Cellatlara ve kurbanlara dair...

RÜVEYDA GÜRCAN

Bir toplumun kendine özgü, üstelik tüm dünyayı yakından ilgilendiren tarihsel deneyimi ne zaman başlar, ne zaman biter? “Sosyalizmi inşa ettik, şimdi radyoda sosyalizm bitti diyorlar. Ama biz… biz kaldık…” diyor Marina Tihonovna İsayçik, aslında tam da bu soruya yanıt ararken. Belaruslu kadın gazeteci Svetlana Aleksiyeviç’in hikâyesine başvurduğu onlarca anlatıcıdan biri İsayçik... 1991-2012 dönemini kapsayan söyleşilerden oluşan eseri  ‘İkinci El Zaman’da, Aleksiyeviç, kaybolan bir uygarlığın, Sovyet uygarlığının ayrıntılarının peşine düşüyor; yani sosyalizmden artakalanların, sosyalizmin insan ruhunda bıraktığı izlerin... Eski sözcüklerin yetmediği, yenilerinin ise henüz doğmadığı bir zamanın, “ikinci el, kullanılmış bir zaman”ın araftaki tanıklarıyla söyleşiyor, yüzleşiyor ve hatta kimi zaman dertleşiyor...

“Kendi kahramanlarımla birlikte hatırladım. Birisi şöyle demişti: ‘Sovyet insanı anlayabilir sadece Sovyet insanını.’ Tek bir komünist belleği olan insanlardık. Bellek komşuları.” Gazeteci-yazar Aleksiyeviç, ‘İkinci El Zaman’da, hikâyelerini kaydettiği sıradan insanlardan ‘kahramanlarım’ diye bahsediyor ve edebiyatın sınırlarına dair kadim tartışmayı bu kez de başka açıdan sorgulamamıza vesile oluyor: “mutfaktaki”, “sokaktaki” sıradan insanların duygularını derleyen ve aktaran sıradışı bir gazeteci de -roman, şiir yazmasa dahi- ‘yeni bir edebi tür’ üretecek güçte olabilir. Nobel edebiyat ödülü (2015) de bu nedenle Aleksiyeviç’e takdim edilmiştir zaten. Aleksiyeviç’in eserleri “duyguların ve ruhun bir tarihi” ifadesiyle taltif edilir...

“Gorbaçov kafesi açtı, biz de dağıldık…”

Aleksiyeviç’in bütün kahramanlarının “kendi Gorbaçov’u, kendi Yeltsin’i vardır. Ve kendi 90’ları...” Ve dolayısıyla Sovyetlere dair o kadar farklı imge... 19-21 Ağustos 1991 tarihinde gerçekleştirilen ve Gorbaçov’u yönetimden düşürmeyi hedefleyen üç günlük başarısız darbe girişiminin ardından yeni bir döneme girilir ve SSCB hızla dağılmaya başlar. Artık Rus kapitalizmi yürürlüktedir. Alternatif bir uygarlık denemesi olan Sovyetler Birliği çökmüştür ve enkazdan çıkanların hayatı yeni Rusya’da devam eder. Sözün büyüsü yitip gitmiş, büyük anlatılar sona ermiştir. Aydınlar kütüphanelerini satmakta, edebiyata olan inanç kaybolmaktadır. “Dünya artık başka türlü bölünmüş durumdadır: ‘Beyazlar’ ve Kızıllar’ değil, hapiste yatanlar ve kaçanlar değil, Soljenitsin okuyanlar ve okumayanlar değil, satın alabilenler ve alamayanlar diye.” Ve bu oyunun yeni kuralları vardır: “Paran varsa insansın, yoksa kimse değilsin. Hegel’in tamamını okumandan kime ne?” Partiden Çarşamba günü çıkanlar partiden Perşembe günü çıkanları yargılayacak (!); Puşkin meydanında açılan ilk McDonald’s’ta kilometrelerce kuyruk oluşacak; dükkânlar salamla dolup taşacaktır. “Rus kapitalizminin ne değerleri var? ‘İnsancıkları’ küçümsemek… Milyonları olmayan, Mercedes’i olmayanları. (...) İnsanın öyle yüce değerler falan düşündüğü yok, yalnızca bugün neyi alamadığını düşünüyor…” diye yakınır anlatıcılardan Elena Yuryevna. SSCB’de doğup Rusya’da yaşamak zorunda kalan Sovyet insanı bir antika eşya konumundadır artık, müzeliktir, habitatından koparılıp hayvanat bahçesinde sergilenen canlılar kadar çaresizdir. İşte Aleksiyeviç bu insanların anlatılarını, homo sovyeticus’un tarihini kayda geçirmiştir; ve hep birlikte, hatta belki okuyucuyu da işin içine katarak, hatırlamanın acısına göğüs germek durumunda kalınır.

“İnsan nerede biter?”

Sabri Gürses’in yetkin çevirisiyle Türkçeye kazandırılan eser, aynı zamanda, cellatlar ve kurbanlara dair de bir anlatı... Gulag kampları, Sovyet-Afgan Savaşı, Azeriler ve Ermeniler arasındaki gerilimler, Çeçenistan Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, katliamlar, terör saldırıları eserin ana izleklerinden bazıları…“Canavar dediğinin boynuzu ve toynağı olmalı sanıyoruz. Ama o, insan kılığında oturuyor karşında işte...” diyor müstakbel kayınpederinin emekli bir cellat olduğunu tesadüfen öğrenen anlatıcı. Cellatların sıradanlığı ve aramızda oluşu belki de anlatıların en düşündürücü ortak noktası.  İhbarların, tutuklamaların, işkencelerin, sürgünlerin, ve korkuların, ama aynı zamanda umutların ve ütopyaların hüküm sürdüğü bir devir... Tarihte kalmış, ama pek çok yönüyle evrensel bir geçerliliğe sahip bir dönem anlatısı...

‘İkinci El Zaman’, kuşkusuz, çarpıcı hikâyelerden oluşan bir eser; ve pek çok satır, insanın vicdanına sert bir çivi çakarcasına etkili tasvirlerle dolu. Eser, dağılan ailelere, yarım kalmış hayatlara, imkânsız aşklara bir saygı duruşu gibi... “Vanya Amca’yı hücreye sedyeyle getirmişler, kandan ve sidikten sırılsıklammış. Kendi pisliğine bulanmış. Bilmiyorum ki insan nerede biter... Siz biliyor musunuz?” diye sorar kahramanlarından biri Aleksiyeviç’e. Yazar gibi okuyucu da duraksar bu soru karşısında. Ve bütün bu hikâyeler okunup kitabın kapağı kapatılırken sanki bir cevap, soru hâlinde de olsa, bulunmuş gibidir: İnsan, aslında umudu tükendiğinde, celladına benzemeye başladığında bitmez mi?

İkinci El Zaman
Svetlana Aleksiyeviç
Çeviri: Sabri Gürses
Kafka Yayınları
524 sayfa.