Araştırmacı, yazar ve editör Sibel Öz’ün ‘Oyuncu: Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Yıldız: Adile Naşit’ adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Adile Naşit üzerine günümüze kadar yapılmış kapsamlı bir biyografik araştırma niteliği taşıyan kitapta Naşit Ailesi üzerine de önemli bilgiler yer alıyor. Sibel ÖZ’le kitabından yola çıkarak, Adile Naşit’ten Türkiye sinemasının tarihsel evrimine uzanan bir söyleşi yaptık. Öz, “Adile Naşit’i bu kadar sevmemizin nedeni aslında bize benzemesi. Türkiye gibi; hem Ermeni hem Rum hem de Türk. Ve ayrıca tüm bu kimliklerin üstünde olması” diyor.
Adile Naşit’in etnik kökeni yıllardır gündeme gelir. Kitabınızda da epey bilgi var bu konuda. Oradan başlayalım isterseniz…
Adile Naşit’i araştırırken bu konu hakkında da epey okudum. Araştırdıkça, Adile Naşit’in tıpkı Türkiye gibi olduğunu gördüm. Bir tarafıyla Türk, öte yandan Rum ve aynı zamanda Ermeni… Sanıyorum “Adile Naşit Türk’tür” ya da “değildir” gibi yaklaşımlar aslında ideolojik yaklaşımlar. Onun etnik kökenine dair spesifik bir araştırmaya girmedim. Öte yandan Adile Naşit’in kim olduğuna dair bir çalışma, onun kimliğiyle ilgili araştırmayı da gerekli kılar. Çalışma sürecinde karşıma çıktı ki baba tarafı saraylı bir Türk. Annesi ise Rum. Annesi Amelya Hanım’ın annesi, yani büyükanne ‘Küçük Verjin’ olarak tanınan Verjin Hanım da Rum. Verjin Hanım’ın annesi ise Ermeni. Verjin Hanım, Galata Rum İlkokulu’nda okumuş. Biliyoruz ki Ermeni kimliği baskın olsaydı Rum İlkokulu’na değil bir Ermeni okuluna giderdi. Adile Naşit’in babasına ve annesine baktığınız zaman Türklük ve Rumluk ağırlıkta… Öte yandan Adile Naşit’in Ermeni olmasıyla ilgili yapılan vurgular da ilginç. Bunun, onun popüler olmaya başladığı dönemle ilgili olduğunu düşünüyorum. Adile Naşit 1975 ve sonrasında ünlü oluyor. Yani 1974 Kıbrıs Harekatı sonrasında. Ertem Eğilmez’le tanışması ise 1971 yılında ‘Beyoğlu Güzeli’ filmi vasıtasıyla oluyor. Adile Naşit’in popüler olduğu dönem ‘74 sonrasına denk geliyor. O dönemin siyasi atmosferi oldukça sert. Yeşilçam’da da Kıbrıs’la ilgili pek çok film çekiliyor. Bunların tamamına yakını Rum düşmanlığı üzerine kurulu. Yeşilçam’ın en militarist olduğu dönemlerden birisi bu. Üstelik Kıbrıs konusunda hiç farklı bir ses de çıkmamış. İşte böyle bir dönemde Adile Naşit’in annesinin Rum olduğu meselesi gündeme gelmemiş. Bu bilinçli bir tercih yani… Rumların Yeşilçam’da şeytanlaştırıldığı bir dönemden söz ediyoruz. Dolayısıyla o dönemde aslında anneannesinin annesinden gelen Ermeniliği Rumluğa göre çok daha ‘makbul’. Rumluğun konuşulmasındansa Ermeniliğinin konuşulması daha kabul edilebilir gelmiş olabilir. Öte yandan Adile Naşit’in kardeşi Selim Naşit’in eşi de Rum. Adı Sotiriya. O da kaynaklarda Oya diye geçiyor. Bu durumun kendisi de bir travma tabii. İnsanın kendi adını kullanamıyor olması kimliğe yönelik bir baskının sonucu.
Adile Naşit’in adının aslında Adela olduğu iddiası nasıl yayılmış?
