Ermeni Kilisesi’nin beş önemli yortusundan biri olan Vartavar, bugün kutlanıyor. Sosi Antikacıoğlu, kendi ailesinin tarihinden yola çıkarak Vartavar’ı yazdı.
SOSİ ANTİKACIOĞLU
Halk ağzında ‘su yortusu’ olarak da bilinen Vartavar, Ermenilerin beş önemli dini gününden biridir ama benim büyüdüğüm evde o günün garip bir özelliği vardı. Ailem tüm yortu kutlamalarını şevkle yaptığı halde bizde Vartavar kesinlikle kutlanmazdı ve her yıl hiç bıkıp usanmadan üstüne basa basa kutlamanın niçin yapılmadığı anlatılır, o konuda espriler yapılır, şakalaşılırdı. Neticede o kadar çok sözü edilmişti ki yetişkin yaşa vardığımda artık özelliklerini en iyi bildiğim yortu haline gelmişti Vartavar.
Vart’tan Vartavar’a
Bu, kökeni binlerce yıl geriye, çoktanrılı dönemlere uzanan bayram, dünyadaki en eski kutlamalardan biridir ve hep Temmuz ortalarında yapılır. O gün etraf güllerle bezenir, hatta anlatıldığına göre eski zamanlarda kızlar başlarına güllerden örülmüş taçlar takarlarmış. Zaten yortunun adı da Ermenice gül anlamına gelen ‘vart’ kelimesinden türetilmiş. Yortunun bir başka geleneği de güvercin uçurmaktır ama en eğlenceli ve en önemli kısmı insanların her anlamda arınmayı temsil eden su ile birbirlerini ıslatmasıdır.
Eskiden Anadolu’da özellikle kırsalda dere kenarlarında yaşayan Ermeniler suya girip birbirlerinin üstüne su sıçratır veya oralardan kaplarla su taşıyıp birbirlerinin üstüne atarlarmış. Genç erkekler at üstünde nehirlerde birbirlerini suya düşürme oyunları oynarlarmış. Yirminci yüzyıldan itibaren Batı Ermenilerinin evleri yine güllerle süslendi ancak kutlamalar bazı istisnalar dışında artık birbirlerine ancak birer fiske su atarak yapıldı. Ermenistan’da ise insanların coşkuyla birbirlerine bol miktarda su atma geleneği hâlâ devam ediyor.
Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Ermeniler Vartavar’ı çok tanrılı dinler zamanında olduğu gibi Temmuz ortalarında, ama bu kez İsa’nın suret değiştirme yortusu olarak kiliselerde ayinlerle kutlamaya devam ettiler. İncil’e göre İsa Mesih çarmıha gerilmeden birkaç gün önce üç havarisiyle dağa dua etmeye çıkmış, orada onların gözü önünde şekil değiştirmiş, parlaklığa bürünmüş ve ışık saçmaya başlamıştır. Zaten Vartavar kelimesinin son bölümündeki ‘var’ hecesi de Ermenice ışık, pırıltı demektir. Benim ailem mitolojiye ve tarihe meraklı olduğu için bana yortuyu anlatırken kendi ilgileri doğrultusunda aktardılar konuyu, hatırladıklarım onların anlattıkları. Tabii bu bilgilerin başında da bizim ailede bu kutlamanın niçin yapılmadığı gelir.
Viktorya ve Ara
Ailemizdeki Vartavar trajikomedisi annemle babamın nişanlılık dönemine rastlıyor. Annem Viktorya Çınaryan’la babam Ara Aginyan’ın nişanlı oldukları 1943 yazı zor bir dönem Türkiye Ermenileri için, Varlık Vergisi belası daha yeni yaşanmış. Babam pek etkilenmemiş, zaten kısıtlı kazancı olan bir gazeteci, ama tüccar dedem tüm varlığını kaybetmiş. Annemler her yaz olduğu gibi Büyükada’ya yazlığa gitmişler ama küçücük bir bodrum katı kiralayabilmişler ancak. Vartavar günü de babam adaya nişanlısının evine yemeğe davetliymiş. Anneanemin eskiden alınıp dikilmemiş birkaç metre ipek kumaşı varmış, elinden de iyi dikiş geldiğinden Viktorya’ya güzel yeni bir elbise dikmiş. O koşullarda belliymiş ki anneme çeyiz için bir para ayrılamayacak, o elbise de birkaç yıl bayramlık olarak kullanılır diye düşünmüşler ana kız. Kumaşın üstünde annemin gözlerinin mavisi çiçek desenleri varmış, Viktorya nişanlısına pek güzel görüneceğini düşünerek sevinçle giyinip süslenmiş. Özenle yemekler hazırlanmış, masa kurulmuş ve ada adetlerine uyarak babamı vapurdan karşılamış annem.
