Türkiye Ermenileri 84. Patriği Mesrob Mutafyan, uzun süren çilesini doldurarak aramızdan ayrıldı. Arzu ettiği, düşlediği yerde olmasını canıgönülden diliyorum.
Benim nazarımda din adamları sadece din adamı oldukları için özel veya fazladan bir saygıyı otomatik olarak hak etmezler. Tanışma, konuşma ve istediğimiz kadar uzun olamasa da fikir alışverişi yapma şansına sahip olduğum Mesrob Mutafyan ise, karakteri, bilgi birikimi ve açık görüşlülüğüyle, yani olduğu kişi olduğu için muhatabında her hâlükârda saygı uyandıran biriydi. Patrikhane bünyesinde yapmayı düşündüğü düşünsel/akademik faaliyetler için, gene akademinden bir dostumla, çağrısı üzerine kendisine gitmiş, neler yapabiliriz diye konuşmuştuk. Maalesef, hastalığı birçok şey gibi o işin de gerçekleşmesine elvermedi.
Makamı çeşitli oyunlarla gasbeden 1940’lardaki Aslanyan ve günümüzdeki Ateşyan gibi zaten patrik olmayanları bir kenara koyacak olursak, aslında 20. yüzyılda İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde patrik olmuş her isim, üstlendiği bu zor görev sebebiyle saygıyı hak eder. Hıristiyanlık içinden bir metaforla konuşacak olursak, onların yaptıkları, etrafa toplanan kalabalıkların küfürleri, hakaretleri, darbeleri, çelmeleri altında sırtladıkları ağır çarmıhı tepeye taşımak gibiydi. En zor olanı da, aynı İsa’nın o yürüyüşündeki gibi, hem kendi hem liderliğini yaptığı topluluğun onurunu korumaktı. Bildiğiniz ve inandığınız gerçekleri inkâr etmek zorunda bırakalmadıysanız, bunun niye zor olduğunu anlamanız çok zor. Her patrik gibi Mutafyan’ın da bu baskıyı hissettiğine hiç şüphe yok. Bunun, hastalığı üzerindeki etkisini ancak tahmin edebiliriz. (‘Onur’ kelimesini karakterine değdirmemiş, kendinden istenen inkârı fazla fazla yapmaya, inkâr menüsünden “Ne arzu etmiştiniz?” gayretkeşliğiyle serviste bulunmaya hazır, bunu her gün yapsa yüzü düşmeyecek, bunun sıkıntısından dolayı Mutafyan’ın hastalığına benzer bir hastalığa hiç yakalanmayacak din adamlarımız –ve sivillerimiz– olduğu da bizim bir başka gerçeğimizdir. Geçtiğimiz on yıl bunu bize açık biçimde göstermiştir. Önümüzdeki seçim bunun da seçimi olacak.)
Cumhuriyet dönemi patriklerinin hepsinin zor bir görev üstlenmiş olmaları bir yana, Mutafyan Türkiye Ermeni toplumu için bir şanstı; tamamına eremedi. Söylediği ve yapmaya kalktığı her şey doğru ve yerinde olmayabilir, din adamı olması hasebiyle de belli kalıpları aşamayacaktı belki ama o makama, dolayısıyla Ermeni toplumuna bir canlılık, ölü toprağını silkeleyen bir hareketlilik getirmeye çalışıyordu ve toplum için bir şanstı, çünkü bu hareketliliği getirebilecek karaktere, zekâya ve birikime sahipti. Belki bundan da önemlisi, onunla çalışanlardan edindiğim izlenim odur ki, başkalarını dinlemeye, bilmediklerini onlardan öğrenmeye açık biriydi. (Keşke, o zamanın mesai arkadaşları onun yapmak istediklerini, bakış açısını, karşılaştığı güçlükleri, her fani gibi yaptığı hataları, geldiği hazin noktaya nasıl geldiğini anlatsalar, yazsalar ve bir vesika olarak geleceğe bıraksalar.)
Daha Mesrob Mutafyan’ın seçimi bile, topluma o canlılığı, o yaşam belirtisini getirmişti. (Aslında, 1993’te Aras Yayıncılık’ın, 1996’da Agos’un kurulması, 1998’de Mesrob Mutafyan’ın patrik seçilmesi, canlanma sürecinin parçaları olarak okunabilir. O sürecin, bugün ne aşamada olduğu, ne sonuç doğurduğu ayrı bir tartışma konusu.) Yukarıdan gelen bütün baskılara rağmen Türkiye Ermenilerinin Mutafyan’ı patrik seçmesi, bir irade koyma işiydi. Toplum “Ben daha ölmedim, buradayım” diyebilmişti. Aradan geçen 21 yıldan sonra, Türkiye Ermeni toplumunun hâlâ öyle bir iradeye, hayat belirtisine sahip olup olmadığını da önümüzdeki patrik seçiminde göreceğiz. Bize Patrikhane’de kayyımlık yapacak değil, hem kendi onurunu, iradesini hem de liderlik iddiasında olduğu topluluğun onur ve iradesini koruyacak, bunu yapamazsa da içine dert olacak bir patrik lazım. Böyle bir patriği sonsuza uğurluyoruz. Ruhu şad, anısı daim olsun.