LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

Obur

Ankara Viskisi

Benim gençliğimde, ergenliği yeni atlatmış ya da atlatmakla meşgul yeni gençler –ki bir kısmı hâlâ atlamadı ergenliği– olarak, Amerikan viskilerini epey severdik. 

Kasasını açamayınca silahına davranan, seken kurşunla yaralanıp tedavi ettirmediği için öldüğü anlatılan bir Amerikalı abinin adını ve soyadını taşıyan viski, maço özentiliğimizi bolca beslediğinden herhalde, en sevdiğimizdi.

Zaten bol fıçı görmüş, tatlımsı olan o viskiyi bolca içerken, raflarda duran Ankara Viskisi’yle alay ederdik. Evdeki bütün alkollü içkilerin bir numaralı ve gizli tüketicisi olarak çok eski bir şişesinin olduğunu hayal meyal hatırladığım Ankara Viskisi’ne ben bile tenezzül etmemiştim yıllarca. Babamın bütün içkilerinden defalarca çalmama rağmen onun tadına bakmamıştım.

Viski dendiğinde İskoç viskileri akla gelse de, Amerikan viskisi tabii ki olabilirdi. Bütün çocukluğu pazar sabahları saat 10’da başlayan kovboy filmleriyle geçen bizler için viski, Amerikan hayat tarzının ayrılmaz bir parçasıydı. Ankara Viskisi ise, üzerindeki Hitit Güneşi arması ve ne anlama geldiğini bilmediğimiz ‘malt’ yazısı ile, bizi pek tatmin etmemişti.

Memleketin ilk içki kitaplarından ‘A’dan Z’ye Viski’nin ortak yazarlarından Mehmet Yalçın’ın anlattığı bir hikâye, Ankara Malt Viskisi’yle ilgili önyargıların pek de yersiz olmadığının kanıtı sayılabilir.

Atatürk Orman Çiftliği’ndeki üretim tesissilerinde ilk üretimler yapıldıktan sonra viskinin rüşdünü ispat etmesi için yabancı bir viski uzmanı getirtip ve üretimleri tattırmışlar. Uzman önce içtiklerini çok beğendiğini belirtmiş ve sonra sormuş, “Çok güzeller ama nedir bu?”

Ankara Viskisi’ni viskiye benzetemeyen uzmanla daha sonraları çalışıldı mı bilmiyorum. Ama ilk dinleyişte komik gelen, acı bir hikâye bu.

Yıllarca Ankara Viskisi’yle dalga geçtikten sonra şimdi kendimi Japon, Tay, hatta Hint viskisi kovalarken görüyorum ve inanın üzülüyorum, keşke Ankara Viskisi’nde daha ısrarlı olunsaymış diyorum.

Ankara Viskisi’nin hikâyesini Tekel’de uzun yıllar çalışmış, işçilikten başlayıp birçok fabrikanın müdürlüğünü yapmış Kerim Yanık’ın ‘Tekel’in Nesi Kaldı? Damaklarda Tadı Kaldı’ başlığıyla çıkan kitabından öğreniyoruz.

Ankara Bira Fabrikasın’da 1957 yılında Prof. Dr. Turgut Yazıcıoğlu tarafından başlatılan viski üretimi projesi 1964’te Antepli ustalara yaptırılan bakır imbikleriyle hayata geçiyor.

Üretime geçildikten 2000’li yıllara kadar hemen hiçbir yatırım yapılmayan fabrikada önemli değişikliklere 2002 yılında karar verilmiş.

Alınan kararlar gerçekten dudak uçuklatıcı. Yıllık viski üretimi 500 bin litreye çıkarılmış. 1000 adet (evet, yazıyla bin adet!) 500 litrelik Fransız fıçı getirilmiş. Sonra ne olmuş derseniz, işte orası hikâyenin acı kısmı...

2004 yılında Tekel özelleştirildiğinde, kârlı olmayan viski üretim işinden hızlıca vazgeçilmiş. Fıçılar Fransa’daki bir içki üreticisine, imbikler ve diğer ekipmanlar ise Amerika’daki bir viski üreticisine satılmış.

Kim bilir, belki o fıçılar, o imbikler burada kalsaydı, şimdi Anadolu’da üretilmiş iyi bir viskiyi tadıyor olabilirdik.

Diyeceksiniz ki, özelleştirmeden ve devlet tekelinin kalkmasından sonra neden birileri çıkıp viski üretmeye kalkışmadı? Sorunun cevabı, devlet aklının yapılmasını istememesinde. Alkollü içkiler yasası düzenlenirken viski, rakı, votka gibi damıtık içkileri üretmek isteyenlere en az bir milyon litre kapasiteli bir tesis kurma şartı kondu. Bu şartın Türkçesi, “Kimse damıtma işine girmesin”di. Öyle de oldu. Birkaç rakı üreticisi dışında kimse bu işlere girmeye cesaret edemedi.

Ama boşverin bunları. Geçmişe mazi derler... Şimdi ne güzel tanzim satış araçlarımız, çok güzel kuyruklarımız var. Devletimiz bizi her daim düşünür.