BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Bodrum’da niye gürültü (ve deprem) oluyor?

19.00 gibi denizden dönüp eve girmek üzereyiz, iki yıldır Bodrum’a musallat olan ve adına “korsan teknesi” denilen ucubelerden inanılmaz yükseklikte ve adilikte bir “müzik”. Bunu talep eden kalitede müşteri çekmek için çalıyorlar desen değil, çünkü günlük tur bitmiş. Orada çalışanlar kafa bulmak için çalıyor ve bizim kafamızı…

153’ü arıyorum: “Bodrum Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’ne hoş geldiniz. For English please press 9. (…) Şikayet ve talepleriniz için lütfen ayrılmayınız.”

“İyi günler. Adım şu, adresim şu. Korsan teknesi denilen yerlerden insanın kulaklarını yırtan bir yayın buraya kadar geliyor. Evde oturmak mümkün değil. Lütfen müdahale edip susturur musunuz?”

“Şu anda denizde misiniz karada mı?”

“Evimdeyim, niye sordunuz?”

“Çünkü biz denizden gelen gürültüye karışamıyoruz, bunun için başka numarayı aramanız lazım. Yazıyor musunuz?”

“Dur kardeşim, mayoylayım, kalem buluyorum. (…) Bu nasıl şey anlamadım ama yazıyorum, söyleyin”

“0530-232 13 81. Denizde yapılan gürültüye orası karışıyor”

Teşekkür ve kapıyorum. Çeviriyorum

***

“Alo, buyurun!”

“İyi günler. Adım şu, adresim şu. Şimdi 153’ü aradım. Onlar karadaki gürültüye karışıyorlarmış, denizden gelen gürültüye siz karışıyormuşsunuz. Korsan teknesi denilen kıyıya yanaşmış şey kara mıdır deniz midir bilemem ama tahammül ötesi bir ses yayıyorlar. Lütfen çaresine bakar mısınız?”

“Yanlış aradınız beyefendi. Bu işler için 112’yi arayacaksınız. Bu işlere orası bakıyor”. Kapayıp 112’yi arıyorum

***

“112 Muğla Acil Çağrı Merkezi. Görüşmeleriniz kaydedilecektir (…)”

Çıkan yetkiliye anlatıyorum: “Kardeşim, iyi günler. Adım şu, adresim şu. Kıyıya yanaşmış korsan teknelerinden gelen çıldırtıcı ses yüzünden evde oturamıyoruz. Şikayet için önce 153’ü aradım. Orası 0530’lu bir numaraya transfer etti. Orası 112’yi arayın dedi. Şimdi sizi arıyorum.

“Size yanlış malumat vermişler. Denizdeki gürültüye Sahil Güvenlik karışıyor. 158 oluyor. Bağlıyorum”. Bağlıyor.

***

“Sahil Güvenlik, buyurun!” Benim sabırlar son kırıntılarında:

“Beyefendi, adım şu, adresim şu. Bodrum’da korsan teknesi denilen yerlerde çalınan gürültü yüzünden balkonda oturamıyoruz. Şikayet için önce 153’ü aradım. Orası biz buna karışmıyoruz deyip 0530’lu bir numaraya pasladı. Orayı aradım, biz buraya karışmıyoruz deyip 112’yi arayın dedi. 112’yi aradım, size bağladı. Siz de başka bir yeri aramam gerektiğini söyleyecek misiniz?”

Bu seferki muhatabım diğerlerinden daha yardımcı: “Epey gerginsiniz. Ben şimdi hepsine ihbarınızı bildiriyorum”.

“Sağ olun. Ama temel kabahat galiba bende. Bu ülkede, bu devlette doğmak yüzünden”.

Muhatabım medeni. Duymamış gibi yapıyor.  

(Not: Bu küçük macera dizisinde en fantastik olan 2 şeyi hangisi söyledi sinirden karıştırıyorum ve haksızlık olmasın diye şu şu söyledi diye yazamıyorum, ama yemin ederim birisinden birisi söyledi: 1) “Bu gürültü kaç desibel? 2) “Bahsettiğiniz canlı müzikse biz bakmıyoruz şurası bakıyor”).

***

Efendim, şimdi diyeceksiniz ki deprem orayı beşik gibi sallıyor, sen korsan bilmemnesinden şikayet ediyorsun. Haklısınız. Belki de bu gürültünün bu kadar sinirime dokunması deprem yüzündendir.