Babam yol yordam bilen bir genç olarak o gün yemeğe elinde bir demet gülle gelmiş gül yortusu olduğu için. Bir diğer Vartavar adeti güvercin uçurmak, Ara “yolda güvercin yakalamaya çalıştım burada uçurayım diye ama beceremedim” gibi esprilerle Viktorya’yı güldürmüş. Eve varınca, “masaya oturmadan bir elimi yıkayayım” deyip tuvalete doğru seğirtmiş Ara, birkaç dakika sonra da anneme seslenmiş. Viktorya herhalde havlu yok banyoda diye düşünerek koşarak gittiğinde Ara, gönlünde Vartavar’ın şartı gül, güvercin ve su üçlüsünü tamamlamış olmanın keyfi ile koca bir kova suyu kahkahalar atarak annemin üzerine boca etmiş.
Anında Viktorya’nın canhıraş çığlığı çın çın çınlamış evde. Annemin büyüdüğü evde Vartavar ancak bir fiske suyla kutlandığı için Viktorya tamamen gafil avlanmış, ödünün patlamasına mı, güzelim ipek elbisesinin mahvolmasına mı, rezili çıkan deri ayakkabılarına mı yansın hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Bu arada annemin çığlığını duyan anneannem kızına ne oldu kaygısıyla koşarak gelirken yerdeki suya basıp kayarak küt diye düşmez mi? Zaten sağlıksız olan karısının bir yeri kırıldı diye telaşa düşen dedem o güne kadar sadece güzel sözler söylediği damadına fena halde çatmış “oğlum böyle şaka mı olur” diye.
Ara zavallı kolu kanadı kırık, herkesten bir bir özürler dilemiş. “Tas bulsam tasla atacaktım ama yoktu ancak kova vardı” diye saçma sapan bir şeyler gevelemiş ama anneme de fena halde bozulmuş şaka kaldıramıyor, çıngar çıkardı diye. Neticede o sırada tatlıya bağlanır gibi olsa da sonradan Viktorya’yla Ara yalnız kaldıklarında konu tekrar açılmış, kavga büyüdükçe büyümüş, neredeyse nişan bozma raddelerine gelinmiş. Böylece onların kurduğu ailede Vartavar adeti olarak su atma yerine bu hikâyeyi anlatma geleneği oluşmuş!
Masal çağı
Evet, gerçi ailemizde su atma geleneği uygulanmazdı ama Vartavar’la ilgili birçok hikâye dinledim büyüklerimden. Annem babam benimle oyun oynamak yerine devamlı konuşurlar, anlatırlar, durmadan bir şeyler öğretmeye çalışırlardı. Ben de zaten yaramaz, oyuna meraklı bir çocuk değildim, en sevdiğim şeylerden biri masal dinlemekti. İşte o zamanlarda başlamışlar bana masallar ve diğer bilgilerin yanı sıra Vartavar’ın kökenlerini anlatmaya.
Sonradan söylediklerine göre çocukken oyun oynamaktan sıkılır ama bana anlatılan her şeyi ister masal, ister mitolojik bilgi, ister tarih, gözümü kırpmadan dikkat ve heyecanla dinlermişim. Neticede sözünü ettikleri eski çoktanrılı çağların Vartavar geleneklerini de bir tür masal olarak algılamışım ki nasıl hiçbir çocuk Pamuk Prenses masalını unutmazsa, ben de o hikâyeleri hiç unutmadım. Hatta anlattıkları Ermeni mitolojisinin tüm karakterleri ile Pamuk Prenses veya Kül Kedisi masallarının karakterleri bazen hayal alemimde el ele dolanırlardı. Hatırlarım Kral Güzel Ara’ya gönlünü kaptırıp ölümüne neden olan kötü kalpli Asur Kraliçesi Semiramis ile Pamuk Prenses’in kötü kalpli üvey annesi zaman zaman yer değiştirirdi hayal dünyamda, Güzel Ara da kahraman bir masal prensiydi benim için.
Nuh’un öyküsü
Çocuk aklımda kalmaya son derece yatkın bir hikâye Nuh Peygamber’in dünyadaki bütün canlılardan birer çift alıp gemiye bindirmesiydi örneğin. Hayvan isimlerinin çoğunu Nuh Peygamber hikâyesiyle öğrendiğimi hatırlıyorum, çok sevdiğim kedilerden keşke daha fazla sayıda gemiye alınsaydı diye hayıflandığımı da. Nuh, Ermeniler için çok önemli çünkü Ermeniler Nuh’un soyundan geldiklerine inanırlar, gemisinin de yaşadıkları Doğu Anadolu’nun yüksek rakımlı topraklarında karaya oturduğu rivayet edilir.
Din kitaplarının yazdığına göre tufan bitip Nuh karaya indikten sonra bir güvercin ona bir zeytin yaprağı getirmiş ve son hafif bir bereket yağmuru yağmış. Vartavar’da insanların güvercin uçurup birbirlerini ıslatmaları ondan dolayıymış, o suyun bereket ve şans getireceğine inanılırmış. Bizimkiler bunu bana anlatırlarken birbirlerine bakıp gülüşürler, annem babama göz süzerek “Hafif bir yağmurmuş, çok hafif, öyle bardaktan kovadan boşalır gibi değil,” türünde bir iki söz sokuşturur, babam da bana dönüp gülerek “Kızım, Nuh’un karısı da cadalozmuş biraz biliyor muydun?” diye sorar, ben aralarındaki bu sözlerle neyi kastettiklerini tam anlamadan memnun mesut bir birinin bir diğerinin kucağına yayılır, anlattıklarını dinleyerek onların kıymetli tek çocuğu olmanın keyfini sürerdim.
