Profesyonel rehber Orçun Urgun, Latin Amerika ülkelerine ilişkin merakı çerçevesinde bu ülkelere yoğun olarak göç etmiş Ermenilerle ilgilenmiş bir isim. Daha önce sayfalarımızda geçmişten günümüze Brezilya Ermenileri’ni tanıtan Urgun’la bu kez Arjantin Ermeni Diasporası’nın hikâyesine yolculuk ediyoruz. Her durak, birbirinden kıymetli bilgi ve deneyimlerle yüklü…
20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerinden dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler gittikleri her yerde hayatta kalabilmek adına büyük mücadele verdi. Kimileri göç politikalarının düzen içerisinde yürütüldüğü Avrupa ülkelerine sığınırken, kimileri yeni bir hayat kurma umuduyla uzun mesafeler kat etmek zorunda kaldı. İş olanaklarının çekici kıldığı Latin Amerika da yeni bir sayfa açmayı umut edenlerin tercihi oldu.
Ancak okyanusun diğer yakası zorluklarla doluydu; vardıkları toprağa diğer tüm göçmen gruplarından daha da yabancıydılar. Yeni diller öğrendiler, yeni işler kurdular, kültürlerini yaşatmak ve kolektif hafızalarını korumak adına on yıllarca uğraştılar. Göçlerinin üzerinden yüzyıl geçti. Artık ‘adapte’ bir topluluk olarak çeşitli Latin Amerika ülkelerinde yaşamlarına devam ediyorlar. Bu ülkelerin arasında en önemlisi şüphesiz, Arjantin. Günümüzde 70.000’e yakın Ermeni nüfusuyla Arjantin; İran ve Türkiye’den sonra dünyanın en büyük dokuzuncu, Latin Amerika’nın ise en büyük Ermeni diasporasına ev sahipliği yapıyor. Sadece başkent Buenos Aires’te birçok Ermeni kilisesi, çeşitli alanlarda faaliyet yürüten yirmiye yakın dernek ve Ermeni cemaatine ait yedi tane özel okul bulunuyor.
Soykırımı ilkin 1993 yılında tanıyan Arjantin, diasporanın ekonomik ve politik olarak en güçlü olduğu ülkelerden biri. Aynı kıtadaki diğer diasporalardan farklı olarak Arjantin Ermeni diasporası, entelektüel gelişimini tamamlamış bir topluluk. Buradaki Ermeniler sayıca fazla olmanın avantajını kullanabildiklerinden, dillerini ve kültürlerini ayakta tutmayı başarabilmişler. Öte yandan, Kafkas kökenli bir halk oluşları, Arjantin’in kültürel kimliğini oluşturan başta İspanyol ve İtalyanlar olmak üzere diğer göçmen gruplarca ilgiyle karşılanan bir durum. Yerlilerin gözünde Ermeniler; mutfak kültürleri, dilleri, yöresel kostümleri ve köklü tarihleri ile neredeyse ‘egzotik’ bir topluluk. Yüksek tirajlı aylık dergiler Ermeni kültürü üzerine dosyalara yer veriyor, üniversitelerin sosyoloji bölümleri Ermeni göçü üzerine çalışan akademisyenlerle dolu, Buenos Aires’in en ünlü lokantalarında Ermeni mutfağından yemekler yapılıyor. Bu kültürel birikimden Brezilya, Uruguay ve Şili’de yaşayan Ermeni toplulukları da faydalanıyor. Arjantin’in önemli gazetelerinden Sardarabad, tıpkı Agos gibi haftalık basılıyor, İspanyolca ve Ermenice olmak üzere iki dilde yayın yapıyor. 1975’ten bu yana kesintisiz olarak yayın hayatına devam eden bu gazete Ermenistan ve diaspora üzerine yaptığı haberlerle hem Arjantin Ermeni cemaatinin hem de diğer Latin Amerika Ermeni topluluklarının başlıca bilgi kaynaklarından birisi.
