BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yanlış bilinen bir doğru

Hadi yine biraz uzaklaşalım gündem bunalımlarından. Bıktım karamsar yazılar yazmaktan, ki felaket konulu olmayanı yok son zamanlarda, ve yazdığı her bir satırda olayı tekrar tekrar yaşar gibi oluyor insan. Okuyan için de öyle olmalı. Bugün bambaşka bir konu var kafamda. Malum uyarıların verdiği endişelerle Paskalya günü ürkek güvercinler gibi içi titreyerek kiliseye giden insanların ruh durumunu da görmezden geleceğim. Ama aynı günün Dünya Tiyatrolar Günü olmasını ve her yıl bu günü coşkuyla kutlamaya alışık insanların ruh durumunu gözardı edemeyeceğim. 

Sahne paylaştığımız genç bir dostum, bir sosyal paylaşım sitesinde, Haldun Taner’in kaleme aldığı, Fasulyeciyan’ın “Zaten aktör dediğin nedir ki?” diye başlayıp “Perde!” diye sona eren ünlü tiradını armağan etmiş, tüm sahne tozu yutmuş insanlara. Ben bu armağandaki minicik payımı aldım, teşekkür ederim. Kalanını milyonlarca parçaya bölüp, peri tozu gibi serptim gönlümde, tüm sahne insanlarına. Hem de yalnız tiyatroculara değil, sahne üzerinden icra ettiği sanatla alkış alan herkese. Özellikle “Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır, bir zaman sonra da unutulur gider” bölümü ve “Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız” bölümü hatırlattı bana, bir zamanlar pırıl pırıl parlayan nice yıldızı.

Aslında, ilginç bir rastlantı, tüm bu duygularla örtüştü ve bir zamanlar pırıl pırıl parlayan o yıldızlardan kiminin Ermeni olduğu gerçeği bu yazıyı kaleme almama neden oldu. Bilirsiniz, biz Ermeniler genlerimizde atalarımızdan aldığımız sahne tozuyla doğarız. Genelde açık açık söylemekten kaçınılsa da, ülkemizdeki sahne sanatlarının yol göstericisi o atalardır. Bu yolda ilerlerken, dinini ve adını gizlemek ya da değiştirmek zorunda kalanlar da olmuştur. Kimi bilinir, kimi bilinmez, kimi de yanlış bilinir. Zira çoğu, öldükten sonra, aslını soracak kimse kalmadığında çıkmıştır ortaya.

Yazı konum, bunlardan biri; adını evlilikle almış olan rahmetli Zehra Bilir. Yıllar önce, sahnelere elinde mendille ve yöresel kıyafetlerle çıkan, her türküyü ait olduğu yörenin lehçesiyle okuyan ünlü türkücü. Çocukluğumda tanıyıp sevdiğim, Arapgirli Eliz tantig. Benim rahmetli halam iyi bir terziydi ve bir dönem Eliz tantiğin sahne kıyafetlerini dikerdi. Çocukluğumun okul öncesi dönemine denk gelen o günlerde beni sık sık onun evine götürürdü, bahçede oğlu Ergun’la oynardık. Eliz tantig bize harika köfteler yapardı. Tabii o yıllarda televizyon yok, onu evinde gördüğüm kıyafetlerle sahnede görmem mümkün değil. Radyoda, pek hoşuma giden, o lehçeli “Tiridiğe tiridiğe tiridiğe bandım” diyen sesini her duyduğumda “Eliz tantig oraya nasıl girmiş?” soruma, evdekilerin kahkahalarla gülüşünü hâlâ hatırlarım.

Bu anılarımdan öldüğü günün hemen ertesinde söz etmek istemiştim de, rahmetli (ah, dilime ne zor geldi) Seropyan engel olmuştu. Sevgili Hrant’ın Sabiha Gökçen’den söz eden yazısıyla nasıl mimlendiğini vurgulayarak “Allah aşkına, hiç sırası değil, zaten herkes biliyor, deşip de bir iş daha almayalım başımıza” demişti. Ama yazılacak yazı kafada durmazmış meğer ve şimdi tam sırası geldi. Geçen hafta doğum günüymüş, yaşasaymış 103 yaşında olacakmış. İstedim ama yazamadım, hem kara gündem yürek bırakmadı, hem de Paskalya haftası yerimiz dardı. Olsun da bir hafta sonra olsun dedim ben de. Bu arada, internette, Zehra Bilir’in Ermeni asıllı olduğu artık adını yazar yazmaz çıkıveriyor karşımıza. Ve de her yerde Eliza Surhantakyan olarak geçiyor. Kim, ne zaman ve nasıl tespit etmişse, soyadının Surhantakyan olduğuna karar verilmiş. Bu benim çocukluk anılarımda zaten yok da, meğer külliyen yanlışmış. Zehra Bilir’in asıl adı Eliza Ölçüyan’mış. Nereden mi öğrendim? Şöyle oldu:

Geçenlerde, tanımadığım bir beyden bir mail aldım. “Adım Ali Berker Bilir. Zehra Bilir’in torunuyum, geçmişte sizin onunla bir yakınlığınız olduğunu öğrendim ve madem basınla ilişkiniz var, bunca yıldır doğru sanılan bir yanlışı düzeltmeme yardımcı olur musunuz?” diyor. Hemen ilgilendim tabii, telefon numaraları alınıp verildi ve buluştuk. Ali Bey, bu ‘Surhantakyan’ soyadının nereden çıktığını hiç bilmiyor. Bu yanlışın yapıldığı kimi yerlere de başvurmuş ve ısrarla “Aslı budur” gibi bir yanıt almış. Komik değil mi? Adamın kendi babaannesinin soyadını başkaları daha iyi bilebilir mi? Bana, Eliza’nın kardeşi Garabet’in de yatmakta olduğu, üzerinde annesi Ağavni Ölçüyan’ın adının bulunduğu bir mezar taşının fotoğrafını da gönderdi. Ben de şüphe götürür bir tarafı olmayan bu anlamsız hatayı düzeltmek adına ilk adımı bu köşede atayım dedim. Bakalım Ali Bey’in kararlılıkla giriştiği, babaannesinin adını ve anısını yaşatma çabaları nasıl sonuçlanacak...