‘Ergenekon Davası'na benzer süreçleri göreceğiz’

15 Temmuz darbe girişiminin ardından çeşitli kamu kurumlarındaki görevden alma süreci devam ediyor. Yargı, emniyet ve orduyla başlayan tasfiye süreci toplamda yaklaşık 50 bin kişilik devasa bir listeye dönüştü. Kurumlar içindeki kadrolaşmanın büyüklüğünden, tasfiyelerin ardından kamu hizmetlerinde yaşanabilecek aksaklıklara; Cemaat’ten doğan boşluğu doldurmak için yaşanacak yeni çatışmalardan, sürecin devamında başlayacak olan devasa darbe davasına kadar insanların kafasında pek çok soru oluştu. Bu soruları Demokrat Yargı Derneği’den Orhan Gazi Ertekin’le konuştuk.

Kamudaki devasa görevden almaların ardından herkesin aklındaki soru söz konusu kurumlardaki kadrolaşmanın ne kadar büyük olabileceği yönünde. Sizin bu konudaki çıkarımlarınız nelerdir?  

Bu soru zaten yaklaşık olarak Aralık 2013'ten itibaren soruluyor ve esas çatışma devlet kurumlarının ve yargı alanının içinde, hesaplaşmanın esas zemini burası. Aralık 2013'ten sonra Cemaat’ in yargı içinde olağanüstü bir güce sahip olduğu anlaşılıyordu. 2014 HSYK seçiminden sonra yargı içindeki Cemaat ağırlığının tam sayısı da ortaya çıktı. Cemaat adayları 5 bine yakın oy aldı ki gruplar arası savaşın keskinliği de göz önüne alındığında bir miktar 'sempati' oyları da olmuştur, ama yargının içinde yaklaşık 4 500 yüz Cemaat mensubu hâkim ve savcı olduğu bu seçimle kesinleşti. Bunların tespit edilerek, aradaki bağın kanıtlanıp bu kişilerin tasfiye edilmesi çok zor olduğundan çeşitli yollar denenmeye başlandı. Öncelikle bu kişiler tayin edildiler, görev yerlerinden alınıp başka yerlere sürüldüler, bu kadrolarla ilgili çeşitli listeler hazırlandı, en son bundan 3 ay önce 680 Cemaatçi hâkimin açığa alınacağına dair haberler çıkmıştı. Bu olaysa hükümet için tarihi bir fırsat oldu ve yargıdaki hâkim ve savcıların yaklaşık yüzde 40'ının tasfiyesi için düğmeye basılmış durumda.

Aralık 2013’ten bugüne ‘paralel operasyonu’ ifadesi hepimizin kanıksadığı, basında sıklıkla gördüğümüz bir ifade, o zamandan beri devam edegelen bir tasfiye süreci zaten var. Ancak sadece son birkaç günde toplamda yaklaşık 50 bin kişilik bir listesinin ortaya çıkması nasıl mümkün olabiliyor?

Bu, Türkiye’nin bir gerçeğidir. Türkiye'de kadrolaşma, belirli kurumları ele geçirme, kendi kadrolarını o kurumların stratejik noktalarına yerleştirip kadro alımını belirleme 1940'ların sonundan itibaren kullanılan çok bildiğimiz bir siyasettir. Cemaat,  devlet içerisinde büyüyüp belli konumları ele geçirerek büyümeyi hedefleyen bir hareket olmayı tercih eden bir hareket olduğu için yargı ve diğer kurumlar içindeki gücünün fazla olması şaşırtıcı değil. Zaten bugüne kadar ulusal ve uluslararası alandaki pazarlık gücünün de yargıda, emniyette ve ordudaki olağanüstü düzeyde temsiliydi. Bu çerçevede kamu kurumlarında üçte bire varan bir kadronun varlığı önceden hükümet tarafından da biliniyordu. Çatışmanın bu çerçevede ilerleyeceği de tahmin edilebilirdi.

Yargıdan 2 800 kişi görevden alında, o halde bu listeye bir bu kadar daha kişi eklenebilir.

Bu sayı sadece ilk liste, gerçek sayıları yargıda 4 500 civarında, bu rakam yargının genel durumunu belirleyebilecek bir seviye. İstatistiki oranı görürseniz bu yüzde 30'dan fazla yüzde 40'a yakın bir oran, bu seviye tek başına bütün yargıyı belirleyebilecek bir oran. Bu çapta örgütlü başka herhangi bir temsil grubu yok. Ülkücüler, sosyal demokratlar, Aleviler var ama hiçbirinin temsili bu kadar mutlak değil. Dolayısıyla Cemaat kadrosunun yenilmiş hali bile olağan üstü bir güç durumunda. 2 bin 8 yüzlük ilk listeden sonra 2 000 kişilik bir liste daha peyderpey gelme ihtimali yüksek.

Bu listelerin zaten önceden hazır edildiği söyleniyor, siz ne dersiniz?

