İsviçre’deki Cenevre ve Neuchâtel Üniversitesi’nde hukuk profesörü olan Sévane Garibian, üniversitenin ‘Hakikat Hakkı, Haklar Yoluyla Hakikat (ler): Toplu Suçlarda Cezasızlık ve Geçiş Dönemi Adaleti’ (Right to Truth, Truth(s) through Rights: Mass Crimes Impunity and Transitional Justice) başlıklı araştırma programını yönetmektedir. Garibian’ın 6 Aralık 2020’de Le Monde’da yayınlanan makalesinin genişletilmiş versiyonunun çevirisini sunuyoruz.
SÉVANE GARİBİAN
Dağlık Karabağ’da 10 Kasım’da imzalanan ateşkes antlaşmasının şartları, Putin’in ve kısmen de olsa Erdoğan’ın zaferini işaret ederken, 27 Eylül’de başlayan Azerbaycan saldırısının eşit olmayan güçler arasındaki bir mücadele olduğunu artık kimse hatırlamayacak. Bilindiği gibi, Pantürkist ideoloji, Kafkasya’dan önce Suriye’de, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de de kendi siyasetini uygulamaya koymuştu.
Aliyev’in sözleri
Ayrıca birçok kez, Osmanlı atalarının üstlendiği imha görevini sona erdirmeye, ‘kılıç artıkları’nı (1915 soykırımından kurtulanların torunları) yok etme çağrıları yapıldı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ateşkes anlaşmasını imzaladıktan hemen sonra 5 Ekim’de televizyonda yaptığı açıklamada, “Ermenileri köpekler gibi topraklarımızdan kovarız dedim ve bunu yaptık” dedi. Bu sözler, Türkiye ve Azerbaycan'da işlenen nefret dolu, Ermeni düşmanı propagandayı yansıtıyor. İki devlet birbirini karşılıklı olarak ‘tek millet’ olarak tanımlıyorlar ve bunlardan birincisi NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip. Bu söylem, hiç de yeni değil ve çok endişe verici çünkü Türkiye’nin önde gelen tarihçi ve siyaset bilimcilerinden Hamit Bozarslan’ın da dikkat çektiği gibi Ermeni Soykırımı’nın yeniden üretmeye yönelik bir içeriğe sahip. Fransa'da Ermeni toplumunu hedef alan şiddet dalgası sonrasında kapatılması gündemde olan aşırı milliyetçi ve neo faşist ‘Bozkurtlar’ın bu söylemi Avrupa’ya da taşıdığından söz etmiyorum bile…
Tarihin ironisi
Bu durum, siyasi kinizmin ötesinde adeta tarihin bir ironisi. Gerçekten de ‘Ermeni sorunu’nun bir ‘yan ürün’ü olduğu ‘Doğu sorunu’nun merkezinde, günümüzde geçerli bir ilkenin 19. yüzyıldaki uygulaması olan ‘insani müdahale’ yatmaktadır. Bu ilke, günümüzde uluslararası hukukta ‘koruma sorumluluğu’ olarak yer alıyor. Bu sorumluluk, önleyici yönü de dahil olmak üzere, her bir devlete veya alternatif olarak uluslararası topluluğa düşen sivil nüfusu koruma görevi anlamına gelir. Bu nedenle koruma sorumluluğu, kitlesel insan hakları ihlallerine karşı (soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar, etnik temizlik, savaş suçları) uluslararası ceza hukukunun paralel gelişimine yön veren yaklaşımla aynıdır. Buradaki amaç, genel olarak uluslararası barış ve güvenliği yeniden tesis etmek veya sürdürmektir. İsviçre'nin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde daimi olmayan üyelik sandalyesine aday olduğu bir dönemde, bu BM organının etkisizliğine dikkat çekilmesi zorunludur. BM Güvenlik Konseyi’nin üç daimi üyesi ABD, Rusya ve Fransa, Kafkasya'daki çatışmaya barışçıl bir çözüm bulma misyonunu taşıyan Minsk Grubu'nun eşbaşkanlığını yapan beş daimi üyeden üçüdürler. Ne olursa olsun, yeni ateşkes antlaşması yanıtladığından daha fazla soru ortaya çıkarmış durumda. Yukarıda sözünü ettiğimiz ‘koruma sorumluluğu’ ile ilgili üç soru cevaplanmayı bekliyor.