Uzak yakın komşu
Ermenilerin bundan yüz yıl önce kapılarını göçmenlere açan bu ülkeye karşı gönül borçlarını Arjantin’in ekonomik kalkınmasına destek vererek ödediklerini söylemek yanlış olmaz. Varışlarının ardından inşaat, mobilya, kuyumculuk, ayakkabıcılık, madencilik, dokuma ve dekorasyon gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren Ermeniler Arjantin’in gelişmiş bir ülkeye dönüşmesine en az İspanyollar ve İtalyanlar kadar katkıda bulunmuşlar. Günümüzde ise ülkenin deri ve tekstil sektörü büyük ölçüde Ermenilerce yönetiliyor; Arjantin’in dünyaca ünlü derisini Maraşlı ustalar işliyor.
Arjantin haritalarda uzak görünse de bize sandığımızdan çok daha yakın. 1915’in ardından Kilikya bölgesinde yaşayan Ermenilerin yüzde 60’ının Arjantin’e göçtüğü düşünülüyor. Başlıca Adana, Maraş ve Antep’ten göçen Ermeniler bilhassa başkent Buenos Aires’e yerleşmişler. Öyle ki, 1941 yılında Arjantin’de yapılan gayrı resmi bir nüfus sayımına göre Buenos Aires’te yaşayan Ermenilerin yüzde 70’i Adanalı. Bu göçmenlerin kurduğu Haçinli (Saimbeyli, Adana) Ermeniler Derneği (Unión de Residentes Armenios de Hadjin) günümüzde hâlâ faaliyet gösteren derneklerden yalnızca biri. Kısacası, Ermenilerin evlerinden uzaktaki bu ülkede yaşadıkları basit bir başarı öyküsünden çok daha fazlası.
9 Temmuz 1816’da sömürgeci ülkelerin boyunduruğundan kurtularak bağımsızlığını ilan eden Arjantin, 19. yüzyıl sonlarında gelişmekte olan bir ülkeydi. Ekilebilir uçsuz bucaksız bir arazinin üzerine kurulu bu ülke, tarım ve hayvancılık potansiyelinden tamamıyla faydalanmak istiyordu. Öte yandan şehir merkezlerindeki imar faaliyetleri, yeni iş kolları yaratmıştı. Liman, demiryolu, kaldırım ve kanalizasyon inşası için genç iş gücüne, daha çok çalışana ihtiyaç vardı. Bu sebepten Arjantin hükümeti bir çeşit ‘açık kapı’ politikası izleyerek, ülkeye göçü teşvik edici ve kolaylaştırıcı bazı yasalar çıkardı. 1853’te yayınlanan bir kararnameyle Arjantin’e yerleşmek isteyen tüm bireyler ve ailelerine yerel vatandaşlık ile eşit sosyal haklar tanındı. Ermenilerin göç için Arjantin’i tercih edişinin en büyük sebebi bu misafirperver tavırdı.
Tarihçiler Ermenilerin Arjantin’e göçünü genellikle üç kısımda inceler. İlk göç, 1910-1923 yılları arasında Lozan Antlaşması ardından gerçekleşen göçtü. 1917-1921 Rus İç Savaşı’ndan kaçan Ermeniler de bu gruba dahildi. Görece az sayıdaki Ermeni kökenli vatandaş ilkin Buenos Aires’e yerleşti ve burada çalışmaya başladı. İkinci ve en büyük göç dalgası 1923-1940 yılları arasında gerçekleşti. Çoğu Adana, Antep, Maraş, İzmir ve İstanbul’dan göç eden, yerlerinden edilen Ermenilerden oluşan bu grup daha önce göçmüş akraba yahut arkadaşları tarafından karşılandı. Son grupsa 1940-1980 yılları arası Arjantin’e göç etmiş Ermenilerden oluşmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği, Suriye ve Lübnan’dan göçen Ermenilerle 1979 İran İslam Devrimi’nin ardından İran’dan göçen Ermeniler bu gruba dahil görülmekteydi.
