Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ‘Uluslararası Nefret Söylemi ve Ayrımcılık Konferansı’ 11-12 Aralık tarihlerinde, çevrimiçi olarak yapıldı. Konferans aracılığıyla dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde nefret söylemi, medya, ayrımcılık gibi alanlarda çalışan araştırmacılar, sivil toplum çalışanları, avukatlar, öğrenciler ve akademisyenler internet üzerinden bir araya geldi.
Konferansta 11 panelde toplam 26 bildiri sunuldu. Konuşmalarda ağırlıklı alarak nefret söyleminin yaygınlaşmasına vurgu yapıldı ve nefret söylemine karşı, kutuplaştırıcı olmayan güçlü bir karşı söylem oluşturma gerekliliğine dikkat çekildi.
“Ülkenin de toprağın da bereketi kaçıyor”
Konferansın birinci gününde, Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, ayrımcılık, ırkçılık ve nefret söylemiyle mücadelenin önemini vurgulayarak konferansa katılanları karşıladı.
Rakel Dink Hrant Dink’in de nefret söylemine maruz kaldığını hatırlatarak şunları söyledi: “3 yıl boyunca hedef haline getirildi. Nefret söyleminin hedefi olarak yaşadı. Nefret söylemi maalesef dünyada yükseliyor. Kutsal Kitap (Yakup 3: 5-11) der ki ‘İnsan soyu her hayvanı evcilleştirmiştir ama dili hiçbir insan evcilleştiremez. Övgü ve sövgü aynı ağızdan çıkar”
Rakel Dink şöyle devam etti.
“Sanki öldürdüklerini üzerinde tepiniyorlar. Her zaman adalet sistemi onlardan yana oldu. Sivas, Madımak, Suruç, Ankara Garı gibi nice olaylar var. Ülkenin de toprağın da bereketi kaçıyor. Nefret ve ayrımcılık büyük kötülüktür. Devamı şiddet ve cinayettir. Nefret ve şiddetten uzak bir dünyamız olsun. Pandemi, yaşamın kırılganlığını bir kez daha yüzümüze vuruyor. “
Ardından söz alan, Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Direktörü Ronald Meinardus ve İsveç İstanbul Başkonsolosu Peter Ericson, açış konuşmalarında bu konferansın, dünyadaki gidişat düşünüldüğünde, konu ve zaman itibariyle ne kadar önemli bir etkinlik olduğundan söz ettiler.
Konferans Bilim Kurulu Başkanı Yasemin İnceoğlu, nefret söylemi ve ayrımcı söylem meselelerinin yerel ve küresel boyutlarını göz önünde bulundurarak, bir arada yaşamı güçlendirmeye ve nefret söylemiyle mücadeleye duyulan ihtiyaca dikkat çekti.
İlk gün konuşmaları
İlk günün sunumları arasında Türkay Salim Nefes’in ‘Türkiye Siyasetinde Yahudiler Hakkındaki Olumsuz Algılar: Meclis Tartışmalarına İlişkin Bir Analiz, 1983-2016’ başlıklı sunumu ve Elif İrem Az’ın “Soma Kömür Madeni İşçilerine Karşı Yaralayıcı Söylemlerin Edimsel Gücü” başlıklı sunumu da vardı. Elif İrem Az, Soma Katliamı’nda hayatını kaybeden madencilerin eşleri ve ailelerine yönelik nefret söylemlerinden örnekler sundu. Türkay Salim Nefes de Yahudi karşıtı söylemin sağ ve ulusalcı partilerde nasıl üretildiğinden ve dolaşıma sokulduğundan örnekler verdi.