Ermeniler ve Asdğig
Batı mitolojisini ikisi de iyi bilirdi de Ermeni mitolojisini babam çok iyi incelemişti. Robert Kolej’den mezun olmasına rağmen doğu kültürüne batınınki kadar ilgi duyardı. Ben büyüyüp okulda öğretilen Yunan mitolojisine merak sarınca o bana paralel olarak Ermeni mitolojisini öğretti. Binlerce yıl evvel Anadolu’da ana tanrıçaların çok önemli olduğunu ve Ermenilerin Asdğig tanrıçasının yeri göğü yaratan, pırıltı, ışık, doğurganlık ve aşk tanrıçası olduğunu o anlatmış, bir yıldız tanrıçası olan Asdğig’in Mezopotamya ile Asur’un ünlü ana tanrıçası Astarte’ye olan benzerliğine dikkatimi çekmişti. Daha sonra, Hellenik devirde Asdğig aşk tanrıçası olarak bilindi, Yunan’ın Afrodit’i Roma’nın Venüs’üyle paralel konuma geldi. Ama Asdğig aynı zamanda gökyüzünün, ışığın, parıltının, akan suların ve su kaynaklarının da tanrıçasıydı ve Vartavar kutlamaları antik çağlarda ona adanmıştı. Hatta bazı kaynaklara göre Asdğig Nuh’un kızıydı.
Asdğig’e ithaf edilmiş çokça tapınak varmış antik çağlarda Anadolu’da ama şimdi bildiklerimiz Van yöresinde olanlar ve özellikle de tanrıçanın şehri olarak bilinen bugünkü Muş’un kuzeyindeki eski Daron şehrindeki tapınak. Hıristiyanlığın kabulünden sonra o tapınağın yerinde kurulan Aziz Garabed Manastırı Asdğig efsanesinin devamı olmuş. Malum Hıristiyan geleneklerinin çoğu pagan olanlardan alınma, çünkü yeni bir din kabul edilirken insanların eski alışkanlıklarından tamamen kopmasına olanak yok.
Apostolik Ermeni Kilisesi’nin kurucusu ve o dönemin kralını etkileyerek Ermenilerin M.S. 301 yılında Hıristiyanlığı kabul eden ilk devlet olmasını sağlayan Aziz Krikor episkopos olarak Daron şehrine giderken yanına Aziz Garabed’in kemiklerini almış ve orada bir manastır kurmuş. Tanrıça Asdğig’in şehrinde kurduğu bu Hıristiyan manastırında da Vartavar yortusunu tesis etmiş Aziz Krikor. Artık o devirde ışıltı kaynağı olan tanrıça değil İsa tabii ki. Sonradan yüzyıllarca insanlar Vartavar’da o manastıra hacca ve adaklar adamaya giderlermiş. Ermenilerin kadim Apostolik mezhebine bazı kaynakların ‘Gregoryen’ demesinin nedeni de manastırı kuran Aziz Krikor’un batıdaki isminin Gregor olmasıdır.
Vartavar’da yangın
Her ne kadar bütün bu bilgiler evimizde konuşuldu, anlatıldı ancak Vartavar suyla kutlanmadı ise de, ben on yaşlarındayken öyle bir olay geldi ki başımıza yortu günü bizim evin her tarafına kovalarca su atıldı: O yıllarda Vartuhi adında bir yardımcımız vardı. Vartavar yortusu, isminde vart/gül sözü olan kişilerin, bütün Vartuhi, Vartanuş, Vartges, Vart, Nıvart’ların isim günüdür. Bizimkiler de o gün kutlamayı kendi ailesiyle yapması için Vartuhi’yi evine göndermişler. O yıllarda adalarda tüpgaz filan yok, kahveler yemekler uyduruk kaminotalar üstünde yapılırdı, annem de ehli keyif olduğu için kaminotayı mutfaktan getirmiş salona büfenin üzerine koyup sabah kahvesini orada yapmaya yeltenmiş. Bir ara içeri gidip gelene kadar bir de bakmış ki büfenin yanındaki perde alev almış ve salonda ufak çapta bir yangın başlamış! Çığlık çığlığa babamın uyumakta olduğu odaya koşup “Ara, çabuk bir kova su getir salona!” diye bağırmış. Babam ise birkaç kova suyu etrafa atıp yangını söndürdükten sonra anneme dönüp “Yaaa, bak işte böyle yola getirirler insanı,” deyince annem yangının da söndürülmüş olmasının rahatlığıyla bir kahkaha atmış, böylece bizim aile hikâyesine bir bölüm daha eklenmiş o gün.