BM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı 3 kurum tarafından Türkiye’ye iletilen soru önergesi, 1915 ve sonrasında Ermeniler’e ne olduğu konusunda kritik sorular soruyor. ABD’de yaşayan Edvin Minassian önergenin önemini ve Ermeni dünyasında nasıl karşılandığını yazdı.
Geçtiğimiz aylarda, bugüne kadar eşine rastlanmayan, 1915 ile derinden ilgili ve çok ilgi çekici bir soru önergesi Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı 3 kurum tarafından ortaklaşa olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne 60 gün içinde cevaplanması talebiyle gönderildi. 27 Mart tarihli soru önergesi Zorla ve İrade Dışı Kayıplar Çalışma Grubu Başkanı Bernard Duhaime (Kanadalı/ İnsan Hakları Hukuğu Profesörü); Düşünce ve İfade Özgürlüğü ve Hakları Özel Raportörü David Kaye (ABD’li/ Hukukçu/ Profesör) ve Hakikat, Adalet, Tazminat ve Tekrarlanmayı Önleme Komisyonu Özel Raportörü Fabian Salvioli (Arjantinli/ İnsan Hakları Hukukçusu/ Profesör) tarafından imzalanarak , TC ‘nin Cenevre’de bulunan Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Sadik Arslan’a tebliğ edildi. Türkiye Cumhuriyeti adına Sadık Arslan 17 Mayıs’ta, “Gerekçeli bir cevap vermeyeceğiz” cevabını ilgili makamlara sundu.
Kurumlardan BM’ye teşekkür
Yakın zamana kadar hiç haber olmayan bu soru önergesi ve “cevap”, geçtiğimiz hafta Diaspora’nın duayen gazetecisi Harut Sassounian’ın kaleme aldığı bir makale ile gündeme yerleşti. Birkaç kısa haber ve tekrarlamalar dışında, çok yorum yapılmadı. Buna tek istisna, 27 Haziran günü bazı Ermeni kurumları tarafından ortaklaşa yayınlanan bir bildiri oldu. İki Ana Kilise ( Eçmiadzin ve Kilikya); Protestan Ermeni Kilisesi ve AGBU, (genelde ılımlı duruşuyla, bilinen Ermeni Hayırseverler Birliği ) bu bildiri ile Birleşmiş Milletler kurumlarına (her ne kadar soykırımı tanıma ve tamamen adalet/ tazminat taleplerini içermese de) “insanlığın açık kalmış bir yarasını kapatmak için atılmış olumlu bir adım” gerekçesiyle destek ve teşekkürlerini sundular. Diaspora’nın AGBU dışındaki diğer güçlü ve etkin kanadı Taşnak Partisi’nden ve diğer iki geleneksel siyasi partiden (Hınçak ve Ramgavar) herhangi bir açıklama gelmedi.
Neden şimdi?
İlk aklımıza gelen soru şunlar olmalı: Neden şimdi? Bu komisyonlar genelde daha yakın zamana dair Myanmar, Güney Sudan, Suriye, İsrail , Burundi, Rwanda, Eski Yugoslavya gibi insan hakları ihlalleri ile itham edilen ülkelere bu tür soru önergeleri gönderirken; Türkiye ile sadece 1992-1996 arası Güneydoğu Anadolu ile ilgili bir araştırma yapmışken; 100 yıl önceki Ermeni Soykırımı veya 1915 Olayları olarak tanımlanan döneme ve Ermeni milletinin milyonlarca mensubunun akıbetine nasıl birdenbire odaklandı? Büyükelçi Arslan, bu soru önergesini eleştiren yanıtında Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan önceki zamana dayanan konuların araştırılmasının genel politikasına ters düştüğünün altını çizmiş. Bir önceki Genel Sekreter Ban Ki Moon’un bunu teyit eden bir söylemine vurgu yapmış. Fakat, Harut Sasunyan bunun doğru olmadığını söylüyor ve 1985 BM Alt Komisyonu’nun soykırımlar ile ilgili bir beyannamesinde, Ermeni Soykırımı’nın da listede bulunduğunu belirtiyor. Bundan ötesi, bu üç komisyona görev ve yetkilerini veren İnsan Hakları Komisyonu genelgesinde, zaman kısıtlaması yok. Komisyon, bireylerin hak ihlallerini, katliamların faillerini soruşturmanın yanısıra zorla yerinden edilenlerin ve yargısız infaz mağdurlarının tespiti ve gelecek nesilleriyle beraber itibarlarının iadesi, toplumsal hafızanın korunmasını sağlama gibi geniş ve önemli bir misyon tanımış.