Arjantin’e gemiyle yolculuk duraksız ve tek seferde gerçekleşmiyordu. Çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğu limanlarından kalkan gemiler, Kıbrıs ve Yunanistan’a uğradıktan sonra Arjantin’e doğru yola koyuluyordu. Göçenlerin önemli bir kısmı 1915’in ardından dünyanın çeşitli yerlerindeki yetimhanelere yerleştirilen öksüzlerdi. Bu çocuklar genellikle Fransa’ya gidiyor, burada yeterli parayı biriktirdikten sonra Arjantin’e giden bir gemiye biniyorlardı. Zira Buenos Aires’e gelen gemilerin büyük çoğunluğu Marsilya limanından yola çıkmaktaydı. Bu dönemde Arjantin limanlarına varan Ermeni nüfusuna dair sayısal bilgi vermek zor. Lübnan, Mısır, Suriye gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı kesimlerinden Arjantin’e gelen göçmenler, ‘los turcos’ (Türkler) denilerek, etnik kimlikleri göz önünde bulundurulmadan tek çatı altında toplanıyordu. Göç dönemindeki Ermeni nüfusuna dair resmi kayda sahip tek birim, şehirdeki Ermeni Apostolik Kilisesi’ydi. 1935 yılı kilise kayıtlarına göre sadece bu yılda 9.400 Ermeni kökenli göçmen Arjantin’e giriş yapmıştı.
Yeni hayat
Güney Amerika’nın en büyük tahıl, et ve yün ihracatçısı olan Arjantin bilhassa çiftçilikle uğraşmak isteyen göçmenlere destek kredileri sağlıyordu. Bu sebeple ilk Ermeni göçmenler sadece şehir merkezlerine değil, kırsal kesimlere de yerleşti. Şehir merkezine yerleşenlerse genelde ticaret ve işportacılıkla geçimini sağlamaktaydı. 20. yüzyıl başlarında Arjantin’e gelen bu ilk kuşak her pazar Buenos Aires’te Yahudi bir İzmirli tarafından işletilen Esmirna adlı bir kafede buluşuyordu. Cemaate ait ilk kilise ve okullar bu göçmenler tarafından kuruldu. Böylece 1923’te başlayıp yirmi yıl boyunca sürecek ikincil ve büyük göç dalgasına hazırlık yapılmıştı. Bilhassa Anadolu topraklarından göçen ikinci grup, ilk göçenlerin sağladığı imkânlar sayesinde Arjantin’e yerleşebildi. Ağırlıklı olarak Buenos Aires ve çevresine yerleşen bu topluluk, hem şehrin ticari hayatının canlanmasına sebep oldu hem de büyük imar projelerinde çalışarak gelişmekte olan ülkenin inşasına yardım etti.
1930’lu yıllara dek kirada oturan Ermeniler bu tarihten sonra kendi arazilerini satın almaya başladılar. İlk evlerini kullanılmayan mobilyalardan elde ettikleri ahşap parçalarıyla yaptılar. Tuğla pahalıydı, iklim oldukça nemli olduğundan tuğlaları kurutarak üretemiyorlardı. Birkaç aile bir araya gelerek satın aldıkları üç yüz metrekarelik arsalara inşa ettikleri ahşap evlerde hep beraber yaşıyorlardı. Büyük bir kısmı geldikleri yerde çiftçilik yapmıştı ve ekip biçmeyi biliyordu ancak şehir merkezinde arazi pahalı olduğu için bundan feragât etmek zorunda kalmışlardı. Buenos Aires pahalı bir şehirdi ve Arjantin’in diğer ülkeler gibi yerleşik bir göçmen politikası bulunmuyordu. Diğer bir deyişle, göçmenler uzmanlık alanları ve iş kollarına göre sınıflandırılmıyor yahut nereye yerleşmeleri, hangi işte çalışmaları gerektiği konusunda tavsiye alamıyorlardı. Bu gelişigüzellik göçmenlere bir nebze özgürlük tanısa da iş bulmayı zorlaştırdı ve Ermeni nüfusun tek bir noktada, Buenos Aires’te yoğunlaşmasına sebep oldu.