Hiçbir yazılı kaynakta geçmiyor bu. Kendisine ‘Adoş’ diye hitap ediliyor. Adile’den dolayı mı böyle deniyor yoksa Adela’dan dolayı mı bu tam belli değil. Ama unutmayalım ki annesi de Amelya adını kullanamıyor, Emel olarak biliniyor. Bence Amelya, muhtemeldir ki ev içinde kızını ‘Adela’ diye çağırıyor.
Peki resmi belgelerde nasıl geçiyor?
Resmi belgelerde ya da sözleşmelerde Adile diye geçiyor. Öte yandan Naşit Bey hakkında –dağınık da olsa- pek çok bilgiye rastlıyoruz. Adile Naşit’in anneannesi ‘Küçük Verjin’ hakkında da yetersiz olmakla birlikte bilgiler mevcut. ‘Küçük Verjin’ döneminin en ünlü kantocularından birisi çünkü. Kendisinin yaptığı besteleri var. Ama Amelya Hanım hakkında pek fazla bilgi yok. Amelya hem ünlü kantocu olan annesi ‘Küçük Verjin’in hem de Naşit Bey’in gölgesinde kalmış gibi görünüyor. Aslında Amelya Hanım da parlak bir oyuncu. Ama annesi de kendisi de Naşit Bey’in kumpanyasında çalışıyorlar. Amelya Hanım’ın kardeşi Niko da aynı kumpanyada çalışıyor. Naşit Bey bir anlamda patronları konumuna gelmiş yani. Amelya Hanım’ın gölgede kalmasında bu durumun da payı olduğunu sanıyorum. Adile Naşit’i bu kadar sevmemizin nedeni aslında bize benzemesi. Türkiye gibi; hem Ermeni hem Rum hem de Türk. Ve ayrıca tüm bu kimliklerin üstünde olması. O, hayatı boyunca kökenine dair bir açıklama hiç yapmamış. Ve 57 yaş gibi çok erken bir zamanda aramızdan ayrılmış. Sanıyorum, 1990’larda, 2000’lerde yaşasaydı çoklu etnik kimliği üzerine de rahatlıkla konuşabilirdi.
Kitabın alt başlığına da adını veren ‘anti-yıldız’ kavramını açar mısınız?
Adile Naşit’in pek çok zorlukla boğuşarak kendini kabul ettirmesinden yola çıkarak ürettiğim bir kavram bu aslında. Dezavantajlarıyla boğuşarak kendini yaratmış bir yıldız o. Endüstriyel sinemanın mekanizmalarıyla, ölçütleriyle ortaya çıkmış bir yıldız değil. Alternatif ya da norm dışı bir pratiği mevcut kavramlarla açıklamak doğru gelmiyor bana. Kadın yıldıza dayatılan norm ve ölçüler var. Öncelikle kadın yıldız arzu nesnesi olmak zorundadır. Fiziksel ve cinsel olarak cazibe merkezi olmak zorundadır. Hollywood gibi Türk sinemasının da yıldız üretme mekanizmaları o dönemde belli. Mesela Ses dergisi yarışmaları bunlardan biri. Adile Naşit bu mekanizmalardan gelmiyor. Ama çok daha güçlü bir düzenekten geliyor: Aileden sanatçı olma durumu. Babası, annesi, dayısı, anneannesi sanatçı… Öte yandan çoklu etnik kimliği de bir dezavantaj aslında. Bunun yanı sıra her zaman taşıdığı sınıflar üstü insanlık sevgisi de çok önemli. Onu tanıyan hemen herkes evinin kapısının herkese açık olduğunu söylüyor. Yani sinemadaki Adile Naşit algısıyla özel yaşamındaki Adile Naşit hemen hemen aynı kişi. Onun döneminde çok az oyuncu böyledir. Mesela Şener Şen, Münir Özkul, Kemal Sunal farklıdırlar. Adile Naşit’in, özel hayatını popüler kültüre magazine kapatırken her sınıftan pek çok insana açmış olması farklı bir durum. Dolayısıyla Adile Naşit’in farklı bir yıldızlaşma serüveni var. Bunu ‘anti-yıldız’ kavramıyla açıklamak istedim. Hemen tüm filmlerinde yan roller oynamış ama o filmlere öyle bir damga vurmuş ki biz o filmleri Adile Naşit’le hatırlıyoruz. Mesela Hababam Sınıfı’nı inceledim. Münir Özkul’un yani Mahmut Hoca’nın bile olmadığı Hababam Sınıfı filmi var. Ya da Şener Şen çıkıyor İlyas Salman giriyor. Ama Adile Naşit’siz bir Hababam Sınıfı yok. O zaman şöyle de diyebiliriz: Hababam Sınıfı Adile Naşit’tir. 1976’da ‘İşte Hayat’ filminde yan rollerden biriyle –Makbule karakteri- Altın Portakal Ödülü’nü alması bile sinema tarihimizde ilk. Yeşilçam’ın yazılı olmayan kurallarını zorlayan bir çıkış bu. Babası Naşit Bey çok özel ve tarihi bir yetenek. Naşit Bey geleneksel tiyatroyu, tuluat tiyatrosunu modernleştiren isimdir. Ve geleneksel tiyatronun en görkemli yıllarına adını yazdırdığı gibi, bitişinin de bedelini dramatik bir şekilde ödemiştir. Adile Naşit de gerçekten babasının kızı. O ailede bayrağı tümüyle devralan kişi Adile Naşit aslında. Babası gibi çığır açan bir oyuncu.
