Toplumsal meselelerimizin diyalog zemininde, kültür sanat çalışmaları yoluyla, biraraya gelerek konuşarak çözülmesi için yıllardır büyük gayret gösteren sivil toplum kurumu çalışanı (böyle denmesini tercih eder) ve işadamı Osman Kavala bu yazının yazıldığı gün itibariyle tam 337 gündür tutuklu bulunmakta. Hapiste yani. Ne bir iddianame var hakkında, ne de bir suçlama. Bir yıldır mahkemeye bile çıkmadı Osman Kavala. Ne ile suçlandığını bilmiyoruz, bilmiyor. Karalamayı görev bilmiş iktidar yanlısı gazetelerin yazdıkları dışında. Ki onlar da ciddiye alınacak argümanlar değil. Karalamadan ibaret. İktidar çevrelerinde birileri Kavala’nın hapse girmesini istedi ve Kavala hapse atıldı. Ne yazık ki durum bundan ibaret. Türkiye’nin hukuk sistemi bundan ibaret.
2 Ekim Osman Kavala’nın doğum günüydü. Dostları biraraya gelip bir fotoğraf çektirdiler. O fotoğraf “sanal alemde” kalmasın diye buraya ekliyorum, Kavala’ya “nice yıllara” diyerek ve bu hukuksuzluğun artık son bulması temennimi ileterek.
Geride bıraktığımız hafta yine hukuk devleti ile zerre bağdaşmayacak gelişmelerle geldi geçti. Gazeteci Can Dündar’a silahlı bir saldırı düzenlenmişti 2016 yılında Çağlayan Adliyesi önünde, hatırlanacaktır. O davaya ilişkin karar verildi bu hafta.
Ajanslara yansıyan haberlere göre silahlı saldırıda bulunan sanığa "silahla yaralama" suçundan, alt hadden uzaklaşarak 270 gün adli para cezası veren mahkeme, duruşmalardaki iyi halini gözeterek sanığın cezasını 225 gün adli para cezasına indirdi. Sanık, olay sırasında (orada bulunan muhabir) Yağız Şenkal'ı yaraladığı, Can Dündar'a saldırının ise ''teşebbüs'' aşamasında kaldığı gerekçesiyle 4 bin 500 lira adli para cezasına çarptırıldı. Mahkeme, bu cezanın 20 taksit halinde ödenmesini kararlaştırdı. Sanık Murat Şahin’i "ruhsatsız silah taşımak" suçundan da 10 ay hapisle cezalandıran ve bu hükmün açıklanmasını geri bırakmayan mahkeme, "silahla tehdit" suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı aldı.
Can Dündar karar sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Adliye önündeki silahlı saldırı davası sonuçlandı. Türkiye’de bir gazeteciye silah sıkmanın cezası nedir? Beraat. Ya saldırgan, yanlışlıkla diğerini yaraladıysa? 4500 TL. Tek ceza alan, kocasını kurtaran kadın. Ölmemiz mi gerekiyordu?”
Gerçekten de mahkemenin böylesi bir saldırıdan sonra “Suç unsurları oluşmadığı” gerekçesiyle silahlı tehditten beraat vermesi, iktidarın sevmediği gazetecilere yönelik silahlı saldırıların önünü açacak bir gelişme değil midir? Nezaket icabı soru kipinde yazıyoruz elbette, soru herhalde yanıtı da içinde barındırıyor.
Yine bu haftanın bir diğer gelişmesi: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, 2 yılı aşkın süredir tutuklu olan gazeteciler Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak ve tahliye edilen Mehmet Altan dahil 6 sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına yapılan itirazı reddetti. Böylece tek düzeltme yolu olarak Yargıtay kaldı.
Açıkçası yine “iktidarın sevmediği gazeteci” türünden bir yargılama ile karşı karşıyayız. Bu isimler hakkında düzenlenen iddianameyi görmüştük. “Köşe yazısı yoluyla darbe için algı oluşturmak”türünden bir suçlama ile yargılanıyorlar. Ancak yazılarda suç unsuru olup olmadığı bile hayli şüpheli. Hele ağırlaştırılmış müebbet hapis, belli ki başka bir “cezalandırma” arzusunun sonucu. Bu gazeteciler herkesin bildiği üzere bir vakitler Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerde bulunmuş olmak nedeniyle gadre uğramış vaziyetteler. Ve o zamanki görüşleri nedeniyle artık -bir kısım- sol demokrat kamuoyundan da destek alamıyorlar ve işin doğrusu iktidar bu kararlar yoluyla öyle bir atmosfer oluşturdu ki liberal ya da iktidar ile mesafesini koruyan dindar cephe de bu dosya üzerinde görüş bildirmekten çekinir halde.
“Hukuk devleti” bahsinde hiç de iyi bir yerde olmadığımızı, hatta bu kavramla ülkenin artık hiçbir ilgisinin kalmadığını zaten yineleyip durmaktayız. Tekrarlamak belki artık anlamlı olmayabilir. Ama bunlar da bu haftanın kayda geçen vakaları olsun.