O dönemde Buenos Aires’in merkez semtlerinde çalışan bir Ermeni’nin aktardığı gibi: “Dört, beş kişi aynı odayı paylaşıyorduk. Lima’da pazaryerinde çalışıyordum, işime yakın olduğu için San Telmo’da diğerleriyle kalıyordum. Dışarıda ahşaptan bozma bir mutfağımız vardı, burada bulgur ve pirinç pilavı pişirip üzerinde yağ eritirdik, bunu haşladığımız asma ya da pazı yapraklarına sarardık. San Telmo’da bir odanın aylık kirası 40 pezoydu, yevmiyemiz ise 4 pezo...”
Sancılı zamanlar
Öte yandan, tüm bu zorluklara dönemin siyasi koşullarını da eklemek gerek. İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı global kriz, Arjantin politik yaşantısını da etki altına almıştı. Arjantin tarihinde 30’lar krizi yahut ‘decada infame’ (on berbat yıl) olarak bilinen süreç ülkede yaşayan herkes için kötü sonuçlar doğurmuştu. 6 Eylül 1930’da dönemin devlet başkanı Hipólito Yrigoyen askeri bir darbeyle devrilince, ülke ekonomisi altüst oldu. Ülkenin iç kesiminde yaşayan çiftçiler büyük şehirlere göçe zorlandı, bilhassa Buenos Aires çevresinde onlarca gecekondu semti oluştu. On yıl boyunca karşıt görüşler sindirildi, ülke politik skandallarla çalkalandı ve özellikle göçmen gruplara karşı fobik ve agresif bir tavır sergilendi. 4 Haziran 1943’te başka bir askeri darbeyle sona eren bu dönem, tüm göçmenler gibi Ermenileri de topraklarından etti, iş kolu değiştirmeye ve bir kez daha yeniden başlamaya zorladı.
Her koşulda birbirlerine destek olan Ermeniler, 40’lı yılların kaotik ikliminden sağ kurtulmayı başarmıştı. Çalıştıkları her sektörde büyük başarı göstermişlerdi. 1926’da Buenos Aires ticaret odasına kayıtlı 9 Ermeni iş yeri varken, bu sayı 1941’de 250 iş yerine ulaşmıştı. İlk kuşak Ermeni kadınları genelde dikiş ve temizlik gibi işlerle ev ekonomisine katkıda bulunurken, ikinci kuşakta bu durum değişti; kadınlar da eğitim görmeye ve birçok alanda çalışmaya başladı. Ermenilerin en başarılı oldukları iş kolu şüphesiz tekstil ve ayakkabıcılıktı. Bilhassa İzmir ve İstanbul’dan göçen Ermeniler, bu sektörlerde büyük başarı gösterip kendi iş yerlerini kurmuştu. Günümüzde Arjantin’in hemen her şehrinde şubeleri bulunan Armen Bergamalı ailesine ait Danubio ve Sarkis & Hovannes Diyarbekirian tarafından kurulan Atlantidas gibi tekstil ürünleri mağazaları, Ermenilerin evlerinden uzaktaki bu ülkedeki ticari başarılarının nişanesi olarak görülebilir.
İlk göçlerinin ardından elli yılı aşkın mücadele veren Ermeniler çalışkanlıkları sonucu Arjantin’e kalıcı olarak yerleşip yeni bir hayat kurdular. Bugün, Arjantin’in en saygı gösterilen etnik topluluklarından biri olarak yaşamlarına devam ediyorlar.