Şimdi bir adım öteye düşünüyorum da, belki de deprem ile gürültü aynı yerden kaynaklanmakta. Zaten bazıları Twitter’da “Zina ve günahlar Bodrum’da olduğu için deprem de Bodrum’da” yazarak zihnimi açmışlardı, bütün bunlar imansızlıktan kaynaklanıyor olabilir.

Bu çizgiyi izleyerek şimdi biraz anlamaya başlıyorum AKP’nin niye dindar nesil yetiştirmeye bu kadar önem verdiğini: Gürültü gibi bir sivilceyle uğraşacağına, hastalığı kökünden çözmeye girişiyor. Yukarıda anlattığım telefon macerası yeterli devlet düzeninin olmamasından değil, yeterli imanın olmamasından. Son iki aydır müthiş hızlanan tedbirlerin amacı da buna çare bulmak. Dindar nesil yetiştirip Yeni Türkiye’yi kurmak. Bi göz atarsak:

***

Müfredattan Atatürk ve evrim gitti, yerine cihat yani “Din uğruna yapılan savaş” geldi. Cihat fikrini yerleştirmek açısından hizmet verenlerden Milletvekili Yeliz Adaley cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydasız olduğunu hatırlatmakta.

Müfredat önemli, ama yetişecek dindar neslin bunu nasıl hatmedeceği, hatmederken kimin tarafından nerede yatırılıp kaldırılacağı da çok önemli. Bu konuda da birbiri ardına tedbirler alındı:

MEB Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği, eğitim kurumlarına abdesthane ile kadın ve erkek için ayrı ayrı mescit zorunluluğu getirdi. Aynı gün, İmam-hatip açmak için 50.000 olan nüfus koşulu 5.000’e düşürüldü.   

Kur’an kurslarına ve dinî yurtlara hazine arazisini 49 yıllığına bedava veren yasa yayınlandı. MEB’yle en az 10 yıllık bir protokol yapan Ensar Vakfı, bütün yurt sathına yayılmış yaklaşık 1.000 adet Halk Eğitim Merkezi’ni kendi müfredatını uygulayarak kullanacak. Gençlik ve Spor Bakanlığı, Mersin’deki yaz kampını AKP Gençlik Kollarına tahsis etti, onlar da 18 yaşından küçük erkek çocuklara Temmuz’da “Diriliş Muştusu” adı altında siyasi ve dinî eğitim verdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, mağdur ve istismara uğramış çocukların sorumluluğunu bir protokolle Nakşibendi tarikatının Ankara kolu olarak bilinen Muradiye Kültür Vakfı’na devretti. MEB, 129 yıllık İzmir Atatürk Lisesini bu yaz Bilal’in vakfı TÜGVA’ya tahsis etti.

***

Bütün bu dinî tedbirler mevcut öğrencilerimiz için. Doğacak olanlar da doğmadan düşünülüyor ki artık müftülere resmî nikah yetkisi veriliyor. Onlar cami imamlarına, imamlar da vaizlere yetki verecek, hizmet köylere kadar gidecek.  

Yan destekler? Başını örtüp sigara savuran kadınların etrafa ne vereceği mesajını da vermekte olduğu konusunda en büyük din bilginlerimiz herkesi uyarıyor. Narkoz verirken Allahüekber diye tekbir getiren, hasta garipseyince “Beğenmiyorsan özele git” diyen diş hekimlerimiz var. 10’dan fazla kaçak imam-hatip yaptırdığını açıklayan bakanlarımız var.

***

Üstelik, böyle önemli bir devrim yaşamakta olduğumuz halde özgürlüklere dokunulmuyor. Ne tvit attı diye tutuklanan var, ne de şort giydi diye.

Bi dahaki seneye Bodrum’daki gürültü (ve deprem) işinin kökünden halledileceğini umuyorum inşallah.

(Güncel not: Cumhuriyet’in N. Mert kararı benim de hiç hoşuma gitmedi. Kendi ayağına sıkmaktır bu. A. Atalay’ın C. Dündar’ı getirmesi tam da böyle şeyler olmasın diyeydi. Yalnız, N. Mert de, bunca rezil bir baskı altındaki gazetenin okur desteğine nasıl bi ihtiyacı olduğunu düşünmeli ve azıcık dikkatli olmalıydı; acayip zamanlardayız. Yüz yaşında ölen okuma-yazma bilmez ninem şöyle derdi: “Her günü bir bilme evladım”).