Paylan'dan Soykırımın tanınması için kanun teklifi

HDP milletvekili Garo Paylan TBMM Başkanlığı’na “Ermeni Soykırımı’nın Tanınması, Soykırım Faillerinin İsimlerinin Kamusal Alandan Kaldırılması ve Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair” bir kanun teklifi sundu.

Paylan teklifinin gerekçesinde "Ermeni halkının yaşadığı Büyük Felaket’in adının hakikate uygun biçimde konması, büyük suçun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tanınması, Ermeni Soykırımı mağdurlarının 106 yıl sonra dahi olsa adalete kavuşması adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sorumluluk alması gerekmektedir." dedi. 

Paylan'ın kanun teklifinin genel gerekçesi şöyle:

"Osmanlı İmparatorluğu, birçok etnik ve dini grubun bir arada yaşadığı çok kültürlü bir halklar topluluğuydu. Bu etnik ve dini gruplar arasında önemli nüfusa sahip halklardan biri de Ermenilerdi.

Talat, Enver ve Cemal Paşalardan oluşan cunta, Osmanlı İmparatorluğu dağılırken, tek kimliğe dayalı bir ulus inşa etmek amacıyla, Müslüman olmayan halkları sürmeye karar verdiler. Bu amaçla hazırlanan planı, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla devreye koydular. Ermeni halkını imha etmeyi hedefleyen plan, 24 Nisan 1915 günü, aralarında mebusların, yazarların, eğitimcilerin olduğu 250’ye yakın Ermeni aydının tutuklanmasıyla devreye konuldu. Tutuklanan kişilerin büyük çoğunluğu, Ayaş ve Çankırı’ya sürgüne gönderildikten sonra öldürüldü. Sürgüne gönderilen ve öldürülen isimlerin bazıları şöyledir: Dr. Nazaret Dağavaryan (Osmanlı mebusu), Armen Doryan (şair ve gazeteci), Şavarş Krisyan (Marmnamarz adlı spor dergisinin editörü), Levon Larents (şair), Rupen Sevag (şair), Yenovk Şahen (tiyatro sanatçısı), Siamanto [Atom Yarcanyan] (şair), Hagop Terziyan (eczacı ve yazar), Taniel Varujan (şair), Krikor Yesayan (öğretmen ve çevirmen), Rupen Zartaryan (yazar ve şair), Diran Kelekyan (yazar ve Türk dili profesörü), Krikor Zohrab (Osmanlı mebusu ve yazar).

24 Nisan 1915’te başlayan tutuklamalardan bir ay sonra, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan ve 1 Haziran 1915 tarihinde dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Tehcir Kanunu’ndan önce başlayan sürgün ve katliamlar, Kanun’un yürürlüğe girmesiyle hızlandı. Ermeni halkı kadim topraklarından sürüldü, büyük çoğunluğu yaşadıkları yerlerin civarında ve göç yollarında katledildi.

Tehcir Kanunu: “Askeri icaplar sebebiyle, ordu ve müstakil ve fırka komutanlarına casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilme” yetkisini ve yalnızca “hükümet emirlerine, yurt savunmasına, mevcut düzene ve güvenlik işlerine karşı durum alan ve silahla saldıran ve direnenlere karşı orduya güç kullanma” yetkisini vermekteydi. Buna rağmen dönemin kamu görevlileri, kanunun dışına çıkarak, topyekûn Ermeni halkını hedef almış ve felaketlerine neden olmuştur. O dönem önce Dahiliye Nazırı, daha sonra Sadrazam olan Talât Paşa’nın tuttuğu günlüklerde dahi, 1914 ile 1917 arasında, 1.150.000 Osmanlı Ermenisinin “yok edildiği” bilgisi yer almaktadır.

"Büyük yıkıma yol açtı"

Tehcir Kanunu başta Ermeniler olmak üzere Süryani, Keldani ve Ezidi halklarında büyük yıkımlara yol açmıştır. Tehcir Kanunu nedeniyle çok büyük sayıda can kayıpları yaşanmış, demografi değişmiştir. Kanun’un uygulanmasıyla, çok sayıda kültürel varlık ve mülkiyet irade dışında el değiştirmiş veya kamu iradesiyle el konulmuştur.

Ülkemizdeki resmi anlatı, 1915’te yaşananları bir ‘kırım/kıyım/soykırım’ olarak değil, “doğal bir savaş tedbiri” olarak nitelendirmektedir. Ermeni Halkının Büyük Felaket’ini savaş bağlamında normalleştirmeye çalışmak, yaşananları hafifsemek, inkâr etmek bu resmi tezin bir parçası olagelmiştir. 1915’te başlayan bu büyük suçun inkârı, 106 yıl boyunca suçun tekrarına yol açmış, ülkemizdeki azınlıklara karşı defalarca nefret suçları işlenmiştir.