Zaman içinde bu kişiler tespit edilip liste oluşmuştur ama şunu eklemek isterim bu tür süreçler her zaman spekülasyona açık olur. Hafiyelik ve ihbar mekanizmaları yoğun olarak işler. Benim listede gördüğüm kadarıyla bu ülkeye büyük kötülükler yapmış bir sürü isim var. Ama Cemaat'le bağına çok ihtimal vermediğim isimler de var. Bu listelemeye yönelik bakış açısı ceza hukuku mantığına değil olsa olsa toplama kampı mantığına uygun olur. Bu ceza hukukunun lağvedilmesi demek… İnsanların eylemlerini, kişiliklerini ve geçmişlerini teker teker değerlendirip ona göre müdahale edip hesap sormak gerekir. Hepsine aynı soruyu sormak ki bu türde soru listeleri kamuoyuna yansıdı, bu şu demek, sorgulayan insan sorguladığı insanın özelinde hiçbir bilgiye sahip değil. Böyle bir ceza yargılaması olmaz.

Bu son derece büyük çaptaki Cemaat tasfiyesinin aynı zamanda kurumlar tasfiyesine dönüşebileceği söylenebilir mi? Bu kurumların insan kaynağı üçte bire yakın Cemaat’e yakın kişilerden oluşuyorsa sürecin sonunda teknik olarak bu kurumların işleyememesi gibi bir sorun olabilir.

Evet, yargının yüzde 40'ının tasfiyesi demek yargının tasfiyesi demek, bu durum aynı şekilde ordu ve emniyet için de geçerli. Burada daha ciddi tehlikeler de var. Eğer bu tasfiye kurumsal tasfiye boyutunda olacaksa ki öyle görünüyor, bu tasfiyenin mutlaka ve mutlaka geçmiş yargılamaları da kapsayacak şekilde yeniden belirlenmesi lazım. Şu an bu kişilerin yürüttüğü her bir dosyayı incelediğimde bu insanlarla ilgili verilen hükmün delillerle hiçbir şekilde desteklenmediğini söylemek mümkün. Bunun üstünde durmak lazım. Yüzlerce, binlerce insan şu an içeride yatıyor, yeniden yargılama kapısının açılması lazım.

Peki, Türkiye’de bu kurumlarda oluşan boşluğu kısa sürede doldurabilecek yeterli insan kaynağı var mı?

Şu aşamada bu açığı kapatacak bir potansiyel ortada yok. Yaklaşık 13-14 bin hâkim ve savcı var. Bunların 2-3 bini zaten kürsü dışında. Kürsü içinde faal görev yapanların yaklaşık dörtte biri yargı dışına alınmış durumda. Bu işleri yürütülmesi açısından hâkim ve savcılara olağanüstü bir yük bindiriyor. Şöyle kıyaslayalım: Avrupa'daki bir hâkim-savcıya göre Türkiye'de çalışan hâkim-savcı 4-5 kat daha fazla çalışıyor. Bu son yaşanan tasfiyelerle beraber bu rakam 6-7 kata kadar çıkacak. Hem davalar uzayacak hem de dosyalar incelenemeyeceği için çok ciddi sorunlar çıkacak.

Bu boşluğu doldurmak için mevcut gruplar arasında yeni bir güç savaşı başlayabilir mi?

Olacaktır, örneğin Yargıtay'da 310 üye seçilecek, bunun en fazla yüzde 50'si hükümet taraftarı, geri kalan 160'ı diğerlerinden olacak. Ülkücüler, sosyal demokratlar ve Aleviler... Zaten son 3 yıldır Hükümet, bu üç grupla ittifak halindeydi. Bu işbirliği güçlenerek hükümet dışındaki bu üç grubun da kendi konumlarını güçlendirdiği bir noktaya geldi. Şimdi bu açılan boşluk paylaşım savaşının buraya doğru kaymasına yol açacak. Önümüzdeki günlerde boşalan kadroların doldurulması için hükümetten bir proje bekleyebiliriz. Özellikle kendi taraftarı avukatlardan daha çok hâkim-savcı devşirerek bu kadroyu doldurma yoluna gidecektir, bu konuda bir yasa da çıkarılacaktır. O yasayla da bu paylaşım süreci başlayacaktır.

Önümüzdeki süreçte binlerce kişinin yargılanacağı dava veya davalar göreceğiz şüphesiz. Peki, böyle bir süreci mevcut şartlarda hukuka uygun şekilde yürütmek ne kadar mümkün olacak?

Türkiye tarihinin en büyük yargılamalarından biriyle karşı karşıyayız. Hele ki bu tek bir dosya olursa bu büyüklükteki bir dosyada yargılama yapmak teknik olarak mümkün değil. En başından anlaşıldığı kadarıyla yani aramanın, sorgulamanın yapılış tarzına baktığımızda bunun, ceza hukukunun temel değerlerine dair bir süreç olmayacağı belli olmuştur. Bu toplama kampının inşasıyla sonuçlanmış bir durum olacaktır. 50 bin kişilik bir yargılama ki şu aşamada hemen hemen her ilde bir yargılama yürütülüyor, bunlarla birleştirmeyi tercih etmeyeceklerdir büyük ihtimalle, bu çapta bir yargılamayı yürütmek Türkiye açısından çok mümkün değil. Ülkemizde böyle bir potansiyel ve bu yönde bir gelenek de yok maalesef. Sonuçta Ergenekon Davası'nda ne gördüysek bu davada da benzer süreçleri göreceğiz. Türkiye hukuku araçsal kılan geleneklerden birisi olmaya devam edecek.

Kategoriler

Güncel Gündem



Yazar Hakkında