Özgür Gündem’in Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni kampanyasına katılan Murat Çelikkan ve Beyza Üstün’ün yargılandığı davada karar duruşması görüldü. Üstün 15 ay hapis cezası aldı, ceza ertelendi. Çelikkan’ın 18 aylık cezası ise ertelenmedi.
Kapatılan Özgür Gündem’in Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenlerinden insan hakları savucusu gazeteci Murat Çelikkan ile profesör Beyza Üstün’ün “terör örgütü propagandası” iddiasıyla ayrı ayrı yargılandığı davaların karar duruşması görüldü.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada mahkeme Çelikkan’ı “terör propagandasına” ilişkin Terörle Mücadele Kanunu 7/2 maddesince 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı.
Mahkeme Başkanı Bülent Dalkıran, Pınar Gezen Atanian ve Kadri Arslan’dan oluşan mahkeme heyeti, “Sanığın duruşmadaki davranışları ile yeteri kadar pişmanlık göstermemiş olması nedeniyle” diyerek cezada indirime gitmedi.
Cezanın ertelenmesi yönünde bir karar da vermedi.
Aynı mahkeme, Üstün’ü ise 15 ay hapis cezasına çarptırdı, ceza ertelendi.
Murat Çelikkan'ın savunması
Murat Çelikkan’ın duruşmadaki savunmasını bianet yayımladı. Savunma şöyle:
"Üç 'suç unsuru' haberin de haber olduğu ve bunların yayımlanmasında toplum yararı gözetildiği açıktır. Esas olan bu haberlerin doğru olup olmadığıdır. Doğru olmaması halinde bile, ceza kesecek olan savcılık makamı değildir."
Savcılık iddianamesinde bir gün süreyle yayın yönetmenliğini yaptığım Özgür Gündem Gazetesi’nde yayımlanan üç haber nedeniyle ‘’terör örgütü propagandası yapmak’’, ‘’suç işlemeye teşvik etmek’’, ‘’işlenmiş olan suçu veya suçluyu övmek’’ ve bu yolla ‘’kamu düzenine açık ve yakın tehlike oluşturmak’’ ile suçlanıyorum.
Bir gazetenin haber yapan muhabirleri ve yasa karşısında sorumlu tutulan sorumlu müdürleri varken bir günlük yayın yönetmeni olarak sorumlu tutulmanın meşru olmadığı açık.
Üstelik ifade ve basın özgürlüğü için dayanışma amacıyla yapıldığı açık olan bir günlük Nöbetçi Yayın Yönetmeni uygulamasının savcılık makamı tarafından suç olarak görülmesinin mantığını da anlamak mümkün değil.
Kaldı ki ceza istenen Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi için gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse uluslararası ve ulusal hukuk kurumları ‘’kamu yararına yayın yapan ve tek amacı halka doğru haber vermek olan basın çalışanlarını cezalandırmak amacıyla’’ kullanıldığı ve demokrasi ve ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığı için iptal edilmesi gerektiğini belirtti.
Ayrıca bu madde suçun işlenmesine iştirak etmemiş olanları cezalandırdığı için cezanın şahsiliği ilkesi ile de bağdaşmıyor.
Son bir genel hatırlatma olarak 1959 ile 2015 yılları arasında bulunan ihlallere ilişkin AİHM’in yayımladığı istatistiklere göre, mahkeme tarafından verilen toplam 619 adet 10. madde ihlali kararının 258’inin Türkiye hakkında olduğunu belirteyim. Bu, Türkiye’yi diğer bütün üye devletlerden açık ara öne çıkarmaktadır (Bir sonraki en yüksek ihlal sayısı olan üye devlet için bu rakam 34’tür).
Hakkımda istenen ceza ‘’Bahar Gülüşlü Cesur Çocuk’’, ‘’Heron Düşürüldü Kobra Darbelendi’’ ve ‘’Savaş Uçakları Kenti Vuruyor’’ başlıklı üç haber nedeniyle.
