Çocukluk anılarım içinde berber aynalarının özel bir yeri vardır. Ne zaman berbere gitsem aynalar beni yıllar öncesine, çocukluk günlerimin sahtelikten uzak içten dünyasına, ana kucağına götürür, ardı ardına anılar üşüşür. Bazıları çocuksu ve saf, bazıları gülünç, çoğu hüzünlü...Agos'un ilk yazarlarından Oşin (Yalçın) Çilingir'i 10 Ocak 2021'de kaybetmiştik. Oşin Çilingir'in 2017'de yazdığı bir yazıyı paylaşıyoruz okurlarımızla. Çilingir 12 Ocak saat 13.00'te Pangaltı Latin Katolik Mezarlığı'nda düzenlenecek törenin ardından toprağa verilecek.
Berber aynalarındaki iki şey beni hep şaşırtmıştır: Sağ-sol tersliği ve de sonsuz görüntü! İlkini bugün de yaşarım. Berber koltuğuna oturur oturmaz sağımı solumu şaşırır, örneğin sağ elimi sol, sol elimi de sağ diye algılarım. Bunun gibi yanaklarımı, gözlerimi, kulaklarımı, kaşlarımı, kirpiklerimi, omuzlarımı, kısaca çift olan her organımı ters algılarım. Biliyorum yaşadığım, beynimde gerçekleşen, bir yanılsama... Uykudan uyanmak, yanılsamayı bozmak için her seferinde sağ ya da sol elimi berberin ayrımsayamayacağı ölçüde hafifçe hareket ettiririm. Böylece bilincimi devreye sokar, kendime gelirim.
Berber aynalarında tüm berberler ‘solak’tır. (Doğal olarak bu sağ elini kullanan berberler için geçerlidir) Beni tıraş eden berberin ‘solak’ olmadığını ancak bilincimin yardımıyla, gözlerimi kapatıp aynadaki görüntüden sıyrılınca anlarım.
Berber dükkanlarının saatlerinde ise bir başka yanılsama yaşanır; insan bütün zamanları birbirine karıştırır. Yaşanmakta olan an ya geçmişte kalır ya da geleceğe akar. Saat başlarını geçen zamanlar henüz yaşanmamış, saat başlarına gelinmemiş zamanlar da geçmişte algılanır. Akreple yelkovanın birbirine göre duruşları hep ters algılanır.
Sonsuz görüntü her berber aynasında görülmez. Bunun için oturulan koltuğun arkasındaki duvarda da bir aynanın olması, bu da yetmez, ayrıca bu aynanın duvara dikeyine ya da yatayına açılı konumlanmış olması gerekir.
Çocukluğumda bu sonsuz görüntüye kendimi kaptırır, hayal gücümle gidebildiğim kadar gerilere giderdim. Aynadan algıladığım iç içe geçmiş görüntüler, hayal gücüme de yansır, derinlik kazanırdı.
İşte, yine berberdeyim ve berber aynalarının hikmeti üzerine derin düşüncelerdeyim. Sağ-sol tersliği artık ilgimi çekmiyor, arkamdaki aynada yansıyan iç içe görüntülere dalmış, gerideki, en gerideki ‘ben’i, son görüntüyü arıyorum. Boşuna bir arayış olduğunu bile bile arıyorum. Sonsuz ‘yüz’üm ‘ben’den geriye yinelene yinelene her seferinde biraz daha uzaklaşıyor.
Boris Pasternak’ın iki dizesi takılıyor aklıma: “Sonsuza dek rehinesin / Zamanın tutsağısın”. Aynı anda radyodan yükselen bir ezgi, Pasternak’ın dizelerini tamamlıyor, sonsuzluk üzerine düşlerimi dansa dönüştürüyor. Aynaların hikmeti, sarmal ve de döngüsel bir ritmle bilincimin ötesinde bir yerlerde beliriyor. Bu, bir tinsel varoluş sarhoşluğudur!
Candan Erçetin, güzelim ezgisi ve bu ezgiye eşlik eden sözleriyle derinliğin, hikmetin eşiğinde gezinip duruyor: “Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa / Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa / En derin yaralar kapanıyorsa / En büyük acılar unutuluyorsa / Neden korkulur hayattan söyleyin bana”
Erçetin, içli ve duygulu okuyor ama yaşamı olgusal düzeyde yorumluyor. Bunun için de sözcükler hikmetin eşiğinde takılıp kalıyor. Güneşler, çiçekler, yaralar, acılar ve de korkular... Arkamdaki aynalar silsilesinde donup kalmış iç içe görüntüler... İnsanoğlu bunlardan mı ibarettir?
Erçetin şarkısını sürdürüyor: “Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım / Elbette daldan dala konup sonra uçacağım / Elbette bazen hızlı dönüp bazen duracağım / Elbette bazen söyleyip bazen susacağım”.
Olguların tutsağı olarak kaldıkça insan, yaşamın hikmetine eremez, hep eşikte debelenip durur. Çiçek açıp solmalar, daldan dala konup uçmalar, hızla dönüp durmalar, önce söyleyip sonra susmalar, gülüp ağlamalar, sevip yabancılaşmalar, direnip teslim olmalar, neşelenip hüzünlenmeler, bütün bunların bilincinde olmak yetmez, yetemez!..
Yaşamın hikmeti zıtlıklarda mı? Sanki ‘aynaların hikmeti’ndeyiz ve yanılsamalarla kuşatılmış durumdayız... Hikmet, bütün bu yanılsamaların ötesinde, aynaların ardındaki ‘sır’da’...
Erçetin, şarkısının sonlarına doğru derinlere inmeyi deniyor. Bir ölçüde başarıyor da!... Olguların bir perde gerisindeki gerçekliği dile getiriyor: “İnanmadım, asla inanamam / Her şeyin bir sonu olacağına”. Deyişteki güzelliğe bir diyeceğim yok ama asıl soru şu: ‘Son’ nedir? Aynaya yansıyan sonsuz ‘yüz’ümden ancak ilk üç-beşini seçebiliyorum. Henüz sonsuzluğun hikmetine çok uzağım.
Bırakıyorum arkamdaki aynada yansıyan ‘yüz’lerimi, salt önümdeki ilk, gerçek aynanın içinde beliren görüntüme odaklanıyor, kendimi, çoktandır unuttuğum ‘yüz’ümü anımsamaya çalışıyorum. Ve bir kez daha yineliyorum ki, insan hayatta en az kendi ‘yüz’üne bakar!
Berber sanki düşüncelerimi okuyormuşçasına, kulağıma fısıltıyla, “Aynalar yalan söylemez!” dedi.
Berber koltuğundan kalkarken Candan Erçetin de şarkısını noktalıyordu: “Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim / Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim”.