Peki, Adile Naşit’in hakkı teslim edildi mi?
Hayır. Biz sinemaseverler, sinema tarihçileri ve öğrencileri olarak bu konuda çalışmalıyız. Evet, Adile Naşit’i çok seviyoruz ama onu aslında ne kadar tanıyoruz? “Hepimizin annesiydi” diyorlar. Hayır, öyle değildi. Bu popüler kültürün Adile Naşit’e biçtiği bir rol aslında. Deyim yerindeyse bir tür kafes. Yapımcı ve yönetmen olarak Hababam Sınıfı’nın yaratıcısı Ertem Eğilmez, Adile Naşit’e kanat takıp uçurmuş ama aynı zamanda böyle bir kafesin içine de koymuş. Ertem Eğilmez’in röportajlarına baktığınızda o da bunun farkında. Adile Naşit’in ömrü yetseydi bu kafesten uçardı ama maalesef ömrü buna yetmemiş. Ölümünden kısa süre önce Altın Portakal’da en iyi kadın oyuncu ödülünü almış olması elbette çok önemli ama bu, hakkının yeterince teslim edildiği anlamına gelmiyor tabii.
Günümüze baktığımız zaman anti-yıldız olarak değerlendirebileceğimiz oyuncu ya da sanatçı var mı?
Şimdi bu daha zor. 1990’lardan bu yana çok şey değişti. Bu toplumda ‘anti-yıldız’ olabilmek için gerçekten bu toplumun ihtiyacı olan şeyleri üretmek lazım. Sözü yeniden kurmak lazım. Hem estetik açıdan, hem de refleks olarak içinden geçtiğimiz çağı anlamak ve tam da burada sözü yeniden üreterek toplumun tümünü kucaklayabilmek ne yazık ki bugün çok kolay değil.
Kitaptan
Adile Naşit neden ‘yıldız’ ol(a)madı?
“Adile Naşit’in yarattığı çekim gücü, filmlerde canlandırdığı karakterlerin halkın hafızasındaki kalıcılığı ve silinmezliği, halkın ve seyircilerin sevgisini kazanma, örnek/rol model olma gibi etkenler açısından bakıldığında bir anlamda ‘yıldız’ olduğunu belirtebiliriz. Ne var ki onu, sinema endüstrisinin, popüler kültürün ya da magazin basınının yıldız kalıpları içinde değerlendirmek mümkün değildir. Popülaritesi, çocukluğundan başlayarak yılların emeği sonucu ortaya çıkmış; Arzu Film ve Ertem Eğilmez ekolü onun halkın gönlünde yıldızlaşmasında rol oynasa da küçük ya da yan rollerde bile sergilediği usta oyunculukla seyircinin beğenisini kendisi yaratmıştır. Başka türlü de yıldızlaşılabileceğini, zirvede ve unutulmaz olunabileceğini, yardımcı rollerin başrolleri gölgede bırakabileceğini, sanatta ısrar etmenin ve ona tutkuyla bağlı olmanın seyircideki karşılığını gösteren tutumuyla endüstrinin yıldızı değil ama ‘anti-yıldız’ı olmayı başardı.” (Sayfa; 192)