YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Altan ve Ilıcak’ın tahliyesi

Ahmet Şık ve Nedim Şener mevcut rejim tarafından hangi hukuk dışı mantıkla tutuklandılar ise, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak ve diğer gazeteciler de (buna eski Cumhuriyet gazetesi yazar ve çalışanlarını da eklemeliyiz) aynı mantıkla tutuklandılar. Bu, rejimin hukuku kendi cari siyasetine göre eğip bükme, yok etme, olmadık suçlamalar yaratma ve toplumu baskı altına alma politikasıdır.

Eski Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan uzun bir tutukluluk döneminin ardından tahliye edildi. Köşe yazarı Nazlı Ilıcak da öyle. Mahkeme, "Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırdığı Nazlı Ilıcak ile aynı suçtan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdığı Ahmet Altan'ın, hapiste bulundukları süre göz önünde bulundurularak adli kontrol şartıyla tahliyelerine hükmetti. Aynı davada yargılanan Mehmet Altan ise beraat etti.
Mehmet ve Ahmet Altan, 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce katıldıkları bir televizyon programında, 'darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulunmak' gerekçesiyle 10 Eylül 2016'da gözaltına alınmışlardı. Nazlı Ilıcak ise 30 Temmuz 2016'da tutuklanmıştı.
Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın böyle tuhaf ve hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle tutuklanması  o dönemde –kimi- sol ve muhalif kamuoyunun pek ilgisini çekmedi. Hatta genelleme yapmak mahzurlu olsa bile “İyi olmuş” diyenler hiç de az değildi. Bunda Taraf gazetesinin Ergenekon ve  Balyoz soruşturmalarını savunması, Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandığında savcı Zekeriya Öz’ün “Gazetecilikten tutuklanmadılar” sözünü manşetine taşıması büyük etkendi. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında insan hakkı ihlalleri yapıldığı vakıadır, Şık-Şener konusunda da vaktiyle eleştirilerimizi yöneltmiş idik.
Ancak Altan ve Ilıcak bu yüzden tutuklanmadı. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak 2016 öncesinde hükümete hayli mesafeli bakan, Erdoğan’ı eleştiren bir pozisyonda idiler. Hatta Altan’ın bu tutumu nedeniyle Taraf gazetesinden epey bir köşe yazarı istifa etmişti, hatırlanacaktır.
Özetle Altan ve Ilıcak 15 Temmuz sonrasında iktidar tarafından başlatılan darbe soruşturmaları çerçevesinde tutuklandılar. Ancak suçlamalara bakan biri rahatça görecekti ki bu tutuklamaların darbe girişimi ile çok fazla bir ilgisi yoktur. Mahkeme dosyası da bunu ortaya koydu zaten. Suçlama ‘subliminal mesajlar’ gibi hayli subjektif bir mantık üzerinden kurulmuştu. 
Çok belli idi ki, iktidar bir anlamda bu isimlerden bir tür intikam almakta idi. Ancak bu uzun ve hukuka sığmayan tutukluluk az evvel bahsettiğim türden bir mantıkla bahsettiğim sol ve muhalif  çevrelerde pek konu edilmedi. 
Altan ve Ilıcak’ın tahliye edilmesi sonrasında da aynı havanın devam ettiğini görmekteyiz. İki ismin de Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında takındıkları tutum öne sürülerek bu uzun tutukluluğun pek de ‘hak ihlali’ gibi görülemeyeceği söylenmekte  ya da ima edilmekte. Hatta Nazlı Ilıcak’ın kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği ve serbest bırakılması için ‘ricacı’ olduğu mektup hatırlatılmakta. 
Hak savunuculuğu açısından böyle bir tutumun hayli mahzurlu olduğunu söylemek gerekir. Mevcut rejimin geçirdiği evrimlere uyarlanarak bir hak mücadelesi ve siyaset yürütmek, uzun vadede doğrusu rejimin işine yarar ve yarıyor. 
Ahmet Şık ve Nedim Şener mevcut rejim tarafından hangi hukuk dışı mantıkla tutuklandılar ise, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak ve diğer gazeteciler de (buna eski Cumhuriyet gazetesi yazar ve çalışanlarını da eklemeliyiz) aynı mantıkla tutuklandılar. Bu, rejimin hukuku kendi cari siyasetine göre eğip bükme, yok etme, olmadık suçlamalar yaratma ve toplumu baskı altına alma politikasıdır. 
Türkiye’de devlet bu tür atmosferleri ve taktikleri ne yazık ki çok iyi kurar. En basitinden Kürt meselesinde çözüm sürecinden  şu ana kadar geldiğimiz yol  bile açıklayıcı olmalıdır.  Son 10 yıla baktığımızda tablo tüm netliğiyle önümüzdedir. Artık ‘derin devlet’ ve onun marifetleri zerre kadar konu edilmediği gibi, 90’ların namlı aktörleri, Kürtlere yönelik siyaset başta olmak üzere, mevcut baskıcı rejimin uygulayıcıları haline gelmişlerdir. Altan ve Ilıcak’tan ekstradan bir de bu denklem içinde bir tür ‘intikam’ alındığını söylemek herhalde yanlış olmaz.  
Bu tablo içinde “Bırakıldılar ama şunları şunları yapmışlardı” demek belki bir pozisyon olabilir. Dönemin hak ihlalleri de kayıtlardadır. Ancak mevcut rejimin baskı politikalarına ve bunları sürdürme yollarına bakıldığında tablonun hiç de bu kadar  basit olmadığı ortadadır.
Aslında en açıklayıcı cümleyi avukat Hürrem Sönmez kurmuştu, tahliye sonrasında. Şöyle dedi:  “Nazlı Ilıcak yarın saraya gidip Erdoğan’a bağlılıklarını sunabilir, en sıkı AKP savunucusu da olabilir, bu hiç şaşırtıcı olmaz. ‘Tahliye olmaları gerekir’ demenin Nazlı hanımın yaptıkları ve yapacakları ile, durduğu yerle ilgisi yok. Bizim durduğumuz yerle ilgili. Bunu nasıl anlatmalı?”
Gerçekten de bu, bizim durduğumuz yerle ilgili. Ya da öyle olmalı.