Ümit Kemal Yıldız “Temel Britanya Değerleri: Mükemmel Irkçılık” başlıklı sunumda Britanya’da okullarda bilhassa Müslümanlara yönelik ırkçı söylemin nasıl geliştiğini anlattı. Şükrü Şimdi “Türkiye'deki Suriyeli Karşıtı İmza Kampanyalarına İlişkin Bir Analiz: Change.org'dan Örnekler” başlıklı sunumunda Suriyeliler’e yönelik ayrımcı söylemlerden örnekler verdi bu söylemlerin genel olarak çarpıtılmış ve yanıltıcı haberler üzerinden üretildiğini vurguladı.
Tannuja Rozario & Marina Kumskova & Katie Krueger “Türkiye'deki Suriyeli Mülteci Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ayrımcılığın Yarattığı Zorluklar ” başlıklı sunumlarında ankete dayanan çalışmalarından bahsettiler ve Suriyeli kadınların ne tür ayrımcılıklara maruz kaldığından örnekler verdiler.
Michael Ferguson “Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'de Siyah Karşıtı Irkçılığın Kökenleri” başlıklı sunumunda özellikle İzmir’de yoğunlaşan Afrikalılar’ın Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde maruz kaldığı ayrımcı söylemlerden örnekler verdi.
Avukat Murat Ruben “Türkiye’de Dinî Azınlıklara Yönelik Nefret ve Ayrımcılık Suçları” başlıklı sunumunda Türkiye’de azınlıkların aleyhine gelişen vakalarda yargının etkili bir pratik geliştirmediğini vurguladı. Ruben bu suçları düzenleyen TCK 122. Maddenin açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi. Ruben azınlık kurumlarının tüzel kişilikleri olmamasına dikkat çekerek bu durumun ayrımcı pratiklere karşı şikayet konusunda bir engel oluşturduğunu da ifade etti.
Zeynep Özarslan & İlden Dirini & Gökçe Özsu ve Oğuz Kuş & Yıldıray Kesgin COVID-19 döneminde üretilen nefret söylemine ve ayrımcı dile dikkat çektiler ve özellikle Çinliler, Asyalılar ve 65 yaş üzerindekilerin bu dile maruz kaldığını ifade ettiler. Bu süreçte özellikle LGBT+ üyelerinin de ayrımcı ifadelere maruz kaldığı vurgulandı.
İkinci gün
Konferansın ikinci gününde ilk olarak Ellen Kollender “Bir Mücadele Alanı Olarak Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Aktivizm: Kapsayıcı Okullar ve Göçmen Toplulukları Yaratırken Berlin’deki Mevcut Yaklaşımlar, Çatışmalar ve Taktiklerden Ne Öğrenebiliriz?” başlıklı bir tebliğ sundu.
Nil Delahaye de “Irksallaştırılmak Nasıl Hissettiriyor? İstanbul Okullarından Örneklerle Şiddet Eylemleri ve Semptomlar” başlıklı sunumunda İstanbul’daki okullarda öğrencilerin kendi aralarındaki konuşmaları ve öğretmenlerin görüşlerini temel alarak Suriyeliler ve Kürtler konusunda üretilen ayrımcı söylemlerden örnekler sundu. Delahaye’nin çalışması öğretmenlerle yapılmış bir ankete dayanıyordu. Delahaye Roman çocukların neredeyse sistemin tamamen dışında yer aldığına da dikkat çekti.
Hakan Ataman “Ayrımcılık İçin Verimli Bir Zemin Olarak Popülist/Radikal/Aşırı/Otoriter Sağ” başlıklı sunumunda popülizm kavramının kimi zaman ırkçı politikaları yumuşatan bir söylem haline geldiğine dikkat çekti, insan haklarının uzun süredir ağır bir saldırı altında olduğunu vurguladı ve “kutuplaşmaya düşmeden karşı bir strateji geliştirilmesi gerekir” dedi.