Bir yayın yönetmeninin işi gazetede çıkan her haberden haberdar olmak değildir. Ama sorumluluğu başkalarına atmayacağım. Bu üç ‘’suç unsuru’’ haberin de haber olduğu ve bunların yayımlanmasında toplum yararı gözetildiği açıktır. Esas olan bu haberlerin doğru olup olmadığıdır. Doğru olmaması halinde bile, ceza kesecek olan savcılık makamı değildir. Doğruları dile getirmenin ve aramanın, halkı haberdar etmenin, gerçeğin farklı veçhelerini göstermeye çalışmanın adı da propaganda değildir. Kaldı ki propaganda sadece kötü gazeteciliktir.
Kürt olduğu için gördüğü baskı ve saldırıları komutanlarının engellememesi yüzünden firar eden, ailesinin kayıp başvurusu yaptığı bir kişinin PKK saflarında savaşırken öldürüldüğünü betimleyen ‘’Bahar Gülüşlü Cesur Çocuk’’ yazısı, hem açıkça bir haberdir hem de Sofokles’ten bu yana dile getirilerek vazgeçilmez bir gelenek haline gelen kim olursa olsun ölenlerin gömülme ve onlar için yas tutulması hakkının kapsamına girmektedir.
‘’Savaş uçakları kenti vuruyor’’ haberine gelince. Söz konusu kent Mardin ve söz konusu edilen yer Nusaybin’dir. Mardin iline bağlı 113 bin 594 nüfuslu Nusaybin ilçesinde (kent merkezi nüfusu 87 bin 948 ve kır nüfusu 25 bin 646) Ekim 2015- Mart 2016 tarihleri arasında 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, 14 Mart 2016 tarihinde ise 8. sokağa çıkma yasağı başlamıştır. 14 Mart’ta ilan edilen bu son yasak 134 gün sonra, 26 Temmuz 2016 tarihinde, 9 mahallede (Gırnavas, İpekyolu, Barış, Devrim, 8 Mart, Selahattin Eyyubi, Yeni Turan, Yeşilkent ve Mor Yakup) saat 05.00-23.00 arası kısmen kaldırılmış, geri kalan 6 mahallede (Fırat, Dicle, Yenişehir, Zeynel Abidin, Abdulkadir Paşa, Kışla) ise tam zamanlı olarak uygulanmaya devam etmiştir. Yasaktan önce 113 bin nüfusa sahip olan Nusaybin’de ulusal ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, ablukanın başlamasıyla birlikte tel örgülerle çevrili 6 mahallede yaşayan 42 bin vatandaşın tümü ve merkezde geri kalan 9 mahallede yaşayan 46 bin 21 kişiden yaklaşık 25 bini göç etmek zorunda kalmıştır. Geri kalanlar, çatışma yoğunluğunun daha az olduğu 9 mahallede abluka altında yaşamaya devam etmiştir. Nusaybin ilçesinde ilk olarak 1 Ekim 2015’te uygulanan sokağa çıkma yasaklarında şimdiye kadar 2’si çocuk, 7’si kadın olmak üzere 25 sivil hayatını kaybetmiştir. (Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği Nusaybin Belediyesi; Göç Edenlerle Sosyal Yardımlaşma Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı- İnsan Hakları Derneği)
Aşağıda abluka süreci ve sonrasında özellikle bu haberlerin çıktığı sıradaki Nusaybin Fotoğraflarını bulacaksınız.
Bu denli büyük bir insani ve maddi yıkıma yol açan bir devlet operasyonunda gerekçesi ne olursa olsun, orantısızlık ve ölçüsüz güç kullanımı olduğu açıktır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili yayımladığı memorandumda ‘’sınırsız süreli gece gündüz sokağa çıkma yasaklarının, tek başlarına, doğrudan doğruya çok sayıda insan hakkı ihlaline yol açtığı; bunların operasyonların gerçekleştirilmesinden veya Komiser’in haklarında çok sayıda, güvenilir ve tutarlı iddiaya muhatap olduğu güvenlik güçlerinin tutumlarından kaynaklanan insan hakkı ihlallerinden ayırt edilmesi gerektiği görüşünde’’ olduğunu belirtmiştir. Ayrıca memorandumda ‘’bu ikinci kategori ile ilgili olarak, etkili soruşturma yürütülmemesi daha başka insan hakkı ihlallerine yol açacaktır,’’ denmektedir.
