Dr. İsmet Konak, daha önce Sovyet Şarkiyatçı ve Türkolog Vladimir A. Gordlevskiy’nin Bitlis ve Muş’u gezerek 1915 sonrası tanıklıklarını kaleme aldığı makaleyi Agos okurları için çevirmişti. Konak bu kez de Patrik Naroyan’ın yeğeni Harutyun Naroyan’ın 1915’te başından geçenleri, geçtiğimiz yıl Rusya’da yayınlanan anılarına dayanarak derliyor.
İSMET KONAK
Tarihte başka topraklarda devlet kuran "göçebe ulusların" ruh hali, genelde paranoid bir kişiliğe delalet etmektedir. Adeta "vehhamlık" denizi içinde yüzerler. Göç ettikleri toprak parçasının otokton tüm bireylerini, farklılıklarını, dinsel ve etnik yapılarını "hasm-ı bîaman (amansız düşman)" olarak görürler.
Dolayısıyla yerli "etnisite" sözcüğü, bir "etnosite (etnik kıyım)" eğilimi uyandırır. Nasıl ki Andrew Jackson döneminde Amerika kıtasının yerli unsuru Kızılderililer, Anglo-Saksonların kıyımına (Indian Removal Act: Kızılderili Tehcir Kanunu) uğradıysa, Avustralya'da da Aborijinler benzer bir akıl tarafından imha edilmişlerdi.
Ermeni halkının "levh-i mahfuzunda (kader levhası)" da aynı akıbet vardı. Bir anlamda Küçük Asya'nın yerlisi olan "Hayk'a" yaşam alanı tanınmamıştı. Hayk'ı imha politikasının mimarları, müstevli devletin taksiratını gizlemek için efsunlu bir sözcük bulmuşlardı: tehcir. Lakin, her geçen yıl soykırımı iliklerine kadar yaşayanların ortaya çıkan anıları, bu maskeyi düşürmektedir. Bu bağlamda 1915'te Bitlis vilayetine bağlı Muş sancağında vuku bulan soykırımdan kurtulmayı başarabilen Harutyun Naroyan'ın anıları da büyük bir değer taşımaktadır. Naroyan'ın aile albümü ve anıları, Odessa'da yaşayan kızı Alina sayesinde 2018 yılında gün yüzüne çıkmıştı. Aynı zamanda 18. Ermeni Patriği Mesrop Naroyan'ın da yeğeni olan Harutyun Naroyan'ın çocukluğunda maruz kaldığı azap, "Büyük Felaket" günlerini tüm boyutlarıyla yansıtmaktadır.
Muş dini liderliğinin verilerine göre 1915 yılı ilkbahar mevsimine gelindiğinde Muş sancağında yaklaşık 95 bin, sancağın merkezi Muş kazasında ise 12 bin Ermeni iskân olunmaktaydı. Muş'ta 1915 yılının Nisan ayında köylerde başlayan soykırım kasırgası, Haziran ve Temmuz aylarında kitlesel bir karaktere bürünmüştü. 1905 yılında Muş'un Ardert köyünde varlıklı çiftçi bir ailenin (babası Hazar ve annesi Nazeli Naroyan) çocuğu olarak dünyaya gelen Harutyun Naroyan, bu dönemde 10 yaşındaydı ve dolayısıyla her şeyi tüm çıplaklığıyla hatırlamaktaydı.
Küçük Naroyan’ın yaşadıkları
Harutyun'un anlatımına göre 1915 yılının nisan ayında "hepsinin öldürüleceğine" dair söylentiler kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Öyle ki Ardert köyünün ileri gelenlerinden Are Ovanes, köylüyü bu konuda sarahatle bilgilendirmiş ve mutlaka korunacak bir yer bulmaları için ısrar etmişti. Harutyun'un babası Hazar, hazin bir kıyımın kapıda olduğunu hissetmiş ve eşi Nazeli'ye çocukları gizlemek için soğukkanlı telkinlerde bulunmuştu. Bu bağlamda Harutyun Naroyan şunları anlatmaktadır: "Bizi bir gece samanlıkta sakladılar. Bu gece köyün erkekleri köyümüzü korumak için silahlanıp dağa çıktılar. Bu geceden sonra babamı bir daha görmedim."
Her geçen gün kıyım, daha kapsamlı bir hale gelmekteydi. Birkaç gün içinde Are Ovanes de öldürülmüştü. Köyün sakinleri, birer birer hazan yaprağı gibi düşmekteydi. Bu arada soygun ve talan da hâsıl olmaktaydı. Yine Harutyun'a kulak verelim: "Hemen akabinde Çerkezlerin saldırısı başladı. Ermenilerin kaderinin çoktan tayin edildiğini biliyorlardı, acele edip Türkler gelene kadar karışıklıktan faydalanmaya çalıştılar. Bu şekilde geniş çaplı bir kargaşa ve soygun başladı."
Annesi Nazeli, büyük bir korku ve keder içindeydi. Çocuklarını bir şekilde bu buhrandan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Nitekim Harutyun ile Ovanes'i Şaşkan köyüne, çok sevdikleri bir Çeçen komşularına göndermişti. Ancak bedbaht çocuklar burada kalmamış ve annelerini yalnız bırakmamak için Ardert köyüne geri dönmüşlerdi. Devamında vuku bulan keşmekeşi Harutyun Naroyan şöyle aktarmaktadır: "Fakat biz annemin plânını bozduk. Bir zaman sonra ekmek almak bahanesiyle köyümüze geri döndük. Annem, 'Köye yakında Türkler saldıracak. Burayı mutlaka terk etmelisiniz!' diye bağırıyordu ve haklıydı da. Nitekim birkaç saat sonra köye ateş ettiler. Çocuklar ve kadınların bir kısmı Kürt Osman'ın samanlığında saklandı. Biz de onların arasındaydık. Bu gece köyde kalan bütün Ermeni erkeklerini öldürdüler."
