BÜRKEM CEVHER
1919’da, devrimci Rosa Luxemburg Berlin’de katledildi.
Katiller onu dipçik darbeleriyle öldürüp bir kanalın sularına attılar.
O esnada ayakkabısının teki yere düşmüştü.
Bir el ayakkabıyı çamurun içinden aldı.
Rosa ne özgürlük adına adaletin, ne de adalet adına özgürlüğün feda edildiği bir dünya istiyordu.
Bir el her gün, tıpkı o tek ayakkabıya yaptığı gibi, bu bayrağı da çamurun içinden çıkarıyor.
Eduardo Galeano’nun ‘Kadınlar’ı, her gün yeni bir kadın cinayetine uyandığımız bu zamanlarda insanlık tarihindeki kadın katliamlarına geniş bir açıdan bakmamıza vesile oldu. Kadınların gücünü ve cesaretini yok etmek üzere binlerce yıldır sürdürülen bir savaş var. Galeano bu savaşın nedenlerine ışık tuttuğu ‘Kadınlar’da, kısa hikaye-denemelerle insanlık tarihinin akışını değiştiren kadınları anlatıyor. Kimi üç-dört satır uzunluğunda, kimi beş sayfa süren bu hikayelerde Josephine Baker’dan Marilyn Monroe’ya, Jeanne d’Arc’tan Isadora Duncan’a ve tabii ki Emma Goldman’dan cânım Rosa Luxemburg’a kadar kimler yok ki!
Egemenlere karşı duranlar
İşkenceyle çözülen kadınlar da var bu tarihte, işkenceye rağmen ağzından tek bir sözcük çıkmayanlar da. Hemen hepsi hegemonyaya direnen kadınlar: yazan kadınlar, anlatan kadınlar, haykıran kadınlar, suçlayan ve suçlanan kadınlar. Engizisyona, hükümetlere, kiliseye, senatoya, sömürgecilere, faşizme direnen kadınlar. Sanatçı kadınlar, sözcüklerden fal tutan kadınlar, lider kadınlar, “Evlilik saygınlık veriyor ama özgürlük ve neşeyi yok ediyor, “ diyen rahibeler, mutlaka köle kadınlar, öldürülme pahasına gerçekleri dünyaya duyuran gazeteci kadınlar (kadın gazeteciler değil!), Plaza de Mayo Anneleri (kitapta olmasa da hemen aklımıza Cumartesi Anneleri geliyor) ve tabii ki fahişeler - ki onlar saygıdeğer kadınlardır...
Venüs ve Afrodit’in heykelleri de var ‘Kadınlar’da, dişi veya erkek, sürünün hepsinin hafızasını muhafaza eden en yaşlı dişi fil de. Galeano da yaşlı dişi fil gibi zamanın hafızasını muhafaza ediyor ve kadınlar özelinde tüm insanlık tarihini anlatıyor. O tarih ki alçaklıkla, vicdansızlıkla, canavarlıkla, cinayetler ve işkencelerle yoğrulmuş. Kadınlar öldürülüyor, unutturulmak isteniyor. Gerçeklerin üstü kapatılmak istense de gerçekler bir yerden bir çıkış yolu buluyor ve kadınlar bu zulümleri haykırıyor: bu sefer Eduardo Galeano’nun kitabı aracılığıyla…
Bu arada Latin Amerika tarihindeki direnişçi kadınlara büyük bir saygı duruşunda bulunmadan geçmiyor Galeano. Dünyanın bu tarafında isimleri bilinmeyen o muhteşem kadınların öykülerini okuyoruz, isimlerini öğreniyoruz: Dişi Kaplan lakaplı Juana Ramona, General lakaplı Carmen Vèlez ya da ‘erkeksi gayretinden ötürü’ yarbaylık rütbesine yükseltilen Juana Azurduy bu isimlerden sadece birkaçı. Köle olarak yaşamak istemeyip kaçan ve başkalarının da kaçmasına yardım eden Harriet Tubman’ı anlatmadan nasıl geçebiliriz ki? Var olmak için erkek adı ile yazılarını yayınlayanlar da var, savaşlara katılanlar da. Ya da erkek ismine ihtiyaç duymadan Rosa Bobadilla gibi savaşan kadınlar da.
Düşünme hakkı
‘Kadınlar’, bir çırpıda değil sindire sindire okunmayı hak eden bir başucu kitabı. Her gün bir ya da iki hikâye-deneme okuyup üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir kitap. Ancak, kısa sürede okunduğunda da metinler arasında gezinti yapma sevincini bir kenara atmamak lazım, zira bir hikâyede başrolde olan bir kadın başka bir hikayede yine kaşımıza çıkıyor. Sonuçta her kadın bir sonraki nesle ışık tutuyor. Kadınlar yaratıyor, doğuruyor, öğretiyor ve aslında tüm tarihe şekil veriyor. Erkek egemenleri de en çok bu korkutuyor. O yüzden kadınları eve hapsetmek istiyorlar; kadınlar konuşmasın, bildiklerini anlatmasın istiyorlar. Kadınlar sadece evlerinde otursun, yemek ve temizlik yapsın, çocuk doğursun, bir daha doğursun ve bir daha doğursun istiyorlar.
Kadınların içindeki tanrıçalar açığa çıkarsa dünya bambaşka bir yer olur zira; evlat kaybetmenin acısını bilen kadınlar savaşa karşı durur, az bir malzemeden yemek yaratan kadınlar doğanın ve bereketin değerini bilir, sanatlarını icra edebilmek için çabalayan kadınlar yaratmanın kudretine saygı duyar, üreten ve var eden kadınlar emeğin kıymetini çocuklarına da öğretir. Bu kadınların büyüttüğü çocuklar da barışın, doğanın, emeğin ve yaratıcılığın dayanışmadan geldiğini bilir. İşte tüm bunlar erkek egemenlerin işine gelmiyor, zira kadınların sesini yükselttikleri toplumlarda halkları peşlerinden sürükleyemeyeceklerini fark ettiler! Nisan 2015’te yitirdiğimiz Galeano, yapıtları ile ‘dünyanın vicdanı’ olmayı sürdürüyor. O zaman, günler yürümeye devam etsin ve son sözü Hypatia söylesin: “Düşünme hakkını koru. Yanılarak düşünmek hiç düşünmemekten iyidir.”
Kadınlar
Eduardo Galeano
Çeviri: Süleyman Doğru
Sel Yayıncılık
197 sayfa.