MURAT CANKARA
Birlikte yaşama felsefelerinin havada uçuştuğu; bu konuda sempozyum düzenlemeyen kurumun üniversite, Medine Sözleşmesi’ne gönderme yapmayan kişinin âlim sayılmadığı zamanlardan geçiyoruz. İşin beyin yakıcı yanı, bu manevi iklimi paylaşanların çoğunun, ‘kozmopolit’ sözcüğünü hâlâ bir küfür olarak kullanıyor olmaları. Ömer Seyfettin kafaları yani. Aradan yüz küsür yıl niye geçti, bilmiyoruz. Bu tarihsizleştirilmiş ‘birlikte yaşama felsefesi’nden (çoğunlukla asıl kast edilen ‘alt alta’) başımızı kaldırıp, yaşadığımız coğrafyayı, içinde yalnızca iyilerin ve kötülerin fink atmadığı ‘bir siyasal mücadele yatağı ve tarihin trajik sayfalarından bazılarının yazıldığı bir sahne’ olarak da okumaya başlayabilirsek, belki bir felsefe değil ama, en azından gündelik yaşamın bu derece kilitlenmediği bir yan yana nefes alma pratiği için ipuçları yakalayabiliriz.
‘Cumhuriyetin tarih öncesi’
İngilizce orijinali 2012 yılında basılan, Joost Jongerden ve Jelle Verheij’in derledikleri ‘Osmanlı Döneminde Diyarbekir’de Toplumsal İlişkiler (1870-1915)’; derleyenlerin ortak giriş yazısı, biri çerçeve olmak üzere 8 makale ve eklerden oluşuyor. Eklerden birinde, Verheij’in hazırladığı; 20. yüzyıl başı civarında Diyarbakır vilayetindeki gayrimüslim yerleşimlerin –eski ve yeni isimleri, etnik ve dinî kompozisyonları, idarî yapısıyla birlikte– henüz tamamlanmamış bir listesi var. Editörlere göre, kitabın arkasındaki temel motivasyonlardan biri, mevcut çalışmaların merkeze (İstanbul, Bâbıâli, İttihat ve Terakki, seçkinler vb.) odaklanarak Diyarbakır’ı ‘çevre’, yani daha geniş bir bağlamın parçası olarak ele almasıdır. Burada ise Diyarbakır’ı kendi içinde bir bütün olarak odağa alan; sadece bir yer veya gruptan ziyade, gruplar ve sınıflar arası ilişkileri önemseyen; ‘çok-merkezli’ ve ‘çok-eylemli’ bir yaklaşımı benimsemiş ‘mikro’ çalışmalar bir araya getiriliyor. Ayrıca, 1915’i ya da 1923’ü milat olarak alıp tarihi retrospektif olarak yazan yaklaşımlara da itiraz ediyor editörler. Diğer bir deyişle, kitaptaki yazıların ortak hedeflerinden biri, bölgenin tarihini ‘Cumhuriyetin tarihöncesi’ olarak ele alan; teleolojik bir tutumla, 19. yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında da yalnızca çatışan etnik kimlikler ve milliyetçilikler görerek bundan gayrısını ayıklayan bir tarih yazımından uzak durmak olarak dile getirilmiş. ‘Diyarbakır’ı üreten olay ve ilişkiler’i ayrıntılandıran bu derlemeden söz ederken şunu da belirtmek gerekiyor: Burada Diyarbakır dendiğinde yalnızca bugünkü Diyarbakır şehri anlaşılmasın. Sınırları zaman içerisinde değişmekle birlikte, bugünkü Güneydoğu Anadolu bölgesinin tamamını, Doğu Anadolu bölgesiyle Kuzey Suriye ve Irak’ın bazı parçalarını kaplayan; çok dinli, çok dilli, çok herşeyli bir eyalet Diyarbakır.
Editörlerin de birer bağımsız makalesi var derlemede. Jongerden “1890 ile 1910 arasında, bölgedeki toplumsal ve siyasal hayatı derinlemesine etkileyen iki seçkin grubun arasındaki çatışmaya” odaklanıyor ve iki sonuca varıyor: 1) Hamidiye alayları, yerleşik kanının aksine, en azından Diyarbakır örneğinde, Hıristiyanları korumuş ve alayın dağıtılması bilhassa Ermenilerin zararına olmuştur. 2) Ziya Gökalp, yerel düzeyde İttihat ve Terakki politikaları üzerinde sanıldığından daha etkili olmuştur. Jongerden, Gökalp ve bölgenin Hamidiye alay kumandanı Milli İbrahim Paşa’nın kişiliklerinde, adım adım etnik temizliğe doğru giden modern milliyetçilik projesiyle ‘eski düzen’in, imparatorluk politikasının karşıtlığını okuyor. Verheij’inki ise, 1895’te imparatorluğun başkentiyle Anadolu vilayetlerinin hemen hepsinde patlak veren ve çoğunlukla Ermenilere yönelik katliamlarla sonuçlanan etnik şiddet üzerine detaylı bir inceleme. Karşıt tarih yazımı geleneklerinin eleştirel bir gözle değerlendirildiği, bazı belgelerin didik didik edildiği bu makalede, mevcut literatürün bazı uzlaşımları (‘isyan eden Ermeniler’, ‘katliamları planlayan Abdülhamit’ vb.) sorgulanıyor ve/ya çürütülüyor.
Diyarbakır’ın temsil kabiliyeti
Bu mikro çalışmalar, anlayabildiğim kadarıyla, makro düzeyde ciddi tartışmalara yol açacak: Ermenilere yönelik katliamların ne ölçüde tek bir merkez tarafından yönlendirilip planlandığı, Kürtlerin katliamlardaki rolleri, Diyarbakır’ın ne ölçüde temsil kabiliyetinin olduğu vb. Tekerrürden biz yorulduk, Türkiye yorulmadı. Kitabı okurken elinizdeki sanki bir tarih değil de araştırmacı gazetecilik çalışmasıymış gibi hissedeceksiniz. O halde bir Diyarbakırlıyla, Mıgırdiç Margosyan’la bitirelim. Haydi hep birlikte: Yo, hayır! Çe! Nabe!
Osmanlı Döneminde Diyarbekir’de Toplumsal İlişkiler (1870-1915)
Derleyen: Joost Jongerden, Jelle Verheij
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
384 sayfa.