Hayırhah Kürt Osman, kendi samanlığının küçük olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden Ermeni kadın ve çocuklarını gizlice alıp kız kardeşi Fatma'nın oldukça geniş bir samanlığına götürmüştü. Fatma, birkaç gün cesurca ve müşfikçe bir ilgi göstermişti. Lakin, haber gelmiş; köylerde kalan Ermeniler ve onları saklayanlar derhal öldürülecekti. Fatma, çocukları ve kadınları daha fazla koruyamamıştı.
Bir mahşer yeri
Bu esnada Ardert köyü, tam bir "mahşer yerine" dönmüştü. Bir tarafta samanlıklarda diri diri yakılanlar, diğer taraftan Murat Nehri'ne atılanlar. Hem kahredici bir "meraret" hem de ilkelce bir "tasallut" söz konusuydu. Bilhassa kadın ve çocukların da dahil edildiği bir kıyım hâsıl olmaktaydı. Adeta civcivi yumurtadayken itlaf etmeye niyetlenen "zavallı bir zihniyet" hükmetmekteydi. Bu günlerde Harutyun Naroyan, annesi ve kardeşleriyle birlikte bir kafile halinde Murat Nehri'ne götürülmekteydi. Kafileye gözlemcilik yapanlar arasında Naroyan ailesinin tanıdığı Hızırbeg de vardı. Anne Nazeli, hengâme içinde Hızırbeg'e birkaç altın vermiş ve çocuklarını kurtarmasını rica etmişti. Nitekim Harutyun, kardeşi Avedis ve kuzeni Antranik ile birlikte kafileden kaçmayı başarmıştı. Ancak annesi Nazeli, Murat Nehri'nin kan kırmızı sularına acımasızca atılmıştı. Diğer kardeşi Ovanes ise bir başka kafileye katılmış ve en sonunda Halep'te ortaya çıkmıştı. Bu kargaşada Harutyun Naroyan'ın kız kardeşleri alıkonmuş ve cinsel bir obje olarak kullanılmıştı.
Harutyun Naroyan, Avedis ve Antranik birkaç gün sonra Hızırbeg tarafından Şuşkan köyünün zenginlerine satılmıştı. Köydeki "efendilerin" oldukça nobran bir tutum takındığını anlatan Harutyun Naroyan, yaşadıklarını şu şekilde ifade etmektedir: "Efendim, beni sürekli dövüyordu. Namaz kılmaya zorluyordu. Ben buna karşı çıktığımda, beni samanlığa kilitliyor ve açlığa terk ediyordu. Bereket versin ki efendimin oldukça yaşlı eşi, gizlice yanıma gelip bana yemek getiriyordu."
Yaşadığı "mihnetten" dolayı uzun bir süredir kaçış plânı yapan Harutyun Naroyan için 1916 yılı kış mevsimi bir dönüm noktası olmuştu. Bu dönem İstanbul'da başpiskopos olan amcası Mesrop Naroyan'ın gönderdiği iki Ermeni genci, gizlice Şuşkan köyüne gelmiş ve kaçış için yardımcı olmuştu. Buz tutan Murat Nehri'nin yatağı boyunca soluk soluğa yol almışlardı. Kim oldukları bilinmediği için hem Rus hem de Türk askerlerinin "serseri" çapraz ateşi içinde kalmışlardı. Buz üzerinde ilerlerken haç çıkarmışlar ve Ermeni olduklarını yüksek sesle haykırmışlardı. Nitekim Rus ordusu içindeki Ermeniler sayesinde kurtulabilmişlerdi. Harutyun Naroyan, ilerleyen aylarda Doğu Ermenistan'a geçmiş, önce Leninakan sonra da Kirovakan'da yaşamını sürdürmüştü. Mükedder Harutyun, SSCB'nin parçalandığı 1991 yılında hayata gözlerini yummuştu.
Ezcümle, Ermeni Soykırımı 20. yüzyılın en mekruh ve müessif hadisesiydi. Lakin inkârcı egemenler şunu bilmeliler ki "Güneş, balçıkla sıvanmaz." Her geçen gün berraklaşan "mirat-ı hakikat", muktedirlerin korkulu rüyası olacaktır.
Not: Bu makalenin hazırlanmasında büyük rol oynayan ve Odessa'dan yardımlarını esirgemeyen değerli gazeteci Diana Manuçaryan'a çok müteşekkir olduğumu bildirmek isterim.
Kaynaklar
Canan Seyfeli, "İstanbul Ermeni Patrikhanesi: İstanbul ve Girit Ermenileri'nin Ruhanî Merkezi", TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: Ek-1, İstanbul 2016, s. 670-673.
Diana Manuçaryan, "Odnih Zagonyali v Saray i Sjigali Zajivo, Drugih Topili v Reke", https://meduza.io/feature/2018/04/24/odnih-zagonyali-v-saray-i-szhigali-zazhivo-drugih-topili-v-reke, Erişim Tarihi: 16-03-2019.