Komiser ayrıca, “bir kimsenin polis veya bu gibi görevliler tarafından ciddi anlamda kötü muamele gördüğü yönünde savunulabilir bir iddiası” olduğu halde bir devletin etkili bir resmi soruşturma yapmamasının AİHS’in ihlalini teşkil ettiği doğrultusundaki AİHM’in yerleşik içtihadını hatırlatır,’’ demektedir.
Komiserin bu hatırlatması ifade ve basın özgürlüğünü, barışı, insan haklarını savunan gazeteciler, yazarlar ve akademisyenler hakkında dava üstüne dava açılmasına karşın, Türkiye’de savcılıkların yaşam hakkı ihlali ve insanlığa karşı suç kategorisindeki suçlar için devlet görevlileri hakkında soruşturma ve yargılama yapma isteksizliğine dikkat çekmektedir.
Yukarıdaki gerekçelendirme iddianameye söz konusu edilen üçüncü haber "Savaş Uçakları Kenti Vuruyor’’ haberi için de geçerlidir. İddia edilen haber ve yer verilen görüntü doğruysa Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırılık söz konusudur. Eğer haber doğru değilse, haberlerin tekzip mekanizmaları yasalarda açıkça gösterilmiştir. Bu habere bir tekzip de gelmemiştir.
Dünyadaki ve ülkemizdeki örneklerden biliyoruz ki savaşlar aslında sadece silahlarla değil en çok da bilgi ve düşün dünyasıyla, özellikle medya aracılığıyla yürütülüyor ve savaş ve çatışma koşullarının ilk kurbanı da gerçekler oluyor.
Kamuoyunun gerçeği bilme hakkı açısından farklı kaynaklardan ve değişik perspektiflerden haber yapılmasının önemi ortadadır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin 15 Şubat 2017 tarihli Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne ilişkin Memorandum’unda bu meseleye şöyle dikkat çekilmektedir:
‘’Komiser, medya çoğulculuğu ve medyada içerik çeşitliliğinin, demokratik bir toplumun işleyişi için esas teşkil ettiğini; bunların AİHS 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve bilgi verme-alma temel hakkının uzantıları olduğunu hatırlatır. Devletlerin, eleştirel olanlar da dahil olmak üzere çeşitli seslerin duyulabilmesini sağlamayı gerektiren, medya sektöründe çoğulculuğu temin etmek yönünde pozitif yükümlülüğü vardır.’’
Özgür Gündem gazetesi 90’lı yıllarda on binlerce insanın hayatına mal olan çatışmalar sırasında yaptığı habercilikle de halkın haber alma ve gerçekleri bilme hakkı açısından önemini göstermiştir.
Bir kaç örnek vermek gerekirse:
1. Batman Patlaması
Mayıs 1993’te Hürriyet İlkokulu’nun karşısındaki minibüs durağına konulan bir bombanın patlaması sonucu 8 kişi öldü.
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve dönemin Batman Valisi, bombanın PKK tarafından konulduğunu duyurdu. Valiliklerden yapılan açıklamada saldırının düzenlendiği minibüs durağının korucu köylerine gitmek için kullanıldığını, bu yüzden PKK hedefi olduğu belirtildi. PKK o dönem bombalı eylemi üstlenmemiş, bunun devlet tarafından planlandığını iddia etmişti. Özgür Gündem Gazetesi bu iddialara yer vermiştir. Bu olaydan yaklaşık 20 yıl sonra dönemin Batman Valisi Salih Şarman, eylemi MİT mensuplarının gerçekleştirdiğini ancak kendisinin bunu sonradan öğrendiği ve müdahale edemediğini söyledi.