Buluşma noktası
Halen Arjantin’deki Ermenilerin yüzde 80’i Buenos Aires şehrinde yaşıyor. Başkentin sunduğu iş ve eğitim imkânlarından yararlanmak isteyen Ermeniler, göç ettikleri yıllardan bugüne hep bu şehre yerleşmiş. Yoğun olarak bulundukları semt ise Palermo Viejo. Bugün Buenos Aires’in en turistik ve göz alıcı yerlerinden biri olan Palermo Viejo, ülkede yaşayan tüm Ermeniler için manevi bir değere sahip. Bu semtteki Armenia yani Ermenistan adlı cadde ve çevresi, Ermenilerin uzun yıllar kesintisiz olarak yerleşim gösterdikleri bir muhit. Arjantin’in en önemli Ermeni Kilisesi olan Aziz Aydınlatıcı Krikor Kilisesi (Iglesia Apostólica San Gregorio El Iluminador) ve bu kiliseye bağlı, aynı adı taşıyan okul da bu cadde üzerinde yer alıyor. 10 Nisan 1938’de faaliyet göstermeye başlayan bu kilise, diasporadaki çoğu kilise gibi Yerevan Katedrali’nin küçük bir kopyası olarak inşa edilmiş. Aziz Krikor’a adanmış olmasıysa elbette şaşırtıcı değil. 4. yüzyılda yaşamış olan Aziz Krikor Lusavoriç, Hıristiyanlığın Ermenistan’ın resmi dini oluşuna büyük katkıda bulunmuştu ve Ermeni Apostolik Kilise’nin ilk resmi önderiydi.
Halen Arjantin’deki Ermenilerin yüzde 80’i Buenos Aires şehrinde yaşıyor. Başkentin sunduğu iş ve eğitim imkânlarından yararlanmak isteyen Ermeniler, göç ettikleri yıllardan bugüne hep bu şehre yerleşmiş. Yoğun olarak bulundukları semt ise Palermo Viejo. Bugün Buenos Aires’in en turistik ve göz alıcı yerlerinden biri olan Palermo Viejo, ülkede yaşayan tüm Ermeniler için manevi bir değere sahip.
Kilisenin fresklerini boyayan Baltasar Ayvazian Buenos Aires’in ikinci kuşak Ermeni göçmenlerinden birisi. 1869’da Adana’da doğan Baltasar Ayvazian, Adana St. Paul Koleji’nde eğitim almıştı. 1909-1915 yılları arası yetim kardeşleriyle beraber önce Rodosto’ya (Tekirdağ) ardından İzmir’e sürülen Ayvazian, kısa bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra buradan Almanya’ya gitmiş. Münih’te resim eğitimi aldıktan sonra Stuttgart Plastik Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmiş, her nasılsa 1923’te Buenos Aires’e giden bir gemiye binerek buraya yerleşmiş. Cemaat içerisinde faal bir rol üstlenen Ayvazian, yanı sıra Ermeni okulu öğrencilerinin ilk Ermenice öğretmenlerinden birisiydi. Eşsiz bir üslupla boyadığı İsa Mesih’in hayatından sahneler, on iki havari, dört İncil yazarı, Aziz Krikor freskleri kiliseyi Buenos Aires’in turistik noktalarından biri haline getirmiş.
Buenos Aires’te yaşayan Ortodoks Ermenilerin sayıca Katolik ve Evangelist Ermenilerden fazla oluşu bu kiliseyi önemli kılan bir başka unsur. Cemaat üyeleri her pazar burada buluşuyor ve düğünlerini bu kilisede yapıyor. Başepiskopos Kissag Mouradian, yanı sıra Şili’deki Ermenilerin de resmi lideri. Ruhani otoritenin ötesinde politik bir güce de sahip. Cemaat ve yerel yönetim arasındaki iletişim çoğunlukla onun önderliğinde gerçekleşiyor. Kilise çoğu zaman iş ve kalacak yer bulma konusunda da cemaat üyelerine yardımda bulunuyordu ve şehirdeki tüm Ermenileri buluşturan sosyal bir mekandı. Çoğunluğu Katolik kiliseye mensup bir toplumda Ortodoks bir cemaat olan Ermeniler, asimilasyondan diğer tüm göçmenlerden daha çok korkuyorlardı. Dillerinin ve kültürlerinin diğer topluluklara benzemiyor oluşu, Ermenileri kültürel kimliklerini koruma konusunda daha hassas kıldı. Kiliseye birleşik bir binada hizmet veren Aziz Krikor Okulu da bu kaygıyla 1932’de açıldı. Başlarda sadece Ermeni kökenli öğrencileri kabul eden bu okul, son birkaç yılda her kesimden öğrenciye kapısını açtı.
