Her Paskalya öncesinde, turizm şirketlerinin yurtdışı gezilerine yenileri eklenir. Pahalı turlara katılabilenler Brezilya ya da Venedik taraflarını seçerler. Daha mütevazı turlar da düzenlenir; örneğin son yıllarda İskeçe’ye gidiliyor.Ermenilerin ‘Pun Paregentan’ adını verdikleri bu geleneğin adı pagan kökenlere dayanırmış ve ‘iyi yaşama günü’ anlamına gelirmiş. Sarkis Seropyan bu bilgiyi verdikten sonra Siirtli Ermenilerin bir âdetini anlatır.
Bu turların tek bir amacı vardır: Karnavala katılmak.
İnsanların kostümler giyip sabahlara kadar eğlendiği bu karnaval, bizim gibi eğlencesini kaybetmiş bir ülkede yaşayanlar için çok keyifli olmalı ki, bu turlar dolup taşıyor.
“Eğlencesini kaybetmiş” derken metafor yapmıyorum. O özendiğimiz eğlencelerin neredeyse aynıları, belki zamanına göre daha güzelleri bu topraklarda da yapılıyordu.
Rumların ‘Apukurya’sı ya da ‘Baklahorani’si ile Ermenilerin ‘Paregentan’ı, Venedik’te ve Brezilya’da kutlanan karnavalla aynı kökenden gelir.
Bu, Paskalya’ya kadar sürecek olan oruç dönemi boyunca dünya nimetlerinden yararlanamayacak olan halkın, oruçtan önceki son gün kendini yemeye, içmeye ve eğlenceye vermesi için yapılan bir kutlamadır. 40 günlük bu büyük oruçta, ‘temiz’ olmayan her türlü yiyecekten yani hayvansal ürünlerden ve eğlenceden uzak durulur. Bu dönemde düğün bile yapılmaz. Şimdi yanında içkisiz düşünemediğimiz pek çok lezzetli mezenin de doğuşuna vesile olduğundan, bence en kutsal zamanlardan biridir bu oruç zamanı. Topik, pilaki, zeytinyağlı dolma hep bu günlerin mirasıdır.
Ermenilerin ‘Pun Paregentan’ adını verdikleri bu geleneğin adı pagan kökenlere dayanırmış ve ‘iyi yaşama günü’ anlamına gelirmiş. Sarkis Seropyan bu bilgiyi verdikten sonra Siirtli Ermenilerin bir âdetini anlatır: “Siirtli Ermeniler, Vartanyanlar Günü perşembesi kutlamaya başladıkları Paregentan’ı ‘Xams Zakari’ (Sarhoşların Pazarı) adıyla bilir ve o gün dinî törenin ardından, papazıyla, halkıyla, ellerinde şarap maşrapalarıyla kiliseye girip mihraptan kilisenin kapısına kadar iki sıra halinde yere otururlarmış. Önce papaz halkın sağlığı için temennide bulunur, sonra herkes maşrapaları kafalarına diker, Papaz Efendi cemaatin sağlığına ‘Keçe bışeyima, keseyiva’ dermiş. Ardından insanlar evlerine döner, geceyarısına kadar sürdürürmüş içki ziyafetini.”
1941’e kadar, İstanbul şehrinin en önemli eğlencelerinden biriymiş bu günlerde yapılan panayır. Maskeler takılıp çeşitli kılıklara girildiğinden, abartılı giyinen ve makyaj yapanlar için kullanılan, ‘apukurya maskarasına benzemek’ diye bir deyim bile oluşmuş İstanbulluların dilinde.
Osman Cemal Kaygılı ‘Köşe Bucak İstanbul’ kitabında Tatavla Karnavalı’nı yani Apukurya’yı şöyle anlatır:
“Bulgar çarşısının biraz ilerisinde de biraz solunda ki, köşeden tutun, ta Kurtuluş’a kadar uzanan geniş cadde durmadan fıkır fıkır kaynıyordu. Maskara kafilelerinin, türlü şamatalar ve türlü hayhuy ile bu caddeden Kurtuluşa doğru akışları ve görmeye gelen seyirciler… Havanın çok soğuk olmasına rağmen bu sene (1931) Kurtuluşta ki Apukurya eğlenceleri gecen senelere taş çıkardı… Tir tir titreyenler yalnız ayakta gezen bir takım parasız seyircilerdi. Maskaralarla gazinolarda oturanlara ise bu çok şiddetli soğuk ve acı rüzgâr vız geliyordu. Başta Herant’ın gazinosu olmak üzere orada ki bütün kır gazinolarının hem içleri hem dışları adam almıyordu.
Gazinoların sağ tarafında ki meydanlığa ip cambazları gelmişlerdi. Herant’ın gazinosunun içinden birtakım incesaz, iki zurna çifte nara, dışında da İstanbul’un en meşhur Arnavut orkestrası terennüm ediyordu. Tramvay yolunun solunda ki küçük gazinonun da içi kıyamet gibi. Burada sırf kadın maskaralar, mandolin ve armonika kâh dans ediyor kâh hora tepiyor, kâh çiftetelli oynuyorlardı. Diğer gazino ve bahçelere gelince Sulukulede’de Ayvansaray’da udi, kemancı, kanuncu, zurnacı, klarnetçi, naracı kalmamış hepsi buralara dökülmüştü...”
Bugün hâlâ yapılıyor olsa şehrin simgelerinden biri olacak, yüzyıllar boyu devam etmiş bir gelenek olan Apukurya’yı artık kutlamıyor, hatta hatırlamıyoruz bile. Tatavla yavaş yavaş Kurtuluş olurken, Apukuryadan’da ‘kurtulunmuş’, anlaşılan. Üstelik, bu eğlencenin giderek yok olmasının nedeni halk tarafından unutulması değil. 1941'e kadar halkın gelenek ve kültürünün bir parçası olarak her yıl düzenlenen panayır, o yıl çıkarılan bir kanunla “açık hava eğlencelerinin kamu güvenliğini tehdit ettiği” gerekçesiyle tamamen yasaklanmış ve bu eğlence mazide kalmış.
Yasağın bir sene sonrasında Tatavla’daki durumu 17 Şubat 1942 tarihli Apoyevmatini gazetesi şöyle anlatıyor.
“Dün akşamüstü Ayios Dimitrios Kilisesi’nin sağında ki geniş meydan hemen hemen boştu. Tramvaylar çok az yolcu işe Kurtuluş Meydanına geliyordu. Hiç kimse maske takmamıştı. Ve gazinoların müşterileri sayılıydı. Yaşanan tek canlılık Akarca yokuşu, Köyiçi ve Ayaios Athanasios Kilesinin civarında ki evlere yapılan ahbap ve akraba ziyaretleri idİ. Kısacası dün karnaval yoktu. Karnaval artık anılarımızda kaldı.” (Orhan Türker, ‘Tatavla’, Sel Yay., 1998)
Keyifle yemek yememizle, eğlenmemizle çok bağdaşık olan bu kutlamaların tarihi hemen hemen bu günler. Dinî inançlardan ötürü olmasa da, şehrimizin yok olan kültürüne saygı için hatırlamakta fayda var dedim. Ne de olsa bu kutlamalarda hem gırtlakla alakalı, hem de kökenleri ta Dionisos kutlamalarına dayanıyor.
Hazır bahane varken bu Pazar gününü sarhoşlar pazarı yapmak dileğiyle...