2. Çalpınar Katliamı
Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Çalpınar köyünde 20 Nisan 1992 yılında meydana gelen katliamda 8 kişi öldü, 9 kişi yaralandı.
Katliam, köyden Nusaybin’e giden bir minibüsün kimliği belirsiz kişilerce durdurulması ve yolcuların aşağı indirilerek kurşuna dizilmesiyle gerçekleşti. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği katliamı PKK’nin gerçekleştirdiğini duyurdu. Ancak yaralılar ve diğer görgü tanıklarının iddiası katliamı gerçekleştirenlerin korucular olduğu yönündeydi. Gündem Gazetesi bu iddialara yer vermiştir.
Çalpınar Katliamı Midyat savcılığının açtığı soruşturma sonucu davaya dönüşmüş ve nihayetinde 2008 yılında katliam sanığı korucular hakkında ağır cezalar verilmiştir.
3. Güçlükonak Katliamı
Güçlükonak Katliamı, 15 Ocak 1996 tarihinde Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde 11 köylünün bir minibüs içerisinde kurşunlanıp, yakılmasıyla sonuçlanmış katliamdır.
Genelkurmay Başkanlığı katliamın PKK tarafından gerçekleştirdiğini duyurmuş, ancak bazı sivil toplum kuruluşu yetkilileri, aydın ve sanatçılar bölgede yaptıkları incelemeler sonucu olayın devlet güçlerince gerçekleştirildiğini iddia etmiştir. Katliam kurbanlarının yakınları, olayı yargıya taşıdı. Fakat açılan davaların hiçbirinden sonuç alınamadı. Gündem Gazetesi bu iddialara da yer verdi.
Eski Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tozlu, Şemdinli olayından da sorumlu tutulan Korgeneral Selahattin Uğurlu'nun emriyle, Muhabere Arama Kurtarma (MAK) Timleri'nin gözetiminde, 11 köylünün katledildiğini, daha sonra PKK’ye mal edildiğini 2010 yılında açıkladı. Benzer açıklama devlet bakanı Adnan Ekmen de gelmişti. Ekmen, olayın PKK değil JİTEM tarafından yapıldığını söyledi.
Bu vakaları çoğaltmak mümkün. Bu vakaların hepsinde gazeteler yukarıdaki iddialar doğrultusunda haber yaparken Gündem Gazetesi farklı iddialarda bulunmuş ve bu iddiaların doğru olduğu bugün kanıtlanmıştır.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun olmazsa olmaz yapı taşlarından birini oluşturur.
Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre ifade özgürlüğü rahatsız eden, şok eden, üzen muhalif haber ve yorumları da kapsamaktadır.
Tek sesli bir toplum demokratik bir toplum değildir. Gerçeğin iktidarların farklı versiyonları ve bileşenleri tarafından hegemonik olarak dayatıldığı toplumlar demokratik toplumlar değildir. Tarih, iktidarlar tarafından dayatılan tek boyutlu, tek sesli, tek odaklı toplum mühendisliklerin insanlık için ne denli büyük yıkımlara yol açtığının örnekleriyle doludur. Çağımızda gerçeği ortaya çıkarmak için verilen mücadele toplumların çatışmalarını demokratik yollarla çözme çabalarına destek vermektedir. Savaşı değil, barış içinde bir arada yaşamak isteyen toplumların bu arzularını güçlendirmeye yaramaktadır.
Haber veren, gazetecilik yapan ve ifade özgürlüğünü savunan insanları cezalandırmak ve mahkum etmek sadece o insanlarla sınırlı kalmayıp demokratik düzeni de yaralamaktadır.
Mahkemeniz vereceği kararla sadece beni değil, Türkiye’de barışı, demokrasiyi, basın özgürlüğünü yani Türkiye’nin demokratik, çoğulcu bir toplum olma tasavvurunu aklayacak ya da cezalandıracaktır. Bu nedenle aslında bu davanın hiç açılmamaış olması gerektiğini düşünmekle beraber beraatimi talep ediyorum.