OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yaşlanmak ciddi ve hazin iştir

Yaşlanmanın fiziksel yükü mü daha ağır, yoksa manevi/psikolojik yükü mü? Bedenin dizlere bindirdiği yük mü daha ağır, yoksa zaman geçtikçe biriken anıların ve geri döndürülemez kayıpların zihne bindirdiği yük mü? Orta yaş, biraz da bu yüklerle tanışma, onları fark etme zamanı olduğu için zor herhalde.

Twitter’ın son akımı olarak insanlar gençlik ve yaşlılık fotoğraflarını yan yana paylaşıyorlar. Tabii, çoğunda aradaki fark bariz. Doğrusu bu tür fotoğraflara arka arkaya bakmak da ilginç oluyor. Yaşlanmanın getirdiği bedensel değişim bir varlık olarak insanın zafiyetini açık biçimde gösteriyor; ve de oldukça hazin. Kimimiz yavaş, kimimiz daha hızlı ama yaşadığımız sürece kaçınılmaz bir çöküşe mahkûm olmak, hazin değilse nedir? Hafızamda, kim olduklarını şimdi hatırlayamadığım (Google Usta da bulamadı) iki yazar arasında şöyle bir konuşma geçtiğine dair bir kayıt var. Birinci yazar demiş ki, “Yaşlanıyoruz azizim.” Öteki, “Dua et ki yaşlanıyorsun” diye cevap vermiş. “Niye ki?” “Çünkü yaşlanmıyorsan, ölmüşsün demektir!” İşte hayatın en büyük ikilemlerinden biri. Ölüm korkutucu, büyük bir boşluk, yaşlanmak acı. İkincisinden kaçış sadece birincisine yakalanmakla mümkün.

Henüz yaşlı sayılmam ama genç olmadığım kesin. Hatta, geçmiş yıllarla kıyaslandığında yaşlanmanın getirdiği bedensel farklılıkları hissedecek kadar yaşlıyım. Ama ben yaşlandığımı ilk olarak kendimde fark etmedim, etrafımdakilerden fark ettim. Özellikle çocukluğumun genç akrabalarını beyaz saçlı, adımları yavaşlamış olarak gördüğümde aynaya baktım ki, ben de o çocuk değilim artık. Gerçi hâlâ, yaşlandığımı, daha ziyade eş, dost arkadaşların yaşlanmasından anlıyorum. Bir de tabii, üzerime ani yorgunluklar çökünce. Üstelik yaşlanmanın henüz başındayım, yaşarsam bedensel farklılıkları hissetme her geçen sene daha da ağırlaşacak. İtiraf etmeliyim ki bu çok zoruma gidiyor. 

Yaşlanmanın fiziksel yükü mü daha ağır, yoksa manevi/psikolojik yükü mü? Bedenin dizlere bindirdiği yük mü daha ağır, yoksa zaman geçtikçe biriken anıların ve geri döndürülemez kayıpların zihne bindirdiği yük mü? Orta yaş, biraz da bu yüklerle tanışma, onları fark etme zamanı olduğu için zor herhalde. 

İnsan yaşlandıkça, bazen öyle hissediyor ki geçmiş ve gelmeyecek anılar ve anlar, yaşanan dönemler, sevilmiş ama artık olmayan insanlar, sırtında taşıdığınız torbanın yokuşun ortasında açılıp içindeki topların dört bir yana savrulması gibi yokuş aşağı yuvarlanıyor. Ya arkalarından bakakalacaksınız ya da nafile bir telaşla peşlerinden koşup her birini yakalamaya çalışacaksınız, birini tutsanız öteki kaçacak. İnsan hepsini yakalamak istese de bunun mümkün olmadığını anlayınca, sadece bakakalıyor. Orta yaşın en ağır ve belirgin hissi sanırım bu ‘bir şeyleri kaçırmışlık’ duygusu ve telaşı, “Bir şeyler bitti ve ben o şeyleri kaçırdım” hissi. “Keşke şunu da yapsaydım, keşke bunu da yapsaydım…”

İnsan orta yaşlarda şunu da daha fazla fark ediyor: Yaşadığı hayat, yaşayabileceğin hayatlardan sadece biri. (Tabii, mensup olduğunuz sosyal sınıfa göre bu ihtimaller çok az da olabilir. Acaba orta yaş krizi orta sınıfa özgü bir durum mu? Aşağı sınıflardan bakınca bir orta sınıf lüksü, yukarı sınıflardan bakınca bir orta sınıf derdi mi? Geçim derdi olanın orta yaş krizi olur mu?) 20-30 sene evvel onu değil de bunu yapsan ne olurdu? İnsan hiç gerçekleşmemiş ve hiç gerçekleşmeyecek ihtimalleri merak ediyor. (Aslında toplumların tarihi de böyle.) Hayıflanacak gibi oluyorsun ama sonuçta hangi hayatı yaşarsan yaşa, geriye yaşanmamış çok hayat kalıyor. Dönüp baktığında tesadüflerin veya kontrolün altında olmayan olayların senin zannettiğinden daha fazla hayatında etkili olduğunu görüyorsun. 

Ya da bunlardan hiçbirini umursamadan, arkanıza bakmadan yokuşu çıkmaya devam edecek, rastladığınız yeni ‘toplar’ı torbanıza atacaksınız. Becerebiliyorsanız belki en iyisi budur, kim bilir.

Yazı eğer çok karamsar geldiyse, Cicero’nun yaşlılığın neden kötü bir şey olmadığını anlattığı ‘İhtiyarlık’ adlı eserini tavsiye ederim. Bu kitabın çok ince olması acaba söyleyecek fazla bir söz olmamasından mı? Tamam tamam, sustum.