İki ilke
Her şeyden önce, bölgede istikrar için açıklığa kavuşturulması gereken Dağlık Karabağ'ın hukuki statüsü, uluslararası hukukun iki ilkesi arasındaki çetrefilli uzlaşmaya atıfta bulunuyor: Birincisi toprak bütünlüğü, ikincisi ise halkların kendi kaderini tayin hakkı. Eğer ikincisi, uluslararası ilişkilerde gerginlik yaratmaktan kaçınmak için kısıtlayıcı bir yoruma konu olacak ise, bunun sonucu olarak ‘ayrılma çözümü’ son çare olarak gündeme gelebilir. Bu, istisnai olarak, temel hakları ciddi ve sürekli olarak ihlal edilen bir halkın hayatta kalmasının tek yolunu oluşturabilir. Uzlaşmaya dayalı bir çözüm olmadığı takdirde, paradigmatik Dağlık Karabağ sorunu, ‘ayrılık çözümü’nü test etmek için yeni bir fırsat sunuyor.
Transkafkasya'nın Sovyetleşmesi sırasında Ermenistan'dan koparılmış olan bu bölge, 1921'de ‘bölmek ve yönetmek’ isteyen Stalin tarafından keyfi olarak Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne entegre edildi. 1923'te ise özerk bir bölge oldu. Bundan sonra ise Ermeni nüfusu Hıristiyanlara yönelik ayrımcılığın, zulmün nesnesi oldu ve bağımsızlık mücadelesinin yerini hayatta kalma mücadelesi aldı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Ermenistan 1991'de referandumla demokratik cumhuriyet olarak bağımsızlığını ilan etti. Bu dönemde Dağlık Karabağ ise 1991-1994 arasında bir ilk savaşın sahnesiydi.
Bu süreci dikkate alan ‘Soykırım İzleme Komitesi’, Türkiye'nin desteklediği Azerbaycan güçleri tarafından yapılabilecek soykırım veya etnik temizlik riskine işaret eden birkaç uyarı metni yayınlandı. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın defalarca dile getirdiği ‘varoluşsal tehlike’ duygusu bu dönemde yeniden canlandı. Dağlık Karabağ'dan geriye kalanı tanımak, buradaki nüfusun güvenliğini sağlamanın en kesin yoludur.
Böylece savaş suçlarından sorumlu olanların yargılanmasının da yolu açılabilir. Konvansiyonel olmayan silahların kullanılmış olması, okulların, hastanelerin, kiliselerin bombalanması, teslim olan askerlerin infaz edilmesi gibi savaş suçları belgelenmiş durumdadır. 11 Kasım'da BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin dikkat çektiği üzere, Azerbaycan güçlerine yardım eden en az bin civarında paralı asker vardı. Suriyeli cihatçılar Ankara tarafından takviye olarak gönderildi.
Etkin yargılamalar, uluslararası düzeyde iki farklı şekilde gerçekleştirilebilir: BM Sözleşmesi’nin 7. Bölümü’ne dayanarak BM Güvenlik Konseyi ‘ad hoc’ bir uluslararası ceza mahkemesi oluşturabilir. İkinci seçenek ise Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde dava açılabilir. Bu bağlamda, BM himayesinde bir araştırma komisyonu veya uzmanlar komisyonu kurulması ya da bilgi toplama misyonuna sahip bağımsız bir organizasyon oluşturulması faydalı bir ön koşul olacaktır.
‘Çatışma sonrası’
Son olarak, tüm mültecilerin, yerel halkın ve aynı zamanda şu anda Azerbaycan kontrolü altında olan Ermeni kültürel varlıklarının kaderi sorunu, büyük bir meydan okumanın nesnesi durumundadır. Bölgede insan haklarının ve azınlık haklarının geleceği, ‘çatışma sonrası’ bir arada yaşamanın koşulları göz önünde bulundurulduğunda üç otoriter devletin tehdidi altında: Azerbaycan, onu destekleyen Türkiye ve durumu kontrolü altında tutan Rusya. Dağlık Karabağ'la ilgili ihtilafları karara bağlama yetkisi olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 29 Eylül'den itibaren Ermenistan'ın girişimiyle ‘onarılamaz hasarın gerçek riski’ni göz önüne alarak geçici tedbirleri kabul etti. Geçiş dönemi adaletine özgü araçlar da mevcuttur ancak yaşanmakta olan durum endişe verici ve uluslararası topluluğun acil müdahalesini gerektiriyor. Bu bağlamda uluslararası topluluğun yerine getirmesi gereken ciddi bir sorumluluğu vardır.
(Prof. Dr. Garibian'ın makalesi 6 Aralık'ta Le Monde(da yayınlandı. Sévane Garibian, üniversitenin ‘Hakikat Hakkı, Haklar Yoluyla Hakikat (ler): Toplu Suçlarda Cezasızlık ve Geçiş Dönemi Adaleti’ (Right to Truth, Truth(s) through Rights: Mass Crimes Impunity and Transitional Justice) başlıklı araştırma programını yönetiyor. Çeviri: Ferda Balancar)