Günümüzde ilk ve orta öğretimde eğitim veren Aziz Krikor Okulu öğrencilerinin yüzde 70’i Ermeni ailelerin çocukları. Eğitim kalitesinin ve başarı düzeyinin yüksekliği diğer ailelerin de bu okulu tercih etmesine sebep olmuş.
Palermo Viejo’daki Ermeni kültürüne ait bir diğer önemli mekân Ermenistan Meydanı ‘La Plaza Armenia’. Kilise ve okula oldukça yakın olan bu meydan, 1990’lı yıllara kadar eski evler ve tamirci dükkânları ile çevriliymiş. Sonradan yeniden imar edilmiş ve Buenos Aires kent meclisi tarafından Ermenilerin şehre katkısını onurlandırmak adına böyle adlandırılmış. Bugün etrafı kafe ve barlarla çevrili, ayrıca her hafta bir el sanatları pazarına ev sahipliği yapıyor.
Meydanın en ilgi çekici yapısı, kırmızı renkteki haçkar anıtı. Sanatçı Grigor Baghumyan tarafından yapılan bu haçkar Ermenistan’dan getirilmiş. 2015’te yapılan bir törenle resmen açılmış. Anıt taş olarak bir kitabe ya da heykel yerine haçkarın kullanılması, Arjantin’de yaşayan Ermenilerin tarihi kökenlerini vurgulaması açısından önemli. Meydan ve haçkar bugün de Arjantin Ermenileri için önemini korumaya devam ediyor.Küçük Ermenistan
Buenos Aires’in aksine Arjantin’in iç ve dağlık kesimlerinde yer alan Córdoba, ülkenin en büyük ikinci şehri. Bilhassa tarımla uğraşan Ermeni göçmenler, arazi bu şehirde daha ucuz olduğu için 20. yüzyıl başlarında buraya yerleşmişler. Rivayete göre buradaki arazi ve iklim, göç ettikleri yerdekine çok benzediğinden, Córdoba’yı pek sevmişler. İlk göçenler arazi fiyatlarındaki ucuzluktan yararlanıp, daha sonra gelecek akrabaları için de yer satın almışlar. Günümüzde 8.000’den fazla Ermeni burada yaşamakta.
Córdoba’yı konumuz açısından önemli kılan buradaki Ermenilerin şehir merkezinden görece uzak bir semtte bir arada yaşıyor olmaları. Pueyrredón adı verilen bu semtin nüfusu yaklaşık 20.000 ve neredeyse yarısı Ermeni göçmenlerden oluşuyor. Bu birliktelik cemaat için oldukça değerli. Zira günümüzde 10’lu yaşlarını süren genç nesil 4. kuşak Ermeniler için kültürel değerlerin korunması Buenos Aires gibi metropollerde daha zor iken Córdoba’da durum farklı.
Buradaki Ermenilerin göçlerinden bu yana hep aynı yerde yaşıyor oluşu, bir takım kültürel değerlerin yeni nesle aktarılmasını daha da kolaylaştırıyor. Burada doğan çocuklar Ermeni okuluna gönderiliyor, çoğunlukla Ermenilerin olduğu bir çevrede büyüyor ve bireyler arasında Ermenicenin kullanımı oldukça yaygın. Başka bir deyişle ‘Ermeni olma duygusu’, Córdoba’da hissedilebilir bir seviyede.