‘İnkar endişe verici’
En önemlisi soykırım kelimesinin itham olarak kullanılmamış olması. Fakat yine de, şu kısmı eklemişler: “Her ne kadar iddialar hakkında ön yargıda bulunmak istemesek de, inkar politikası ve doğruları tespit etme yönünde hiçbir ilerleme olmaması ve tam aksine engelleyici bir faaliyet içinde bulunulması bizim için çok endişe verici. “Talepleri çok kesin ve net: 1915-1923 arası milyonlarca Ermeni vatandaşınıza yönelik devlet tarafından başlatılan; İstanbul’da tüm elit ve entelektüellerin tamamen yok edilişi, Anadolu’daki tüm Ermeni halkının Suriye çöllerine tehcir edilmesi ve bu uygulamanın yol açtığı katliam, gasp, zorla kaybolmalar, işkenceler, insan kaçırmaları, hastalıklar, açlık ve terk edilmiş cesetler hakkında çok derin bir araştırma yapıp bize rapor vermeniz. Şunu da eklemişler: Bu yapılanlar devlet yöneticileri, devletin değişik dalları ve resmi seviyeleri tarafından yapılmıştır. Neden bugüne kadar Osmanlı Devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti bu vatandaşlarının akıbeti hakkında bir araştırma ve açıklama yapmadı?
İfade özgürlüğünün kısıtlanmasının gerekçesi ne?
Günümüze de değinerek, 1915 hakkında ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlama veya ilgili mevzuatın gerekçelerini de talep etmişler. Bunun Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 19’uncu maddesiyle nasıl uyum sağladığını sorup, açıkça hukuk ihlali olduğunu belirtmişler. TCK’nın 301’nci maddesinin Ermenilere karşı işlenmiş suçlar hakkında fikir yürütenlere karşı nasıl uygulandığını sorup bununla ilgili davalar hakkında detaylı malumat talebinde de bulunmuşlar. “Cevap vermeyeceğiz” cevabında, bu sorulara değinmemekle birlikte, Büyükelçi Arslan, “Biz Ermenistan’a gelin bir ortak komisyon kuralım teklifini 2005 yılında ilettik, halen bekliyoruz” cevabini vermiş.
Konu Ermenistan değil
Savaş sırasında olaylar gibi söylemlere değinmek gereksiz, fakat Ermenistan’a olan atıf yoruma değer. Birincisi, soru önergesi Ermenistan ile alakalı değil, adı bile geçmiyor. Bu komisyonlar, ülkelerin kendi vatandaşlarına, genelde azınlıklara yaptıklarını araştıran ve adalet arayan kurumlar. Türkiye’ye sorulan, devlet eliyle kendi vatandaşlarına yapılanların hesabı. Bu soruları çoktan veya en azından bugün devlet sormalıydı . Bu araştırmalar, doğruların saptanması ve adaletin nasıl temin edileceği kendi içimizde tespit edilmeliydi. Mağdur edilenler Ermenistan vatandaşları değil. Gayet tabii ki bu büyük facianın sonrasında ve bugünkü nesiller de içine katılınca, Diaspora ve Ermenistan da masada olmalı ve çözümün içinde yer almalı.
Bu soru önergesi niye simdi yazıldı, Birleşmiş Milletler’i kim yönlendirdi, bunun arkasında hangi güçler var? Evet bu sorular belki gündeme gelecektir, fakat asıl önemli olan bu soruların temelinde yatan gerçekler ve bu talebin içeriklerinin uygulanması halinde olumlu gelişmeler olup olmayacağı. Merak edilen konu, BM komisyonlarının bundan sonra atacakları adımlar olmalı. Herhalde “Hata ettik , kusura bakmayın, dosyayı kapatıyoruz” demeyecekler. Bildiğimiz gibi yaptırıcı yetkileri yok; fakat talep ettikleri soruların cevaplarını bulmak için kendi kaynakları üzerinden çalışabilirler. Devletin bununla mücadele ve durdurma çabaları sadece itibar kaybı ve tavizler verme sonucunu yaratır. Her zaman olduğu gibi o yolda devam edilmesi yanlış bir politika olur, gerçeklerle yüzleşmek ise belki zor, fakat özgüveni arttıran, itibar yaratan, uzun vadede Türkiye’yi çok daha yüksek seviyelere taşıyan bir karar olur. Şu anda Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları Komisyonları düzeyine ulaşmış dosyalar kapanmayacak, tek kesin olan bu.