OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yalanlar hoşunuza gidebilir ama size iyilik yapmaz

Tutuklananlar arasında doğrudan siyasi bir kimliği olmayan da çok isim var. Onu da geçtim, madem çete reisiydiler, tek tek yargılandılar mı? Mahkemeleri yapıldı mı? Sonları ne oldu? Bunları anlatmadan “Çete reisiydiler” deyip bugün ferahlamak için ağzınızın içine bakanları kandırmak kolay.

Her sene 24 Nisan vesilesiyle Ermeni Soykırımı tartışmaları ve Türkiye’de onun ayrılmaz bir parçası olan inkâr alevlenir. Tabii bu sene, Joe Biden’ın ABD Başkanı olarak yaptığı açıklamada ‘soykırım’ tabirini kullanması, böylece federal hükümetin Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıması bu tepkileri daha da büyüttü. Dolayısıyla, bu tanımanın Türkiye’de kısa vadede inkârcılığı artıracaktır ama hakkın, adaletin de kimseyi bekleyecek sabrı kalmadı.

Bu ortamda bazı bilindik yalan veya çarpıtmalar da tekrarlanıyor. Bu yalanları söyleyenler, Türklere ve onların gelecek kuşaklarına da iyilik yapmıyorlar. Bu yalanlarla büyümüş nesiller kendi içinde daha düzgün bir toplum yaratamadığı gibi, dış dünyaya çıktığı anda da (eğer çıkarsa, çünkü kendi içine kapalılık, dünyadan bihaber olma Türkiye kitlesinin başka bir özelliği) gerçeklerle karşılaşınca zor durumda kalıyor. Doğrusu, tekrar tekrar söylenen bu yalanları tekrar tekrar düzeltmek de hem fiziksel olarak, hem de manen çok yorucu ve yıpratıcı. Maraton koşmak gibi ama finiş çizgisi yaklaşacağına, koştukça uzaklaşıyor.

Aslında inkârcılar da nafile bir işe girişmiş durumdalar, çünkü Diyarbekir’den Bursa’ya, Tekirdağ’dan Antep’e kadar, geniş bir coğrafyada, çoluğuyla çocuğuyla, yaşlısıyla yatalağıyla bir milyondan fazla kişinin evlerinden yollara, çöllere sürülmesine kabul edilebilir, meşru bir gerekçe bulmaya çalışıyorlar. Dünya üzerinde böyle bir gerekçe yok, olamaz. Ne şu Ermeni çetesinin şurada yaptığı vahşet, ne bu Ermeni partisinin aldığı karar veya giriştiği eylemler, böyle yaygın ve ayrım yapmayan bir uygulamayı haklı ve mazur gösterebilir. Bir tek Ermeni dahi taammüden öldürülmemiş olsaydı, tehcir denen bu iş gene mazur, makul ve meşru olamazdı. Dolayısıyla, soykırımdan ‘sıyrılmak’ için kolayca söylenen “Biz tehcir yaptık” ikrarı da başlı başına bir suçun itirafı.

Zaten, ahlaki düzeyde de kendinizden başkasını bu işin meşruiyetine ikna edemiyorsunuz. Bazıları sizinle siyasi işi, çıkarı olduğu için, yani bugün sizinle ters düşmek istemediği için soykırıma açıktan soykırım dememeyi, sizin suyunuza gitmeyi tercih edebilir ama her siyasi şantajın, görüldüğü gibi, bir ömrü var. Siyasi şartlar değişince şantaj da işlemez oluyor, hakikat karşınıza çıkıyor.

Mezkur yalanlardan biri de, 24 Nisan 1915 günü tutuklananların Ermeni çete reisleri olduğudur. Bazı kaynaklar rakamı küçük farklılıklarla verse de, 220-230 civarında kişi bir gecede İstanbul’da tutuklanmıştır ve aralarında yazardan doktora, din adamından milletvekiline kadar birçok farklı kesimden Ermeni vardır. Kahir ekseriyeti tutuklandığında İstanbul’da yerleşikti, orada yaşıyordu. Hangi çeteler bunlar? Legal olarak seçimlere girmiş, mebus çıkarmış Ermeni partileri mi? Yoksa hayatını müziğe ve folklora adamış bir din adamı olan Gomidas Vartabed mi çete reisiydi ki 24 Nisan’da tutuklananlar arasındaydı?  
İşe bakın ki, İttihatçılar karşısında Abdülhamitçi olan zihniyet, İttihatçıların 24 Nisan’da Ermeni çete reislerini tutuklattığını söylerken pek güzel İttihatçı oluyor.

Kaldı ki, dediğimiz gibi, tutuklananlar arasında doğrudan siyasi bir kimliği olmayan da çok isim var. Onu da geçtim, madem çete reisiydiler, tek tek yargılandılar mı? Mahkemeleri yapıldı mı? Sonları ne oldu? Bunları anlatmadan “Çete reisiydiler” deyip bugün ferahlamak için ağzınızın içine bakanları kandırmak kolay. 

Bu ve benzeri yalanları söylediğinizde ancak ülke içinde bu yalanları duymak isteyenleri kandırırsınız. Hani diyorsunuz ya, “Tarihi tarihçilere bırakalım”, zannediyorsunuz ki tarihçiler şimdiye kadar hiçbir şey yapmadı, siz “Bunlar çete reisi” dediğinizde herkes “Öyle diyorsan öyledir” diyecek. 

İnsanlara ezberlettirilen “Tarihi tarihçilere bırakalım” lafıyla ilgili bir anekdotla bitireyim. Bu, yukarıda söylediğim dış dünyaya çıkınca zor durumda kalmaya örnek olarak da verilebilir. Sene 2013, Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden Michigan Üniversitesi’nde Ermeni Soykırımı’nın da konuşulduğu bir toplantıdayız. Türkiye, Amerika, Mısır gibi ülkelerden olan konuşmacıların kimi profesör, hepsinin en az doktorası var ve siyasi tarih, edebiyat tarihi, tarihsel sosyoloji gibi alanlarda çalışıyorlar. Konuşmalar bitti, sıra dinleyicilerden soru-yorum almaya geldi. Toplantının ilanını görüp gelmiş, galiba kendisi de orada öğrenci olan Türkiyeli bir kızcağız söz aldı. Belli ki söylenenler karşısında bir şey söylemek istiyor ama bilgisi yok. Biraz bir şeyler geveledi, en sonunda “Ben bu konunun tarihçilere bırakılmasından yanayım” deyiverdi! Onu suçlamıyorum. Ona bu tür ‘savunma’lar Türkiye’de millî eğitimden tutun da medyaya kadar öyle ezberletilmiş ki, oradaki konuşmacıların meslekten tarihçi olduğunu unutup, âdeta bir refleks olarak söyledi bu sözü.