Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ilişkiler, referandum toplantılarının iptali ve hükümetin farklı temsilcilerinin arka arkaya yaptığı ‘Nazi’ suçlamalarıyla bambaşka bir boyuta taşındı. Almanya’nın ardından, Dışişleri Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na yasak getiren Hollanda da ‘Nazi’ suçlamasına maruz kaldı; Danimarka Başbakanı’ysa Binali Yıldırım’la yapacağı görüşmeyi ‘yanlış bir algı oluşacağı’ endişesiyle iptal etti. Nazi suçlamalarını ve Nazizmi Bilgi Üniversitesi Yahudi Toplulukları Çalışma Birimi Üyesi tarihçi ve Holokost uzmanı Pınar Dost-Niyego’yla konuştuk.
Türkiye-Almanya ilişkileri son günlerde hayli gergin. Bunun başlıca nedeni, yaklaşan 16 Nisan referandumu için AKP’li bakanların, Almanya’da miting yapma isteğinin, Alman yerel mahkemelerce engellenmesi. Konuyla ilgili en ağır eleştiri ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, Almanya Başbakanı Angela Merkel’e, yasakları işaret ederek, “Sizin uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil” dedi. Merkel ise bu suçlamaya yönelik yaptığı açıklamada, “Böyle yersiz açıklamaları ciddiye alıp yorum bile yapmak mümkün değil” ifadelerini kullandı. Konuyu İstanbul Bilgi Üniversitesi Yahudi Toplulukları Çalışma Birimi Üyesi tarihçi ve Holokost uzmanı Pınar Dost-Niyego değerlendirdi.
Nazilerin II. Dünya Savaşı sırasında birçok gruba ve muhaliflere karşı uyguladıkları politikaları biliyoruz. 2017 Almanyası ile Nazi dönemi politikalarını karşılaştıracak olursanız, neler söyleyebilirsiniz?
Öncelikle bir tarihçi olarak bu tarz karşılaştırmaları yanlış bulduğumu söylemek isterim. 1933’te Nazi partisinin iktidara gelmesiyle önce Almanya’da daha sonra savaşın başlamasıyla da işgal edilen diğer Avrupa ülkelerinde sizin de dediğiniz gibi başta Yahudiler olmak üzere Sinti ve Roman gruplar, Slavlar, eşcinseller, siyasi muhalifler, zihinsel ve bedensel engelliler aşamalı olarak toplumdan tecrit edildiler ve imha edildiler. Tüm gruplar farklı uygulamalara maruz kaldı ama bu imha politikasının arkasında hep aynı ırk üstünlüğü dürtüsü, üstün bir ırk yaratma gayesi vardı.
Holokost’ta 5,6 milyondan fazla Yahudi yaşamını yitirdi. Bugun Almanya’da hâlâ Neo-Nazi grupların varlığından bahsedebiliriz; emniyet güçleri içinde ya da toplumda bu gruplara müsamahalı davranan odaklar olduğunu düşünebiliriz. Ama 2017 Almanyası ile Nazi politikalarını kıyaslayamayız. Neden kıyaslayamayacağımızı göstermesi açısından 1933’ten imha politikaları başlayana kadarki dönemde Almanya’da Yahudilerin maruz kaldıkları bazı kanun ve yönetmelikleri hatırlayalım, bunu yaparken de şunu unutmayalım; 1933’de Almanya’da yaşayan 500 bin Yahudi topluma son derece iyi entegre olmuş, vergisini veren, Alman ordusunda hizmet vermiş, bazıları savaşa katılmış, kendilerini önce Alman sonra Yahudi olarak tanımlayan insanlardı: Yahudi işletmelerinin boykotu ve ekonominin aryanlaştırılması, Yahudilere ait işletmelerin Yahudi olmayan Almanlara devri, Aryan olmayanların, yani Yahudilerin devlet kadrolarından çıkarılması ve hizmetinden uzaklaştırılması, Yahudi avukatların barodan atılması, Yahudilerin ve zihinsel ve bedensel engellilerin vatandaşlıktan çıkarılması, Yahudilerin ‘Alman kanıyla ilişkili kişilerle’ evlenmelerinin ve cinsel ilişkiye girmelerinin yasaklanması, Yahudiliğin din değil ırk üzerinden tanımlanması, büyükanne, büyükbabalarından üçü Yahudi olan kişiler din değiştirmiş de olsalar Yahudi kabul edilmesi, Yahudilerin Yahudi adı taşıması zorunluluğu ve pasaportlarına ‘J’ harfi eklenmesi zorunluluğu, Yahudi çocukların devlet okullarından atılması, savaşla birlikte Yahudilerin sokağa çıkma yasağı, yiyecek karnelerinin miktarının azaltılması, ‘savaşın kazanılabilmesi’ için Yahudilerin radyo, fotoğraf makinesi, bisiklet, elektrikli cihaz ve değerli eşyalarına el konulması, Yahudilerin toplu taşıma araçlarını kullanmalarının yasaklanması, Yahudi evlerinde toplu halde yaşamaya zorlanmaları, zorunlu çalışmaya tabî tutulmaları, altı yaşın üzerindeki Yahudilerin üzerinde siyah harfle Almanca Yahudi anlamına gelen ‘Jude’ yazılı olan sarı renkli altı köşeli yıldızın üst giysilerinde dikili olarak taşıma zorunluluğu ve son olarak da tabii Almanya’dan toplama ve imha kamplarına sürülmeleri. Bugün Almanya’da yaşayan Türklerin bu uygulamalara maruz kaldıkları söylenebilir mi?