Ermeni Soykırımı’nın failleri olan dönemin devlet görevlilerinin isimleri, inkâr politikasını destekler biçimde, başta Ermeni Soykırımı’nın baş faili Talat Paşa olmak üzere maalesef ki Türkiye’nin dört bir yanında kamusal alanlara; sokaklara, parklara, okullara verilmiştir. Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi, Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey, Konya Valisi Celal Bey, Boğazlıyan Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi gibi Tehcir uygulamasına ve katliamlara karşı duran ve bu nedenle bedel ödeyen vicdanlı devlet görevlilerinin isim ve hatıraları ise toplumsal hafızadan silinmiştir.

Divan-ı Harb-i Örfi’de tehcir suçlularının bir kısmının yargılanmalarının ve ceza almalarının akabinde, Cumhuriyet döneminde Ermeni Soykırımı’nın sorumlularından bazılarına “iade-i itibar” yapılmış ve ailelerine Ermenilerden geriye kalan mülkler verilmiştir. Dahası, Ermeni Soykırımı’nın baş sorumlusu Talat Paşa’nın naaşı, 1943 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul’a getirilmiş ve bir devlet töreni ile defnedilmiştir. Bu uygulamalar Soykırım faillerinin ödüllendirildiğini ve sahiplenildiğini açıkça göstermektedir.

Türkiye’nin imparatorluk geçmişi ve Cumhuriyet tarihinde insanlığa karşı işlenen suçları tanıması ve adaletini sağlaması gerekmektedir. Bu yönde koyulacak irade, bir asrı aşkın süredir, hepimize kimliklerimizden dolayı zulmeden soykırımcı geleneği devletten arındıracaktır. 

"Bazı ülkeler yüzleşti"

Nitekim, uzun yıllar süren inkâr politikalarından vazgeçen, geçmişte işledikleri suçlarla yüzleşmeyi ve adaleti sağlayabilmek için önemli adımlar atan çok sayıda ülke vardır. Arjantin, İspanya, Portekiz devletleri bu örnekler arasında yer almaktadır.
Arjantin’in kurucu lideri Julio Argentina Roca’nın portresi, 1878-79 yıllarında yerlilere uyguladığı soykırım gerekçesiyle, 2011 yılında Arjantin parasından kaldırılmış, heykelleri indirilmiş, isminin verildiği sokak adları değiştirilmiştir. Üzerinden 132 yıl geçmiş olmasına rağmen, toplumsal barışın sağlanması adına Arjantin’in geçmişiyle yüzleşmesi, dünya çapında büyük yankı uyandırmıştır. Böylesi bir yüzleşmenin ülkemizde de yaşanması gereklidir. 

Ermeni Soykırımı’nın faillerinin isimlerinin kamusal alanda yer alması, toplumsal barışı yaralayan bir uygulamadır. Bu bağlamda, bu topraklarda halkların yok edilmesine neden olmuş kişilerin isimlerinin, tıpkı Arjantin örneğinde olduğu gibi kamusal alandan, resmî kurumlardan kaldırılması, toplumsal barışın sağlandığı demokratik bir Türkiye yolunda atılmış önemli bir adım olacaktır.

İspanya ve Portekiz de geçmişle yüzleşme adına olumlu adımlar atmayı başarmıştır. İspanya, 1492’deki Engizisyon Kararı’nın ardından Katolikliği kabul etmedikleri gerekçesiyle ülkeden sürülen Yahudilerin torunlarına, 2015 yılında vatandaşlık vermeye başlamıştır. Aynı şekilde Portekiz de sürgün edilen Yahudilerin torunlarına vatandaşlık hakkı verilmesini 2015 yılında kanunlaştırmıştır. Portekiz kökenli olduğunu ispat eden Yahudiler, vatandaşlık hakkından yararlanabilmektedir.

Böyle bir olumlu adımın ülkemizde de atılması gerekmektedir. Zira Ermeniler gibi; Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Keldaniler ve Ezidiler yüzyılı aşkın süredir göçe zorlanmış ve yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılmıştır. Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, 1934 Trakya Pogromu, 6-7 Eylül 1955 Pogromu, 1964 Rum Tehciri bu suçlar arasında yer almaktadır. İspanya ve Portekiz örneklerinde de olduğu gibi ülkesini terk etmek zorunda bırakılmış, zorla göç ettirilmiş ailelerin torunlarına Türkiye vatandaşlığı verilmesi, Türkiye’nin geçmişle yüzleşme adına atabileceği önemli bir ilk adım olacaktır. Bu uygulamayla, gadre uğramış yurttaşlarımızın torunlarından özür dilenmiş olacaktır.