Tuğçe Duygu Köksal “Nefret Söylemi ile Karalayıcı Söylem Arasındaki Keskin Ayrım ve Kamu Yetkililerinin Nefret Söylemini Soruşturma Konusundaki Pozitif Yükümlülüğü” başlıklı sunumunda Türkiye’de TCK 122. Maddenin nefret ve ayrımcılık suçunu aslında düzenlediğini ancak sağlıklı biçimde uygulanmadığını ve sınırlı kaldığını söyledi. TCK 216. Maddenin de halkı kin ve düşmanlığa sevketmek suçunu düzenlediğini hatırlatan Köksal bu maddenin de “kamu düzeni açısından tehlike yaratma kriteri “ getirdiğini vurguladı ve TCK’da değişiklik yapılması gerektiğini söyledi. Hrant Dink Cinayeti Davası’na da değinen Köksal, Dink hakkında ifade özgürlüğü bağlamındaki mahkumiyet kararın onun hedef haline gelmesine yol açtığını ve AİHM’nin etkin soruşturma yapılmadığı yönünde karar verdiğini hatırlattı.
“Cinsiyet Temelli Ayrımcılık: LGBTI+’lere Yönelik Nefret Söylemi’ başlıklı panelde Koray Başar “Trans Çocuklar ve Ergenler: Gizleneni Görünür Kılmak”, Avukat Berfu Yalçın “LGBTQ Bireylere Yönelik Nefret Söylemi; AİHM ve Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin Son İçtihatlarına Karşılaştırmalı Bir Bakış” ve Eser Selen “Aşk Aşkına, Görünürlüğün Ötesinde: Türkiye'de LGBTİ + Haklarını Desteklemek” başlıklarında konuşmalar yaptı.
10’uncu panelde gazeteci Banu Tuna “Cinsiyetçi Dil ve Sosyal Medyada Kadın Gazetecilere Yönelik Saldırılar”, Gülüm Şener “Türkçe Twitter'da Feminizm Karşıtı Söylemler” ve Aylin Berna Zamandar Başoğlu “Dijital Oyunlarda Nefret Söylemi: Gta V Örneği” başlıklı sunumlar yaptı.
Kadın gazetecilerin sosyal medyada hakaret içerikli yorumlar ile karşılaştıklarını paylaşan Tuna, gazetecilerin yorumlarına kullanıcıların ‘kadın’ oldukları için gerçekçi bakılmadığı gözlemini paylaştı. Feminizm karşıtlığının muhafazakar bir hareket olduğunu vurgulayan Gülüm Şener, feminizm karşıtlarının amacının feminist hareketin kazanımlarını engellemek olduğunu söyledi.
‘Ayrımcılıkla ve Nefret Söylemiyle Mücadele’ başlıklı son oturumda Ayşecan Terzioğlu ve Berrin Yanıkoğlu “İstanbul Sözleşmesi ve Twitter'da Nefret Söylemi: Sosyal Bilimler ve Bilgisayar Bilimleri Perspektifinden İstanbul Sözleşmesi Karşıtı Tweet’lerinin İncelenmesi’”ve Zehra Arat “Hoşgörü: Ayrımcılığa Karşı Sorunlu Bir Önlem” başlıklarında sunum yaptılar.
LGBTI+ bireylere yönelik ayrımcılığın arttığını söyleyen Ayşecan Terzioğlu, pandemi sürecinin bu artışta etkili olduğunu belirtti.
Hoşgörü kavramı hakkında konuşan Zehra Arat da, “hoşgörü” kavramının hiyerarşik sisteme işaret ettiğini vurguladı.
Yan etkinlikler
Konferans boyunca İstanbul’da buluşamamış olmanın telafisi için, İstanbul’un çok kültürlü mirasını temsil eden mekânlardan ve 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı'ndan kısa turlar yapıldı. 12 Aralık’ta yapılan HDV Mutfak etkinliğinde Takuhi Tovmasyan ve Levon Bağış, katılımcılarla birlikte yemek ve çok kültürlülük üstüne bir sohbet yaptı.
Konferans, Türkçe ve İngilizce dillerinde, Vakfın internet sayfasının yanı sıra Twitter, Instagram, Facebook ve Twitter hesaplarından canlı yayınlandı. Konferans öncesi ve süresince #YeniBirDilİçin #NefretSöylemineHayır hashtag’leriyle vakfın tüm sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapıldı.
