Amerika’da, en azından ülkenin bizim yaşadığımız bölümünde, insanlar bahçelerine siyasi-sosyal mesajlar içeren levhalar koyuyorlar. Burada karşılaştığım bir tanesine dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bir toplumda huzurlu, demokratik bir düzen olup olmamasında genel anlamıyla kültürün, spesifik olarak da siyasi kültürün çok önemli payı var. Eğer hâkim kültürel kodlar demokrasi aleyhine çalışan dinamiklerse, onları aşıp demokrasiyi yerleştirmek çok zor. Başka bir deyişle, doğru değer, norm ve davranış biçimleri toplumda yeterince yayılmazsa, orada demokratik ve huzurlu bir toplumsal hayat kurmak zor.
Bir örnek verirsem söylediklerim biraz daha somutlaşır sanırım. Türkiye’deki hâkim siyasi kültürde devletçilik, yani devlete bir öncelik ve hatta kutsallık atfetme, yaygın bir değer. ‘Devlet’ denen kişilerin hareketleri yeterince sorgulanmıyor. Çoğu kişinin kafasında ‘devlete isyan’ diye ölümcül bir günah var. Bu düşünme şekline göre birileri devlete ‘isyan’ etmişse, başına gelecek her şeyi hak etmiş oluyor. Sonuç olarak da, böyle düşünen insanların çoğunluk olduğu yerde de haliyle hak arama, demokrasi ve özgürlük kök salamıyor.
Siyasi kültürle ilgili bu meseleyi şöyle de formüle edebiliriz. Bir ülkedeki hâkim siyasi kültür devlete mi, topluma mı, yoksa bireye mi öncelik veriyor? İşte bu sorunun cevabı, demokrasinin yerleşip yerleşmeyeceğinde önemli oluyor ve genellikle, bireyi diğer ikisine ezdiren topraklarda demokrasi yeşermiyor. Dediğimiz gibi, Türkiye’de hem toplum, hem birey devletten sonra geliyor. Diğer ikisi devletin var olmak için tükettiği besin gibiler Türkiye’de.
Kültür ile demokrasi arasındaki ilişkiye bir başka örnek de hâkim kimlik dışında kalan kimliklere, sık kullanılan tabirle ‘öteki’ne bakış. Türkiye’de bu konuda da maalesef demokratik birlikte yaşamı destekleyen bir kültür yok. Buna birçok örnek verilebilir ama insanların kendine neredeyse birebir benzeyenden başka birilerini komşu olarak görmek istemediği bir ülke burası. Başka dini, başka etnisiteyi, başka cinsel yönelimleri yaşayanları yakınında dahi görmek istemeyenler herhalde çoğunluktur.
Doğru kültürel değerlerin yayılması (ve tabii, yanlış olanların da) birçok yolla olabilir. Önemli olan, doğru düsturların çeşitli mecralarda tekrar tekrar paylaşılması. Bunun mutlaka üstten gelen bir mesaj olması gerekmiyor. Örneğin Amerika’da, en azından ülkenin bizim yaşadığımız bölümünde, insanlar bahçelerine siyasi-sosyal mesajlar içeren levhalar koyuyorlar. Burada karşılaştığım bir tanesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Şöyle diyor:
“İnanıyoruz ki
Siyahların hayatları değerlidir
Hiçbir insan yasadışı değildir
Aşk aşktır
Kadın hakları insan haklarıdır
Bilim gerçektir
Su hayattır
Bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir”
Bu kadar kısa bir şekilde, ırkçılıktan göçmen sorununa, çevreye kadar birçok sorunun esasına değinmesi açısından güzel bir seçki; yoldan geçen herkese bu mesajları veriyor. Hiç küçümsememeli. Yalnız Amerika için geçerli değil bu mesajlar. Türkiye de dâhil pek çok ülke için ilke olarak kabul edilmesi gereken tespitler. Türkiye’deki Suriyelileri düşünün, kadınlara karşı şiddeti düşünün, LGBTİ bireylere yapılan saldırıları düşünün, özellikle Covid salgını sırasında daha da belirgin hâle gelen bilim düşmanlığını veya bilimi umursamamayı düşünün ve tabii, Türkiye’nin en büyük çevre sorunu olan su problemini düşünün. Hepsi bu kısa ‘manifesto’da var.
Başta söylemeye çalıştığım kültür meselesi işte bu: Şurada yazılı değerler toplumda yerleşik ve hâkim hâle gelirse huzurlu ve demokratik bir toplumsal yaşamı kurmuşuz demektir.