bunda, dil (Ladino) ve kültür konusunda Türkiye Yahudi toplumunun yetkin isimlerinden danışmanlık alınmasının da payı var sanırım. Görebildiğim kadarıyla dizi, Türkiye Yahudi toplumu üyelerinden de genel olarak hem otantikliği hem de siyasi yaklaşımı açısından olumlu tepkiler aldı. Bu sonuncuyu önemsiyorum, zira Türkiye Yahudi toplumu içinde tarihte olanlara dair eleştirel bir bakıştan ziyade bugün dikkatleri hatta şimşekleri üzerlerine çekmeme düşüncesiyle, ‘tadımız kaçmasın’ bakışı, kendilerini ‘gayrimüslim azınlıklar’ tabir edilen diğer gruplardan ayrı konumlandırıp ‘onlar gibi kötü çocuklar’ olmadıklarını devlete gösterme çabası öteden beri belirgindir. Öte yandan, Yahudi toplumunun genç nesilleri içinde eleştirel düşünce ifadesi ön plana çıkıyor. Fakat tarihte yapılan haksızlıklara eleştirel gözle yaklaşan ‘Kulüp’ dizisinin yalnız bu genç kuşak Yahudiler tarafından değil, yukarıda çok kısaca özetlediğim anlayışa daha yakın eski kuşaklar tarafından da beğenilmiş olması önemli.
Bu ülkede nesiller ‘sadece Türk bir Türkiye’ görerek, duyarak, Türkiye’nin Türk olmayan bileşenlerine yabancı şekilde büyüdü. Bu dizi açık kanallardan yayınlansaydı da bu nesiller, görmedikleri, duymadıkları, geçmişte kalmış bir Türkiye parçasının en azından gölgesini görselerdi iyi olurdu; zira, bizden farklı olanın da bu topraklara ait olduğunu görmek ve hazmetmek, demokratik ve barışçı sosyal hayatın önemli ayaklarından biri.
Dizi, artık olmayan bir İstanbul’un hafızasına, kaybolan sosyal dokuya da işaret ediyor. Bunların bir dizi hacminde de olsa kayda geçmesi kıymetli. Bu vesileyle şunu da söylemek gerekir: İstanbul’un 60-70, hatta 80 yıl öncesini hatırlayan Ermeni, Rum ve Yahudilerle sözlü tarih çalışmaları yapıp, kayda geçirmek çok önemli. Aslında yalnız onlar değil, İstanbul’un o zamanlarını anlatacak herkesle bu tür çalışmalar yapılmalı ama onların soyu kelimenin düz manasıyla tükendiği için özellikle önemli. (Bir ara yalnız İstanbul’u kapsamamakla birlikte TRT’de bu işi yapan ‘Yaşayan Bellek’ isimli bir program vardı ama şu anda internette yalnızca fragmanları çıkıyor. Umarım en kısa sürede erişilir hâle gelir. Ayrıca, sözlü tarih çalışmaları için sozlutarih.org.tr sitesini de zikretmek gerekir.)
Aslında İstanbul’un ve genel olarak Türkiye’nin, özellikle Ermeni, Rum ve Yahudiler için siyaseten özlenecek, özlem duyulacak bir zamanı yok. Azalıp artarak gitse de hep bir baskı, hep bir gerilim. Ama işte nostalji, geçmişin lekelerini silikleştiren, onu romantikleştiren, tuhaf bir duygu. Siyaseten bilinçli olanları da sarabiliyor. Nostalji denen hüzünlü hâl, zamanın geri döndürülemez geçişi karşısında insanın çaresizliğinin bir sonucu olsa gerek. Geçmişi, yaşanmışı önümüze seren işleri de sanki o günler geçmemiş, onları kaybetmemişiz, onlara tutunuyormuşuz hissi vererek o çaresizliği en azından bir süreliğine bize unutturdukları için seviyoruz belki de.
not: ‘Kulüp’ dizisinde herkes –anlaşılır şekilde– Matilda Aseo’nun hikâyesi üzerinden Yahudi toplumuna odaklanıyor ama Niko/Orhan’ın ve annesinin hikâyesi de es geçilmemeli. Orada hafızaya dair önemli göndermeler var. Kim bilir dizinin ikinci bir sezonu olursa belki o hikâyeyi de öğreniriz.