Ermeniler bu şehrin en eski göçmen gruplarından birisi. 1950’lerden sonra şehrin yeniden inşasına katkıda bulunmuşlar. Córdoba il parlamentosu, 6 Eylül 2005’te 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nı anma günü olarak kabul eden bir yasa çıkarmış. Şehirde birden fazla Ermeni kilisesi var. Bunlardan en önemlisi cemaatin kendi arasında para toplayarak 1925’te inşa ettiği Surp Kevork Kilisesi. Bahçesinde aynısı Ermenistan’da bulunan bir meşale heykeli olan bu kilise, Latin Amerika’nın en eski Ermeni kilisesi olma özelliğine de sahip. Kiliseyle aynı yerde bulunan Sahag Mesrob Okulu da hâlâ eğitim vermeye devam ediyor. Pueyrredón sokaklarında birçok Ermenice kursu ya da Ermeni folklorik dans merkezleri bulmak mümkün.
Yasa çiftçilikle uğraşmak isteyen göçmenlere destek kredileri sağlıyordu. Bu sebeple ilk Ermeni göçmenler sadece şehir merkezlerine değil, kırsal kesimlere de yerleşti. Şehir merkezine yerleşenlerse genelde ticaret ve işportacılıkla geçimini sağlamaktaydı. 20. yüzyıl başlarında Arjantin’e gelen bu ilk kuşak her pazar Buenos Aires’te Yahudi bir İzmirli tarafından işletilen Esmirna adlı bir kafede buluşuyordu. Cemaate ait ilk kilise ve okullar bu göçmenler tarafından kuruldu. Böylece 1923’te başlayıp yirmi yıl boyunca sürecek ikincil ve büyük göç dalgasına hazırlık yapılmıştı. Bilhassa Anadolu topraklarından göçen ikinci grup, ilk göçenlerin sağladığı imkânlar sayesinde Arjantin’e yerleşebildi. Ağırlıklı olarak Buenos Aires ve çevresine yerleşen bu topluluk, hem şehrin ticari hayatının canlanmasına sebep oldu hem de büyük imar projelerinde çalışarak gelişmekte olan ülkenin inşasına yardım etti.
1930’lu yıllara dek kirada oturan Ermeniler bu tarihten sonra kendi arazilerini satın almaya başladılar. İlk evlerini kullanılmayan mobilyalardan elde ettikleri ahşap parçalarıyla yaptılar. Tuğla pahalıydı, iklim oldukça nemli olduğundan tuğlaları kurutarak üretemiyorlardı. Birkaç aile bir araya gelerek satın aldıkları üç yüz metrekarelik arsalara inşa ettikleri ahşap evlerde hep beraber yaşıyorlardı. Büyük bir kısmı geldikleri yerde çiftçilik yapmıştı ve ekip biçmeyi biliyordu ancak şehir merkezinde arazi pahalı olduğu için bundan feragât etmek zorunda kalmışlardı. Buenos Aires pahalı bir şehirdi ve Arjantin’in diğer ülkeler gibi yerleşik bir göçmen politikası bulunmuyordu. Diğer bir deyişle, göçmenler uzmanlık alanları ve iş kollarına göre sınıflandırılmıyor yahut nereye yerleşmeleri, hangi işte çalışmaları gerektiği konusunda tavsiye alamıyorlardı. Bu gelişigüzellik göçmenlere bir nebze özgürlük tanısa da iş bulmayı zorlaştırdı ve Ermeni nüfusun tek bir noktada, Buenos Aires’te yoğunlaşmasına sebep oldu.
O dönemde Buenos Aires’in merkez semtlerinde çalışan bir Ermeni’nin aktardığı gibi: “Dört, beş kişi aynı odayı paylaşıyorduk. Lima’da pazaryerinde çalışıyordum, işime yakın olduğu için San Telmo’da diğerleriyle kalıyordum. Dışarıda ahşaptan bozma bir mutfağımız vardı, burada bulgur ve pirinç pilavı pişirip üzerinde yağ eritirdik, bunu haşladığımız asma ya da pazı yapraklarına sarardık. San Telmo’da bir odanın aylık kirası 40 pezoydu, yevmiyemiz ise 4 pezo...”
