Yargı alanındaki iki önemli gelişme, içinde bulunduğumuz rejim ve son 10 yılda geçirdiğimiz dönüşüm hakkında çok şey anlatıyor olmalı. Gezi Davası ile başlayalım.Gülen Cemaati’nin kudretli olduğu dönemde yürütülen ve AKP tarafından da hararetle desteklenen bu soruşturma boyunca çok kez hukuk dışı yollara sapıldığı da biliniyordu. Davanın mağdurlar yarattığı açıktır. Ancak bu dava Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran derin devlet operasyonları ve zihniyeti ile hesaplaşılması için bir imkan olarak kullanılabilirdi. Birçok karanlık cinayetin yanısıra Hrant Dink’in bilhassa hedef haline getirilmesinde bu çevrelere yakın bazı isimlerin de payı yok muydu?
Geçen hafta 600 günü aşkın süredir cezaevinde bulunan Osman Kavala, 200 günü aşkın süredir cezaevinde bulunan Yiğit Aksakoğlu ve 14 sanık, Gezi Davası ile ilgili olarak Silivri’de hakim karşısına çıktılar. 6 yıl önce tüm Türkiye’ye yayılmış bir protesto hareketinden “Hükümet’e karşı kalkışma” yaratan iddianameye karşı kendilerini savundular. Burada “savunmak” ne kadar doğru bir kelime bilmiyorum zira haklı olarak, delil, bulgu ve belgeden yoksun, sadece ilgisiz telefon konuşmalarına dayanan bir iddianameyi hukuki ve siyasi anlamda çürüttüler. Ancak mahkeme heyeti Aksakoğlu’nu tahliye ederken ne yazık ki Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verdi.
Bu dava ile ilgili epeyce yazdım, Bu ilk duruşma sonrası söylenecek şey herhalde savunmalarda da dikkat çekildiği gibi, önce Kavala’nın hapse atılmasına karar verilmesi, sonra da bu hapisliğe gerekçe bulmak için yıllar önce sonuçlanmış ve beraat edilmiş bir davanın yeniden canlandırılmasıdır. Hatırlayacak olursak Kavala hakkındaki karalama kampanyası önce AKP’ye yakın medyada başlamış, bu kampanya aylar boyunca sürmüş sonra da Kavala önce gözaltına alınıp, sonra tutuklanıp, aylar boyunca hakim yüzü görmeden hapiste tutulmuştu.
Kavala hakkındaki bu karalama kampanyası AKP’ye yakın medya tarafından başlatılırken, 1990’ların ve 2000’lerin ulusalcı ve derin devlet ile bağlantılı olduğu belli kesimlerin argümanları, AKP medyasınca şevkle kullanılmıştı. Soros’la bağlantı, ABD ile ilişkiler vesaire… Osman Kavala bunları mahkemede tek tek yanıtlar ve iddiaların somut bir bulguya dayanmadığını o sakin üslubuyla anlatırken birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Akar, MİT Müsteşarı Fidan’ın da aralarında bulunduğu kalabalık bir grup G-20 zirvesi vesilesiyle bulundukları Japonya’da ABD Başkanı Trump ve ABD heyeti ile görüşüyor, karşılıklı gülüşülüyordu.
Geçtiğimiz aylar, haftalar boyunca ABD’nin Türkiye’ye karşı darbeler tezgahladığını öne süren, Gülen’i iade etmediği için ABD yönetimine ateş püsküren AKP çevreleri gitmiş, Trump’ı hayranlıkla dinleyen bir kadro kameralara yansımıştı. AKP medyasınca her gün dile getirilen “Anti-emperyalizm” argümanlarından ise eser yoktu. Bu elbette Türkiye’de siyasetin nasıl yürüdüğü hakkında bize çok şey anlatıyor, anlatmalı.
Beri yandan yine geride bıraktığımız haftanın önemli bir gelişmesi de Ergenekon Davası’nın sonuçlanması oldu. Gülen Cemaati ile dostluk bitip de kavga başladıktan ve 15 Temmuz’daki uğursuz darbe girişimi püskürtüldükten sonra zaten Ergenekon Davası’nda böyle bir yola gidileceği belliydi. Öte yandan Gülen Cemaati’nin kudretli olduğu dönemde yürütülen ve AKP tarafından da hararetle desteklenen bu soruşturma boyunca çok kez hukuk dışı yollara sapıldığı da biliniyordu. Davanın mağdurlar yarattığı açıktır.
Ancak bu dava Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran derin devlet operasyonları ve zihniyeti ile hesaplaşılması için bir imkan olarak kullanılabilirdi. Birçok karanlık cinayetin yanısıra Hrant Dink’in bilhassa hedef haline getirilmesinde bu çevrelere yakın bazı isimlerin de payı yok muydu?
Öyle olmadı. AKP bu davayı o dönemdeki muarızlarını sindirmek için kullandı ve hava değişince de davayı bir kenara attı. Yani Gülen Cemaati ile kavga başlamasa da bu dava muhtemelen derin devlet operasyonlarına uzanmayacaktı. Ki zaten uzanmasının bir başka şartı da 1990’larda Güneydoğu’da işlenen fail-i meçhul cinayetlerin araştırılması idi. Bunun olmayacağı da zaten soruşturmanın ilk aylarında belli olmuştu.
Özetle, Silivri’de 10 yıl içinde değişen manzara Türkiye’deki rejimin değişimi ya da bir çeşit aslına dönmesi gibi de okunabilir. Türkiye’de Kürt sorunu adil biçimde çözülsün, Türkiye – Ermenistan arasında çeşitli vesilelerle diyalog sürsün diye çırpınan bir sivil toplum çalışanı kimseyi ikna etmeyen bir iddianame ile hapiste. Sivil toplum çalışanları büyük bir baskı altında faaliyet gösterebilir haldeler. Kürt siyasetinin seçilmiş temsilcileri de hapiste. Derin devlet ve kontrgerilla ile yüzleşme imkanı ise hakim olan zihniyet açısından kalmamış durumda.