Ermeniler, 1915’te yaşananları Medz Yeğern [Büyük Suç], Ağed [Felaket] gibi isimlerle nitelendirdiler. Süryaniler ise yaşadıkları felakete Seyfo [Kılıç] adını verdiler.

Soykırım [genocide] terimini ortaya atan hukukçu Raphael Lemkin, bu topraklarda 1915 ve sonrasında gerçekleşen Büyük Suç’u [Medz Yeğern], hem yazdığı metinlerde hem de çeşitli konuşmalarında defaten ‘soykırım’ olarak nitelemiştir. Bu konu, resmi anlatının gölgesinde kalan refleksler nedeniyle Türkiye’de tabu haline gelmiş ve tartışılmamıştır. Konuyu tartışmaya açanlar ise yargılanma ve ceza tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır.

Soykırımdan sonra hayatta kalan Ermeniler, başlarına gelen büyük felaketin adaletini bulmak için 106 yıldır mücadele etmektedir. Dünyada çok sayıda devlet ve eyalet parlamentosu, Ermeni Soykırımı’nı tanımıştır. Ancak bu kararlar Ermeni halkının yarasını iyileştirmemiştir. Soykırım mağduru milyonlarca Anadolulu Ermeni, üç kuşak boyunca, adalet duygusunu tadamadan hayata veda etmiştir.

"TBMM'de konuşulmalı, adı konulmalı"

Ermeni halkının Büyük Felaketi, olması gerektiği yerde, Türkiye’nin meclisinde konuşulmalı, adı konulmalı ve adaleti sağlanmalıdır. Bu sağlanırsa, diğer ülkelerin devlet başkanlarının ve parlamentolarının bu konuda söyleyeceklerinin bir önemi kalmayacaktır. Ermeni halkının yarasını iyileştirecek tek meclis Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

Ermeni Soykırımı, siyasi bir kararla, dönemin siyasetçileri ve kamu görevlileri tarafından, bu topraklarda uygulanmıştır. Talat, Enver, Cemal Paşalar siyasetçilerdi.  Ermeni Soykırımı’nın adaleti milliyetçi tarihçiler tarafından değil, ancak vicdanlı siyasetçiler tarafından ve bu topraklarda sağlanabilir. 

Ermeni halkının yaşadığı Büyük Felaket’in adının hakikate uygun biçimde konması, büyük suçun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tanınması, Ermeni Soykırımı mağdurlarının 106 yıl sonra dahi olsa adalete kavuşması adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sorumluluk alması gerekmektedir."

24 Nisan mesajı

Paylan 24 Nisan nedeniyle yayınladağı mesajında ise “Ermeni Soykırımı’nın adaleti ancak bu topraklarda, Türkiye’de sağlanabilir” dedi. Paylan'ın mesajı şöyle: 

"Bugün halkımın, Ermeni halkının yas günü. Bugün 24 Nisan. Bundan tam 106 yıl önce, 24 Nisan 1915 günü dönemin İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın talimatıyla 250’ye yakın Ermeni aydın, siyasetçi tutuklandı, Çankırı ve Ayaş’a sürülerek katledildi.
24 Nisan 1915 Ermeni halkının Büyük Felaketinin başlangıç günü oldu. Ermeni Halkı anavatanlarından, yurtlarından, kasabalarından, şehirlerinden topyekûn göç yollarına sürüldü ve büyük çoğunluğu göç yollarında katledildi. 

Bu katliamdan babaannem gibi yetimler hayatta kaldı. O yetimler, tam 106 yıldır adalet arıyor. Babaannem bu adaleti göremeden bu dünyadan göçtü. İkinci kuşak olan babam da bu adaleti yaşayamadan hayatını kaybetti. Ben üçüncü kuşak Türkiyeli bir Ermeni olarak bu adaleti Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde arıyorum.

Bu amaçla, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıması için bir yasa teklifi verdim. 
Ermeni Soykırımı bu topraklarda gerçekleşti ve Ermeni Soykırımı’nın adaleti ancak bu topraklarda, Türkiye’de sağlanabilir.
Türkiye, Ermeni Soykırımı’yla yüzleştiğinde; başka meclislerin, parlamentoların ne dediğinin hiçbir önemi kalmayacaktır. 106 yıldır Ermeni Soykırımı inkâr edildiği için bu mesele başka meclislerin, başka devlet başkanlarının konusu olmaya devam etmektedir. 

Ermeni halkının acısını, ait olduğu topraklara, bu topraklara Türkiye’ye taşımalıyız. Ermeni halkının acısıyla yüzleşmeliyiz ve bu acıyı adaletle dindirmeliyiz. 

Ermeni halkı adalet bekliyor. 
Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarını bir kez daha saygıyla anıyorum. 
Աստուած իրենց հոգին լուսաւորէ։ / Asdvadz irents hokin lusavore."










Kategoriler

Güncel