Kötü adam Martín Karadagián
Arjantin’in kültür tarihinde Ermeni kökenli birçok ünlü simaya rastlamak mümkün. Dünyaca ünlü tenis oyuncusu David Nalbandian, 1950’lerin futbolcusu Efrain Chacurian, yazar ve gazeteci Bedros Hadjian Arjantinli Ermeni deyince akla gelen ilk isimlerden. Ancak sadece diasporada değil tüm Latin Amerika’da üne kavuşmuş ve hafızalarda yer etmiş bir isim var ki, o da profesyonel dövüşçü ve siyah-beyaz filmlerin vazgeçilmez kötü adamı Martín Karadagián. İspanyol bir anne ve Ermeni bir babanın çocuğu olarak 30 Nisan 1922’de Buenos Aires’te doğan Karadagián, henüz 15 yaşında iken Genç Hıristiyan Erkekler Birliği (Asociación Cristiana de Jóvenes) isimli bir dernekte grekoromen güreş eğitimi almaya başladı. Dini bir karaktere sahip bu dernek dünyanın birçok ülkesinde, bilhassa sporla ilgili aktivitelerde gençlere fon sağlıyordu. Kısa sürede başarı gösteren Karadagián, 17 yaşındayken bu dernekle Avrupa’ya gitti ve eğitimine orada devam etti. 1947’de Arjantin’e döndükten sonra Buenos Aires’teki ünlü Luna Park Stadyumu’nda düzenlenen dövüş müsabakalarına katılmaya başladı. On binlerce kişinin izlediği bu müsabakalar, 50’li yılların en popüler eğlencesiydi. Dövüşlere katılanlar adeta gladyatörler gibi efsaneleşiyor ve büyük bir üne kavuşuyordu. İlk başladığı günlerde tüm ünlü dövüşçüleri bir bir yere seren Karadagián, hatırı sayılır bir üne kavuştu. 1957’de Reencuentro con la Gloria (Şöhretle Yeniden Buluşma) isimli ilk sinema filminde yanlışlıkla rakibini öldüren ve pişmanlık içerisinde yaşayan bir boksörü oynadı.
Karadagián’ı esas üne kavuşturansa 1962’de yayınlanan TV şovuydu. Prodüksiyonunu bizzat üstlendiği Titanes en el Ring (Devler Ringde) isimli dövüş programı popüler TV kanallarından Canal 9’da gösterime girdi. Karadagián dönemin bütün ünlü dövüşçülerini bu şov için kiralamıştı. Sarih bir şiddet gösterisinden ziyade eğlenceli bir parodiyi andıran bu şovda El Hombre Montaña (Dağdan Adam), Hans Águila (Kartal Hans), La Momia (Mumya) gibi dönemin en ünlü dövüşçüleri renkli ve abartılı kostümlerle ringde mücadele ediyordu. Çoğu karakter ünlü çizgi romanlardan esinlenerek yaratılmıştı. Martín Karadagián da sık sık bu dövüşlerde boy gösteriyordu. 15 yıl boyunca kesintisiz olarak yayınlanan Titanes en el Ring, 1973’te yurtdışına pazarlandı ve Karadagián’ı İspanyolca konuşulan bütün ülkelerde meşhur etti.
Karadagián, 1980’li yıllarda ileri derecede diyabet sonucu bacaklarından birini kaybetti. 27 Ağustos 1991’de öldüğünde binlerce kişinin katıldığı bir törenle ünlü Recoleta Mezarlığı’na gömüldü. Anısına inşa edilen spor salonu, hâlâ Buenos Aires’te faaliyet göstermektedir. Çocukluğunu 70’li yıllarda yaşayan herkesin hafızasına kazınan Karadagián şüphesiz bir fenomen. Bugün Buenos Aires’in bohem mekânlarında, duvarda onun posterlerini görebilirsiniz. Titanes en el Ring karakterleriyse tıpkı Yeşilçam karakterleri gibi ölümsüz...