Almanya’nın, yakın tarihiyle yüzleşen bir ülke olduğunu ve Nazizmi kendi tarihleri için bir utanç olarak gördüklerini biliyoruz. Bu durumda, bir Alman’ı Nazizmle itham ettiğinizde, bu, Almanlarda nasıl bir karşılık buluyor?
Almanya 1947’den beri bu trajik tarihiyle yüzleşiyor ve bu geçmişi ders kitaplarına, hafıza mekânları vasıtasıyla sokaklarına anma günleri, sergiler vasıtasıyla kamusal alanlara dahil etti. Alman toplumları bu trajik geçmişle ilgili olarak önce devletin sorumluluğuyla daha sonra da sıradan Almanların bu suçtaki rolüyle yüzleşti. Holokost’un sona erdiği 70’den fazla yıldan beri önce Almanya’da olmak üzere farklı coğrafyalarda farklı disiplinlerden yola çıkarak olayın tanıkları, bilim insanları, sanatçılar önce anlamak, sonra hatırlatmak ve anmak, tekrarlanmasını, inkâr edilmesini ve unutulmasını engellemek için Holokost’la ilgili anı kitapları, araştırmalar, romanlar yazdı, belgeseller, filmler çekti, tiyatro oyunları sahneledi, müzik eserleri besteledi, hayatta kalanların tanıklıkları kaydedildi, araştıma merkezleri, müzeler açıldı. Yeni nesillerin bu bilgi ve bilince ulaşması için anma günleri düzenlendi, hafıza mekânları oluşturuldu. Öyle ki yüzleşmenin metotlarını, kelime dağarcığını, anmaları, hafıza mekânlarının oluşturulmasını beraberinde getiren Holokost çalışmaları diğer soykırımlar ve toplu kıyımlar üzerine yapılacak ‘yüzleşmeler’ için bir referans noktası haline geldi. Bu girişimlerde hiç kuşkusuz Almanya başı çekmektedir. Almanya’da ‘kolektif suç’ güncelliğini hiç yitirmeyen bir tartışma. Bununla kastedilen Holokost’un sorumluluğunun ve suçunun Almanya’ya ve Alman halkına toplu olarak yüklenmesi. Yani o dönemde Almanya’da yaşayan halkın çoğunluğunun suçtan haberdar olduğu ve gönüllü olarak suça iştirak ettiği. İşte böyle zor bir tarihle yüzleşiyor Almanya. Holokost’la yüzleşmiş olmak elbette Almanya’yı tarihlerindeki tüm sorumluluklardan aklamıyor, örneğin Herero ve Nama soykırımındaki sorumluluğunda. Ya da halk arasındaki tabiriyle ‘Nazi gelin’ davasına referansla, Alman toplumunun tarihle yüzleşmeyi başardığını ama güncel ırkçılık vakalarıyla yüzleşmekte zorluk çektiğini söyleyebiliriz. Ama işte Almanya’nın ve Alman halkının bu ağır tarihle maddi, manevi bunca yıldır nasıl yüzleşmeye çalıştıklarını bilince de Nazizmle itham edilmenin çok ama çok ağır geldiğini ancak tahmin edebilirim.