Konferans, Friedrich Naumann Vakfı Türkiye ve İsveç Dışişleri Bakanlığı Desteğiyle düzenlendi.
Kapanış konuşması: Nefret söylemi bir duygu mudur?
Panelin kapanış konuşmasını, eleştirel söylem analizi kuramcısı ve nefret söylemi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Teun A. van Dijk yaptı
Çalışmalarında tarih boyunca nefret söyleminin ve ayrımcılığın nasıl devam ettiğine baktığını söyleyen van Dijk, insanların nefret söylemlerine nasıl direndiğini ele aldığını belirtti.
Van Dijk “İnsanlar geçmiş boyunca bu söyleme nasıl direnmişler? Bu çok önemli bir konu ve buna da bakıyorum. Umuyorum ki bu çalışmalar dünya çapında nefret söylemine direnişe de katkı sağlar” dedi.
Nefret söylemi kavramının çok popüler bir kavram olduğunu söyleyen van Dijk şöyle konuştu:
“Nefret söylemi bir duygu imiş gibi algılanıyor. Bununla ilgili şu yorumu yapmak istiyorum. Nefreti başka duygular gibi vücuda gelmiş hislerin sosyo-kültürel inşası olarak düşünürsek o zaman burada yorumlamalar neşe, mutluluk gibi duygularla bağdaştırılarak yapılacaktır. Sanki herhangi bir duyguymuş gibi. Aslında hisler vücudumuza bağlıdır. Nefret duygusu vücuda gelmiş bir duygudur.
Ama burada aslında bir kişinin başkasından nefret etmesinden değil, kolektif bir konudan söz ediyoruz. Burada daha çok üstünlükten, tahakkümden bahsediyoruz. Yine kolektif bir şey olarak nefretten bahsedebilir miyiz sorusunu sormak istiyorum. Mesela, kolektif his olabilir mi? Duygu olabilir mi? Bir çok durumda gerçekten birçok kişi aynı hisse sahip olabilir. Ama grup olarak baktığımızda aynı duyguyu taşıyabilirler mi? Ben bunun böyle olamayacağını düşünüyorum. Bir grubun bir vücudu yok ve bu yüzden bir his paylaşılamaz. Paylaşılabilir olan bir inanç olabilir, bilgi olabilir, tutum olabilir. Fakat şu çok tuhaf; tüm bir grup, her bir üyesi aynı hisse sahip!
Pandemiyi düşünecek olursak, karşılaştırma yapacak olursak, birçoğumuzun benzer hastalığı olabilir. Fakat grup olarak hasta mıyız? Bunu söylemek tuhaf olur. Sürekli nefret etmek... Bunu söylemek tuhaf. Bunun olabileceğini düşünmüyorum. Birçok kişi ‘Trump’tan nefret ediyorum’ diyor. Sürekli sabit olarak mı nefret ediyorlar? Vücutlarında bununla ilgili sürekli heyecan mı yaşıyorlar? Nefret, bence biraz daha ortak inançlarla ilgili. Bir grupla ilgili, olumsuz fikirlerle ilgili. Ve fikirler ve görüşler kalıcı olabilir. Nefret söyleminden bahsederken aslında nefret konusundan değil; insanlarla ilgili ortak paylaşılan bir grup görüşünden bahsediyoruz. Tabii ki bahsettiğimiz söylemlerden birçoğu, aslında belli bir durumda duygusal bir şekilde birçok kişi tarafından aynı durumda ifade edilebilir. Fakat, bir grup olarak ‘bu grubun hissi bu’ diyemeyiz.. O yüzden şunu söylemek istiyorum; nefret söylemi konusu aslında kritik bir kavram olarak çok güçlü fakat hislerle ilgili mi, zannetmiyorum.”